| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Korkunun Ecele Ne Faydası Var, Ne De Katkısı!: ACI Üstün Akmen Dünyanın bir numaralı korku ve gerilim romanları ustası Stephen King'in (1947) 1987 yılında yayımlanan ve 20. yüzyılın en iyi romanları arasında gösterilen, “Misery”si, Simon Moore'un uyarlaması ve Selma Yeşilbağ’ın çevirisiyle 2008–2009 tiyatro sezonunda Tiyatro Ayna tarafından sahnelenmekte. İngiltere’de yapılan bir anketle "Mutlaka Okunması Gereken 50 Çağdaş Kitap" arasında yer alan ve Türkçeye roman olarak “Sadist” başlığıyla 1987 yılında Gönül Suveren (Altın Kitaplar) tarafından kazandırılan “Misery”de Paul Sheldon, kolay okunan popüler romanlar yazarıdır. Artık kariyerinde bir dönüm noktasında olduğunu düşünür, seri maceralarını yazdığı karakteri Misery Chastain'i öldürüp diziyi bitirir. Paul Sheldon, “Misery” romanıyla ödül aldığı gece bir kaza yapar ve kullandığı otomobil şarampole yuvarlanır. Ayağı kırılan yazar kendinden geçer. Onu bulup evinde bakmaya başlayan Annie Wilkes, rastlantıya bakın ki Paul'un sadık okurlarından biridir ve kahramanı Misery Chastain'in de sıkı hayranıdır. Paul Sheldon, arabasının takla atarak yoldan çıkmasına neden olan kar fırtınasını hatırlamamaktadır. Tek anımsadığı olay, Annie Wilkes'in evinde gözlerini açmasıdır. Kaza yapmış araçtan çıkardığı Sheldon’un çantasında yazarın son kitabının dosyasını bularak okuyan ve Misery'nin ölümüyle şoke olan Wilkes öfkeye kapılır. Paul'u ayağından daha da feci yaralayarak iyiden iyiye yatağa hapseder. Hem bölge şerifi, hem de Paul’ün menajeri umutsuzca Paul'ü ararken, o, “gardiyanı” Annie Wilkes’e artık özel bir Misery macerası yazmak zorundadır. Bacakları kırıklar içinde olan yazarın dayanılmaz ağrılarından dolayı gereksinimi olan ağrı kesiciler uğruna o romanı yazması gerekecek, eğer yazmazsa, tüm yaşamı daha da beter bir karabasana dönüşecektir. “Misery”, yanılmıyorsam 1990 yılında William Goldman tarafından sinemaya da uyarlandı ve Rob Reiner tarafından yönetilen filmde başrolleri Kathy Bates ile James Caan oynadı. Türkçeye “Ölüm Kitabı” olarak çevrilen “Misery”, “En İyi Korku Filmi”, “En İyi Senaryo” ve “En İyi Erkek Oyuncu” ödüllerine aday gösterilmesinin yanı sıra, Kathy Bates'e 1991’de “Oscar”, “Golden Globe” ve “Chicago Film Eleştirmenleri En İyi Kadın Oyuncu” ödüllerini getirdi ve dünya çapında bir üne kavuşturdu. Oyuncuların üstün performanslarıyla film gişe yaptı, ama kitap kadar ürpertici ve sürükleyici bulunmadı. King’in, gerçekten de kurgusuyla, öyküsüyle olayların meydana geliş tarzı ve anlatımıyla bence de dört dörtlük olan romanı “Misery”; 1992 yılında yazar, tiyatro, sinema ve televizyon yönetmeni Simon Moore tarafından tiyatroya da uyarlanmış. İlk kez Londra'da sahnelenen Misery, başta Amerika olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde, tiyatroseverlerin de büyük ilgisiyle karşılaşmış. “Misery”yi bu kere “Acı” başlığı altında dilimize kazandıran Selma Yeşilbağ’ın yorumuna göre, “Misery”nin kitaptaki ürkütücü şiddet öğelerinin büyük bir kısmından ve filmin içerdiği "Hollywood"vari unsurlardan arındırılmış tiyatro uyarlaması, oyun kişilerinin ruhlarına olabildiğince yaklaşmayı seçmiş. Seçmiş ve seyirciyi oyun karakterlerinin içinde bulunduğu "kapana" hapsederek, bu "zalim-mazlum" ilişkinin arka planına bakmaya zorlamış. Onlara, çocukluk travmalarının, sevgiden ve ilgiden yoksun büyümüşlüğün çarpıttığı ruhların nasıl gerçek dünyadan sahte dünyalara kaçtığını ve nasıl şiddete yöneldiğini yansıtan bir ayna tutmuş. Yeşilbağ’ın bu yorumuna elbette saygım var, ama bir romanı tiyatroya uyarlamak hiç kuşkum yok ki çok zor “zanaat”! Simon Moore, bu çok zor “zanaat” için kolları sıvamış, gel gelelim “Acı”da “romandan mamul” filmden uzaklaşamamış, romanın üzerinden ilerleyememiş, sinema filmine takılmış. Gerçi karşılıklı konuşmaları ustalıklı bulmuş, ona bir şey diyemem, ancak düzenlemede tiyatrocu gözüyle yakalanan bir takım aksaklıklardan kendisini kurtaramamış. Tabloların bağlantısındaki zafiyeti görememiş, üstelik her tablonun biçeminin dramatik açıdan bağdaşmayacak kadar dağınıklığını iplememiş. Kısacası, bu