| Tiyatro Kursu  | Şirket Tiyatrosu
Tiyatro Dünyası
Tiyatro Dünyası Bu Sahnede...
 
Ana Sayfa  |  Hakkımızda  |  Yazılar  |  Haberler  |  Yazarlar  |  Tiyatro Oyunları  |  Tiyatro Grupları  |  Sanatçılar  |  Kaynak  |  Duyuru Panosu  |
CEZAEVİ… TİYATRO… UMUT VE ÖZGÜRLÜK… (1)
Kemal Oruç



Tiyatro kimin içindir? Neden vardır? Yalnızca tiyatro sanatçısı mı tiyatro yapabilir? Bu soruları tiyatroyla ilgilenen herkes binlerce kez kendine sormuştur. Ben de yine bu sorular, sorunlar ve cevaplarla boğuşurken bir gün bir e-posta aldım:

“Merhaba Kemal Bey,

Ümraniye Kapalı Ceza İnfaz kurumunda psikolog olarak çalışmaktayım. Kurumda oluşturmak istediğimiz tiyatro grubuna destek verebilecek birilerini ararken GİBİ YAPANLARA rastladım. Sanırım doğru adresteyim.

Sosyal sorumluluk amacı taşıyan çalışmalarınızı okuyunca iletişme geçmemin faydalı olacağını düşündüm. Psiko- sosyal servis olarak tiyatronun önemli bir rehabilitasyon aracı olduğunu düşünmekteyiz. Ancak bu konuda profesyonellerin yardımına ihtiyacımız var. Eğer
Bize ayırabilecek zamanınız varsa ayrıntıları konuşmak üzere sizlerle yüz yüze görüşmek isteriz. Bu konudaki düşüncelerinizi heyecanla beklemekteyiz.

Öznur İNCEOĞLU
Uzm. Psikolog
Ümraniye E ve T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu”


E- postayı okur okumaz hemen cevap yazdım ve kısa bir süre sonra verilen telefon numaralarından kendilerine ulaşacağımı bildirdim. Yılbaşından hemen sonra Öznur Hanım’ı aradım ve koşulsuz olarak yardımcı olabileceğimi bildirdim. Bu hem Gibi Yapanlar için yeni bir Toplumsal Destek Projesi hem de benim için yepyeni bir tecrübe olacaktı.

Üç yıl boyunca Devlet Tiyatrosu, Şehir Tiyatrosu ve özel tiyatrolara davet gönderilmiş; fakat ya cevap alınamamış ya da ret cevabı verilmiş. Sonunda Şehir Tiyatrosu’ndan gelen iki sanatçı bir süre çalışma yapmış; fakat araya giren yaz mevsimi nedeniyle çalışmalar yarım kalmış ve bir daha devam etmemiş. Bunun dışında birkaç özel yardım da bir, iki çalışmayla sınırlı ve yarım kalmış.

Cezaevi deyince herkeste bir korku oluşmakta; sanatçıları yardımdan alıkoyan da bu korku olsa gerek. Çevremdeki herkes bu korkuları yüzünden bana uyarılarda bulunuyor. Halbuki bir bilseler içeride neler olduğunu…

