| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Boğuşan ve boğulan tiyatrocu Hadi Çaman’ın ardından... Üstün Akmen Hadi Çaman da “Hadi bana eyvallah” dedi, çekti gitti. 2007’nin son günlerinde ALS hastalığına yakalanmıştı, 2008’in mayıs ayından bu yana Kızıltoprak’taki Doğa Huzurevi’ndeydi. Bir deri bir kemikti. Yemek yiyemedi, su içemedi, ses edemedi. Bebekler gibi mamayla beslendi. Bebekler mamasını kaşıkla yerdi, biberondan emerdi, ama o besinini çiğneme refleksi yok olduğu için delinen gırtlağından edindi. Vücudunun tüm kasları eridi. Bebekler gibi bezlendi. * * * Onu taaa 1968’in İstanbul’unda tanımıştım. Tiyatronun tutku olduğu o günlerin İstanbul’unda… Ankara Sanat Tiyatrosu’nun İstanbul turnelerini kapalı gişe oynadığı; Dormen’in, Kenterlerin, Şehir Tiyatroları’nın, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Topluluğu’nun, Dostlar Tiyatrosu’nun, Muammer Karaca Tiyatrosu’nun gişelerinin önünde kuyruklar oluştuğu yıllarda. Tiyatro, yaşamımızın önemli bir parçasıydı, dolayısıyla oyunlar üzerine söyleşmek Beyoğlu Baylan’daki günlük sohbetlerimizin vazgeçilmezi olurdu. Ben, Hadi Çaman’ı o günlerde tanıdım. Sanatçının kazandığı ilk başarılarıyla sanatının kişisel olmayan ününü paylaşmasına, giderek içgüdüsel ve olabildiğince alaylı biçimde başarı denilen olguyu geri çevirmeye doğru yöneldiğine o gün bugündür de Hadi Çaman’da tanık oldum. Sanatının kişisel, kazançsız, özgür olduğu; kendi kendinin farkına varmadığı, kendi kendine güldüğü, kendi kendini alaya aldığı evreyi elden bırakmayan enderlerimizdendi o. Kırk altı yıl sanat yaptı. Bu yılların yirmi altısını “Yeditepe Oyuncuları”na ayırdı. Yetişti, yetiştirdi. Ve bunun hep böylece sürüp gitmesini istedi. * * * İstediği; kaskatı bir yüzle, kendisine sunulan ünleri, payeleri, ödülleri alarak gençliğine hainlik etmek değil, daha çok çalışmak, olumsuz koşullarla daha fazla boğuşmak, kendi kendine daha çok gülüp durmaktı. Yaşamının, iradesi dışında kendini ağırbaşlı bir duruma getirebilecek olmasından, olasılığından korkar gibi yaşadı. Bir sanatçının sanat karşısındaki alçak gönüllülüğü vardı gözbebeklerinde. Şimdi anımsıyorum da, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün sosyal tesislerinin barında birlikte olduğumuz gecelerden bir gece, gece boyunca, nedendir bilmem: “İnsan dediğimiz nedir ki” diye düşünüp durmuştuk. Sonunda; “Birbirlerine gevşekçe bağlanmış parçalardan kurgulanmış sistemler bütünü” olarak tanımlamıştım insanı da, ne çok gülmüştü! Bu anlamıyla, insan olarak kendimi kurgulayışım; düş, düşünce, duygu, ruh ve benzerlerince, aynı ölçüde gevşek bağlantılı olayların “transit istasyonları” gibi, Hadi Çaman’da da işlev gördü. Günün birinde; “Hadi Çaman, bırakın eleştirilmekten korkmayı, sevmemeyi, istememeyi; ‘Eleştir’ diye handiyse eleştirmenin yakasına yapışanlar ‘bölüğü’ndendir. Bilirim, o eleştirenlere ve eleştiriye kızmaz, sinirlenmez” dediğimde pek sevinmiş; bizzat sahneye koyduğu ve Suna Keskin ile oynadığı Cahit Atay’ın “Son Perde”sinde; “…üç genci ve iki ustasıyla, sazıyla sözüyle, günahıyla sevabıyla, tiyatromuzun yel değirmenlerine hiç aralıksız saldıran; belli ülküleri benimsemiş, kendine özgü davranış biçimleri olan soylu şövalye Hadi Çaman’ın kıyasıya eleştirilmesi gereken bir yapım bu” diye söz edince pek öfkelenmişti. Bana, oyunun metninden bir örnek gönderdi. Hem de üzerine kırmızı keçe uçlu kalemle; “Gel de bu metni sen sahneye koy” yazıp göndermişti. “Bana ne” diye yanıtlamıştım, “ben olsam bu oyunu sahneye koymazdım ki!” Pek sinirlenmişti. Demek ki sinirlenmesi gereken bir günündeydi. Bunun dışında beni her gördüğü yerde övmek; birilerine tanıştırmak gerektiğindeyse şişirmek istedi. Sanatçı-öznenin vazgeçilmez rolünü hiç yadsımadan benimsemişti. Sanatçıyı yeti ve emeğiyle kişi yapması, “Yeditepe Oyuncuları”na baş koymasıyla somutlaştı. Çalışması dünyalaştı. İyi de, dünyadan neden bu kadar çabuk uzaklaştı? Uzaklaşırken nasıl oldu da, böylesine kapsamlı bir yaratılmışlık bıraktı? Bırakırken; “Sanat yapıtının ‘emek olarak varlığı’” adını ona kim taktı? Kimseye anlatmamıştı, öldü gitti anlaşılamadı… Üstün Akmen Evrensel Gazetesi Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 3 Ekim'den itibaren her PERŞEMBE Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|