oyun, “Misery” romanının oyunu olmamış. Olsa olsa diyebiliriz ki, “Misery” filminden çıkartılmış bir oyun olmuş. Moore, kim ne derse desin, oyunu bir eksen seçerek etrafında oluşturmamış/oluşturamamış. Şimdi belki gene doğal olarak alınanlar, kızanlar, “o ne anlarcılar” olacak, ama ne yapayım benim işim bu! Söylemek zorundayım. Oyunu sahneye taşıyan Mahmut Gökgöz de eserin ruhunu kavrayamamış. Çevirmene, dolayısıyla uyarlayana olduğunca sadık kalmış. Oyunu çevirmenin dümen suyunda sahnelerken, iki boyutta var olana zamanı da ekleyerek üç-dört boyuta taşıyamamış. Ayrıntıları olay örgüsünden ayıklayamadığı için olsa gerek, oyun süresi iki buçuk saati bulmuş. Dilek Türker’in basında “evrensel bir insan trajedisi” olarak tanımladığı oyun, içeriğindeki çağımızdaki insan hastalıklarını; korkuyu, yalnızlığı, şiddeti, sevgisizliği yeterince seyirciye aktaramamış. İnsan ruhunun derinlikleri ortaya çıkamamış. Diğer taraftan, sinemanın teknik yanılsama olanaklarının fazlalığını da unutmuş Gökgöz. Sahnenin fiziksel olanaklarını iyi hesaplayamamış. Belki de, “Ölüm Kitabı”ndaki sözsüz anlatımdan yararlanmaya çalışmış, ama olmamış. Eeee… Tiyatro bu! Mahmut Gökgöz en az benim kadar iyi bilir, tiyatroda her şey oyunculara diyalog olarak verilmek zorunda değil midir? Bunun dışında Mahmut Gökgöz’ün sahne trafiğindeki başarısına, “mış gibi” yerine “birebiri” seçmesine sözüm yok. Yer değiştirmeler, uzam içindeki (sahnede kapladığı yeri anlatabilmeyi amaçlıyorum) konumlar, oyuncuların (daha doğrusu genel anlamda Dilek Türker’in) duruş ve duraklamaları hepsi iyi. Mahmut Gökgöz, sahnede yürüyen oyuncunun, metnin okunması üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu iyi saptamış. Hani “blocking” dedikleri o muhtemel tıkanma ya da öbeklenmeyi ne yalan söyleyeyim iyi engellemiş. Genç çevirmen Selma Yeşilbağ’ı da kutlamalıyım. Çeviri sırasında titizlikle seçtiği sözcüklerle kulağa hoş gelen bir Türkçe elde ettiğini söylemeli, alnından öpmeliyim. Kimi sözcük hatalarının bir sonraki çevirisinde ortadan kalkacağına da eminim. Ancak, Türkçede “sana tutkunum” deyiminin var olduğunu, o replikte “sana bağımlıyım” deyiminin pek yakışık almadığını da eleştirmen amcası olarak alçakgönüllülükle kendisine anımsatmalıyım. Osman Şengezer’in dekoru gene Osman Şengezer düzeyinde. Tasarım-oyuncu ilişkisini gene istenilenden daha yukarıda tutmuş. Osman Şengezer’in dekor tasarımı oyunla seyirci arasındaki iletişimi derinleştirici nitelikte. Şengezer’in bu tasarımı da, genel anlamda oyundaki izleyicinin oyunu “seyretme” yetisini çimdikliyor. Nurettin Özşuca’nın müziği gerilim dozu dengeli, insanı “şartlı refleks”in elinde oyuncak etmeyen bir özgün müzik. Özşuca’nın müziğinde korku ve cesaret duyguları karmakarışık hale geliyor, ama bu duyguları iç içe geçirip hamur haline de getiriyor. Günnur Çaras’ın kostümleri incelikli bir zevk ürünü. Kemal Yiğitcan’ın ışık düzeni bu kere eleştiri oklarımın hedefinde... Pencereden görünen dışarısı, pencerenin karşısındaki duvar sürekli gece “mood”unda. Zaten duvardaki ışık, odadan dışarı yansıyan aydınlığı çağrıştırıyor. Seyirci, duvardaki dalda bulunan kardan, karın yok olmasından, yağan yağmurdan zaman akışını kavrıyor, ama ışık bu algılamaya hiç katkı sağlamıyor. Hatta seyirci kuşlar, horozlar, inekler, öküzler, domuzcuklar neden gece vakti bağırıyor, gıdaklıyor, böğürüyor diye şaşırıyor. Annie Wilkes'in gece vakti neden çarşıya gittiğini anlamıyor. “Acı”daki rolleri bir yanda otuz bir, diğer yanda kırk dört yıllık iki usta oyuncu paylaşmakta. Kazım Akşar Paul Sheldon ile özdeşleşmiyor, Paul Sheldon rolünü aşmaya çalışıyor. Dilek Türker, Annie Wilkes'in yaşanmış coşkularının kışkırtmış olduğu içsel yönelimleri derin içsel öz olarak duyumsadığında, gövdesini aksiyona mükemmelen uyduruyor. Kısacası, Dilek Türker ile Kazım Akşar hak ettikleri alkışlarınızı bekliyor. (Profilo Kültür Merkezi, Mecidiyeköy / Telefon: 0212 217 70 97 ve 0212 217 70 98) Üstün Akmen Evrensel Gazetesi Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 3 Ekim'den itibaren her PERŞEMBE Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|