Cezaevinin Anadolu yakasında ve merkeze uzak olması oraya ulaşmamı biraz zorlaştırmış olsa da sonunda varabildim. Görüş günü olduğu için biraz kalabalıktı. Jandarmalar herkesi tek tek kontrol ediyor. Kapıda misafir olduğumu bildirdim, beni hemen güvenlik odasına aldılar ve beklemeye başladım. İşim gereği, alışmışım, hemen gözlem yapmaya koyuldum. Görüşe gelen tutulu ve hükümlü yakınları kimlik kaydı yapıyor. Göz fotoğrafı çektiriyor; bu göz fotoğrafları turnikelerden geçebilmelerini sağlıyor. Kimi fotoğraf karesinin içine gözünü denk getiremiyor, kimi garip garip sorular soruyor; buna rağmen güvenlikçiler oldukça soğukkanlı, hiç kızmıyor. Bir süre sonra Öznur Hanım geldi; oldukça güler yüzlü karşıladı beni. Kimlik kaydım yapıldı, göz fotoğrafım çekildi. Kayıt bürosundan çıkıp cezaevine girerken, giysiler hariç, üzerimdeki her şeyi girişteki askere emanet ettim. Cezaevinin hemen girişinde x- ray cihazından geçeceğim; cihaz öttü. Sırasıyla botları, montumu, kemerimi çıkardım; bu sefer ötmedi. “Cezaevine girerken soyuldum!” diye bir espri yaptım, güldüler. Kapıda bir grup, yine oldukça, güler yüzle karşıladı beni. İçeri girene kadar her gören “Hoş geldiniz hocam!” dedi. Öyle ya üç yıldır beklenen tiyatro eğitmeni sonunda gelmişti. Gerçekten hoş buldum! Öncelikle yemekhaneye gidilecekti; göz fotoğrafı çektirmeme rağmen, gözümü okumadığı için, turnikeden geçemedim. Sonunda başka birinin gözü sayesinde içeri girebildim. Yemekhanede hükümlüler çalışıyor. Daha ilk gün tabağıma o kadar çok yemek koyuldu ki, o yemek, bana iki gün yeterdi. Savcı bey geldi, tanıştırıldık. Hiçbir karşılık beklemeden daveti kabul etmem ve yardım etmek istemem onu mutlu etmiş. Bana her türlü desteği vereceğini söyledi; sevindim. Hükümlülerin, topluma yararlı bir şekilde tekrar kazandırılmasında, tiyatronun çok yardımcı olacağından bahsetti. “Parmaklıklar Ardında” adlı diziden söz açıldı ve orada gösterilenlerin, senaryo gereği, abartılarak gösterildiğinden söz etti. Aynı sözleri iki gün sonra müdür beyden de duyacaktım.

12 Eylül darbesini konu alan filmlerde gösterildiği gibi her cezaevini şiddetli, korku içeren bir şekilde bilinçaltımıza yerleştiriyoruz. Ben de cezaevinin nasıl bir yer olduğunu hiç bilmediğim için biraz tereddütlü ve meraklıydım.

Yemekten sonra koğuşların bulunduğu kısma geçmek üzere hareketlendik. Yine önümüze her gelen turnikede bir başkasının gözünden yararlandım. İçeriye doğru ilerledikçe merakım ve üzerimdeki tereddüt artmaya başladı. Demir parmaklıklardan geçip bir üst kata çıktık. Tüm pencerelerde demirler ve tel örgüler var. Her yer tertemiz. Sonra bana derslikleri gösterdiler. Bu dersliklerde tutuklu ve hükümlülere özel dersler veriliyor; resim, ebru sanatı, el sanatları atölyeleri var. Psikolog ve sosyal hizmet uzmanı arkadaşlarla çay içtikten sonra etkinlik salonuna indik. İzinler alındı ve yeni öğrencilerimi beklemeye koyulduk. Onlara mahkum demek içimden gelmiyor. Daha en başından onlar benim için tiyatro yapmak isteyen heveslilerdi. Oldukça heyecanlıydım. Üç metreye beş metre bir sahnesi olan konferans salonunda protokol koltuklarıyla beraber yaklaşık yüz tane koltuk var.

Bu sırada düşünmeye başladım: “Acaba beni cezaevine koysalar ne yapardım?” Sınıfta bile bir ders saati boyunca duramazdım ki! Önceden bu soruyu kendime sorduğumda kitap okumam için ya da yazmam için izin verilmeyeceğini düşünür, korkardım; fakat bu cezaevini tanıdıkça bu düşüncem yok olmaya başladı. Burada tutuklu ve hükümlülerin yararlanması için kocaman bir kütüphane var; istedikleri zaman dilekçeyle istedikleri kitabı alabiliyorlar. Üstelik hükümlüleri topluma yararlı bir şekilde yeniden kazandırmak için özel dersler, sanat atölyeleri var. Ben hükümlü olsam bolca okurdum, yazardım ve en önemlisi tiyatro yapabilmek için canımı bile verirdim.

Sonunda öğrencilerim salona girmeye başladı. Oldukça heyecanlı ve tereddütlüler. Demek ki bunu sadece ben yaşamıyormuşum. On birinin de tek tek elini sıktım. Protokol koltuklarının hemen arkasındaki sıraya oturdular, yüz yüze konuşabilmek için, oturduğum koltuğu hemen onlara doğru çevirdim.

Kendimi tanıttım, kısaca, neler yapacağımızdan bahsettim. Orada olduğum için defalarca teşekkür ettiler. Sohbet sırasında bile anlamıştım; bu şimdiye kadar çalıştığım en istekli grup olacaktı. Nitekim yaptığımız çalışmalarda bunu fazlasıyla gördüm. Bu beni inanılmaz mutlu etti. Sadece bir kişinin sahneye çıkma korkusu vardı, çalışmalara katılıp katılmamakta kararsızdı; ama o bile yaptığımız çalışmalara inanılmaz bir keyifle katılıyor.

Tüm öğrencilerde bir sıkıntı olduğunu hissettim. Sonradan ortak olarak şunu söylediler: “Kadın rolü oynamayız.” Haklılar! Bundan önce kadın rolü oynamaları zorunlu koşulmuş; bu yanlış! Bu durumu şöyle açıkladılar: “Tiyatroyu hala kötü bir iş zanneden o kadar çok kişi var ki koğuşlarda, eğer sahnede kadın olursam, beni koğuşta da kadın yaparlar. İstesek de istemesek de bu böyle.” “Sahnede kadın olmayacaksınız.” dedim. Tutuklu ve hükümlüler tarafından oldukça sevilen, babacan iki gardiyanımızdan biri “Kadın rolüne girerim.” dedi. İkisi psikolog ve biri öğretmen olan üç bayanımız da sahneye çıkabileceklerini söylediler. Bu en önemli sorunu böylece hallettik. Ama tiyatro çalışmalarından önce yapacağımız drama çalışmalarında, seyirci olmadığı için, kadın rolüne de girebileceklerini söyledim. Önce bir şey demediler. Şu açıklamayı yaptım: “Dünyada iki cinsiyet var: kadın ve erkek. Bizim işimiz insanı insana anlatmaksa eğer bunu her iki cinsiyetin bakış açısıyla da yapmak zorundayız. Şahsen ben annemi, sevdiğim kadını, Nene Hatun’u oynamaktan; onların duygularını, düşüncelerini buraya taşımaktan büyük onur duyarım, onlar kadın değil mi?” dedim. Hepsi de “Haklısınız, biz böyle düşünmemiştik.” dediler.

“Tiyatro her nerede ve hangi koşularda olursa olsun özgürlük demektir, bu yüzden, bu salona girdiğiniz andan itibaren özgürsünüz!” dedim. “Belli kurallar çerçevesinde istediğinizi söylemekte, istediğinizi yapmakta özgürsünüz!”
‘Özgürlük’ kelimesi onları oldukça heyecanlandırdı. Öyle ya birkaç saatliğine de olsa özgür kalmak onlar için büyük şeydi; yeni bir umut doğmuştu. Hücreden dışarı istedikleri, hatta çocukluktan beri yapmak istedikleri, tiyatro için çıkacaklardı. Sahnede başka biri olacaklardı. Bu hayatı böyle yaşamak istememişti hiçbiri; ama artık sahnede istedikleri kişi olacaklardı.

Sohbet sırasında birisi “Hocam, siz de bizi yarı yolda bırakmayacaksınız değil mi? Zaten özellikle hükümlü olan birisi için bir işin yarıda kalması çok kötüdür.” dedi. Bu söz bir taş gibi oturdu yüreğime. “Hayır!” dedim. “Beni buraya getirmekten alıkoyacak tek şey ölümdür.” Öyle ya hem kişiliğim hem de yaptığım iş gereği hiçbir çalışmayı yarıda bırakmadım şimdiye kadar.

Bir ara birisi şunu söyledi: “Hocam çok etkilendik, bizi resmen hipnoz ettiniz.” “Hayır” dedim “Benim işim insanları hipnoz etmek değil; aksine hipnozdan çıkarmaktır.”

Oldukça keyifli, kahkahalarla geçen iki saatlik sohbet sonunda bu sefer daha sıkı ve güven verircesine birbirimizin elini sıktık; hepsi yine defalarca teşekkür etti. Bu sefer yüzlerinde oluşan derin gülümsemeyle koğuşlarına döndüler. Ben de aynı gülümseme yüzümde herkese tek tek teşekkür ederek cezaevinden ayrıldım.

Harbiye’de oyuncu adaylarına ders vermek üzere, kafamda şu düşüncelerle, yola koyuldum: Tutsaklık sadece dört duvar arasında kalınca mı oluyor? Nice insan var paranın tutsağı, aşk tutsağı, iş tutsağı, eş tutsağı… Düşünce tutsakları… Mesela şoför amca da eve ekmek götürmek adına, koltuk ve direksiyon tutsağı… İmkan ve destek verilmediği için yeni buluşlar yapamayan bilim adamları tutsak değil mi mesela? Memleketinden uzak olanlar gurbet tutsağı değil mi? İmkanı varken ne yapamayacağını bilmeyen kişi kararsızlık tutsağı değil mi? Kimsesiz bebekler ve çocuklar sokakta tutsak değil mi? On altı sene ‘sırada oturarak(!)’ öğretmeni dinlemek zorunda kalan öğrenciler sıra tutsağı değil mi?

Aslında bazen hepimiz tutsak değil miyiz hayata?

Günleriniz aydın olsun sevgili düşünce dostları!

Kemal ORUÇ
20.01.2008
www.kemaloruc.com
kemal.oruc@yahoo.com

NOT: Bu yazının devamı gelecektir.

Yazarın Tüm Yazıları


Paylaş      
Yorumlar

Bu Oyun Hakkındaki Görüşlerinizi Paylaşın !

İsim
Mail  (Yayınlanmayacak)
Yorum
Güvenlik Kodu= 372
Lütfen bu kodu yandaki kutuya yazınız
 

    Son Eklenen Yazılar     En Çok Okunan Güncel Yazılar
27 MART… UMUDUNU ARAYAN BİR GÜN (Ahmet Yapar)
YOKLAMA LİSTESİ (Skeç)
    Tüm Tiyatro Yazıları

    Bu Tarihte Yayınlanan Diğer Yazılar
    Bu yazının yayınlandığı tarihte gündemdeki diğer yazılar aşağıda listelenmiştir...

  • Təhsildə Teatr Sənətindən İstifadə Etmənin Əhəmiyyəti (Rasim Aşın) - 9/12/2008
  • Üniversite Yıllarım (Mehmet Çetinkaya) - 9/12/2008
  • Tiyatro ARTI (İzmir) - 9/12/2008
  • Basri (Hakikat) (Halis Tekel) - 9/11/2008
  • 6. Kıbrıs Tiyatro Festivali'ndeyim, Lefkoşa'dayım... (Üstün Akmen) - 9/9/2008
  • Tiyatroların Güzelbahçe Buluşmasında Olup Bitenler (Mehmet Esatoğlu) - 9/2/2008
  • Bir Buket Aşk (Oyun Teksti) (Berkan Karasu) - 9/2/2008
  • Ah Şu Kültür Faaliyetleri (Berkan Karasu) - 9/2/2008
  • CEZAEVİ… TİYATRO… UMUT VE ÖZGÜRLÜK… (2) (Kemal Oruç) - 9/2/2008
  • CEZAEVİ… TİYATRO… UMUT VE ÖZGÜRLÜK… (1) (Kemal Oruç) - 9/2/2008
  • Bir Adam Yaratmak - Beykoz Belediyesi Tiyatrosu (Ayşe Müge Gerdan) - 9/2/2008
  • CEZAEVİ… TİYATRO… UMUT VE ÖZGÜRLÜK… (3) (Kemal Oruç) - 8/29/2008
  • 2.TÜRKİYE TİYATRO BULUŞMASI ARDINDAN (M. Vejdi Koçak) - 8/28/2008
  • Bodrum'da Magic Life tatil köyü ve köy'de Yeşil Kabare (Üstün Akmen) - 8/26/2008
  • Konservatuar Sınavları Öncesi (Ali Çakır) - 8/26/2008
  • Uçurtmanın kuyruğu – GUTOK (İhsan Ata) - 8/26/2008
  • Şahane Düğün - Asuman Dabak Tiyatrosu (İsmail Can Törtop) - 8/19/2008
  • İki Yüzlü Felaket - 17 Ağustos Depremi'nin Anısına (Ali Erdoğan) - 8/16/2008
  • Ali Poyrazoğlu, Koçum Benim ile kentten kente gidiyor (Üstün Akmen) - 8/15/2008
  • Tiyatroda Akademinin Yeri (Ulaş Tuzak) - 8/15/2008
  • Anton Çehov'dan Tek Perdelik 9 Oyun (Anton Çehov) - 8/12/2008
  • İsa Karslı'dan Konservatuar Adaylarına Bilgiler (İsa Karslı) - 8/9/2008
  • Kamyon - Antalya Devlet Tiyatrosu (Ahmet Olcay) - 8/4/2008
  • Kibarlık Budalası – Tiyatro Kedi (İsmail Can Törtop) - 8/2/2008
  • İzmir Bulvar Oyuncuları Tiyatrosu (İzmir) - 8/1/2008
  • İki Arada Bi Derede Türk Tiyatrosu (Ulaş Tuzak) - 8/1/2008
  • Tiyatro Eğitiminin Derhal YÖK'den Ayrılması ile Başlayabiliriz (Adnan Tönel) - 7/29/2008
  • Suna Pekuysal Söyleşisi - Tiyatro dışında yaşamım yok ! (Okan Bayülgen) - 7/24/2008
  • Suna Pekuysal'ın Ardından.. (Suna Pekuysal) - 7/22/2008
  • Tiyatroculuk Oynamayın (Ulaş Tuzak) - 7/22/2008
  • Tiyatro ve İstismarcılık (İbrahim Kırbulut) - 7/22/2008
  • Tiyatromuzda Amatörlük ve Profesyonellik (Melih Anık) - 7/14/2008
  • Aspendos Opera ve Bale Festivali'nde Norma'yı izledim (Üstün Akmen) - 7/11/2008
  • Kurtar Beni - Sesli Öykü (Gılman Kahyaoğlu Peremeci) - 7/9/2008
  • AÇIK MESAJIM VAR GİTMESİ GEREKENLERE… VE ÜSTÜNE ALABİLENLERE….. (Cihat Faruk Sevindik) - 7/8/2008
  • KAFKAS TEBEŞİR DAİRESİ- Erzurum Devlet Tiyatrosu (Ahmet Olcay) - 7/6/2008
  • Kene Can Almaya Devam Ediyorkene… (Ali Erdoğan) - 7/1/2008
  • Tiyatro'da Yeni Bir Kapı (Ulaş Tuzak) - 7/1/2008
  • Türkiye' de Sanat Yapılır mı? (Mert Urdal) - 6/30/2008
  • Mehmet Baydur’un bozuk Türkiye'si : Kamyon (İhsan Ata) - 6/30/2008


  • Tiyatro Kursu Başlıyor!
    12 Şubat'tan itibaren her PAZARTESİ Kadıköy'de!
    Çalışanlara yönelik hobi sınıfı!



    Duyuru Panosu!



    Son Eklenen Tiyatro Oyunları

         Güncel Yazılar

    Yazar olmak ister misiniz?
    Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...

    Mail Listemize Üye Olun

         Güncel Haberler
    Tiyatro Maydanoz, Nazım’ın Kadınları ile Sahnede
    Tekin Deniz: Dümbüllü kavuğunu kimseye devretmedi

    Tiyatro Dünyası'nı takip Edin
     
     |  ..