| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Uyku kaçıran –İştah Kabartan “EĞİTİM- ÖĞRETİM” ve HESAP PEŞİNDE ... Dündar İncesu ÖN OYUN :
Tam aşağıdaki yazıyı bitirdim, size göndereceğim elektrikler kesildi. Şaşırmadım. Artık her şeye “alıştık” çünkü... Yağmur yağınca “susuz kalmaya” veya aynı anda “sel baskınına”... “Nurlu ufuklar demeçleri “ dinleyince işlerin daha da “kötü” olacağına türden garip ama gerçek bir “bağışıklık” kazandık. Kalktım AKM’ de “Fındıkkıran” temsiline gittim. Eseri yıllar içinde gerek TV de gerekse sahnede birkaç kez izlemiştim, ama izlemediğim başka bir olaya tanık oldum. İsmi bende gizli bir orta öğretim okulu öğrencileri öğretmenlerinin gözetimi altında anılan esere “mevcutlu” olarak getirilmişlerdi. Yaşamlarında ilk kez AKM’ ye ve böyle bir “oyuna”(!) getirilmelerini bir türlü hazmedemiyor, yerlerinde duramıyor, sürekli konuşuyorlardı. Etraftan yapılan uyarılara rağmen 1. perdenin sonuna kadar kaynayıp-fokurdayarak 25 e yakın bu genç insan orada tutuldu. Perde arasında “ neden böyle yaptıklarını, istemiyorlarsa çıkıp gidebileceklerini-etrafı rahatsız edip tepki aldıklarını-“ söylediğimde; çocuklar hep bir ağızdan “bizi buraya öğretmenimiz -NOT VERMEK- için getirdi, katılmazsak ZAYIF alacağız, onun için bu sıkıntıya girdik ama başımız çatlayacak gibi ağrıyor” diye yanıtladılar. Evet şimdi sevgili Seyirciler !!! Kelimenin tam anlamıyla “SEYİRCİLER” Düşünebiliyor musunuz bir öğretmen; iyi niyetle de olsa 25 çocuğu “bale izlesin” diye “zor” kullanarak, “şantajla” bir yerde 2 saat tutmaya çalışıyor. Ve “gözetim altındakilerde “ “aktif- pasif” bir eylemle “direniş haklarını” kullanıyorlar. Yapılana karşı duruş sergiliyorlar. Haldun TANER hocanın Keşanlı Ali Destanı’nda “HERKES HESAP PEŞİNDE ...” şarkısını hatırlarsınız sanırım. Ahçı pirinç aşırır Bakan plan tasarlar Memur terfi düşünür Tüccar vergi kaçırır Partiler oy hesaplar Amir prim sezinir Patron daktilo alır Mahpus günleri sayar Doçent kürsü aranır Müdür adam kayırır İhyalar parsa toplar Fakir pis pis kaşınır
Say sayabildiğin kadar Hesap var “iştah” arttırır... Hepsinin elinde kalem Hesap var “uyku” kaçırır... Hepsinin önünde kağıt her şeyin ucu hesap Herkes hesap peşinde .... Buradaki “hesap “iştah “mı arttırıyor, yoksa “uyku” mu kaçırıyor ? Varın siz değerlendirin.. Gelelim biz esas konuya yani elektrikler kesilmeden önce yazdığım birkaç satırlık “eğitim-öğretim” konusundaki görüşlerime... ESAS OYUN : Belli bir dalda, belli bir konuda beceri kazandırma, yetiştirme ve geliştirme işi olarak tarif edilen “eğitim” zor zenaattır. Yeni kuşakların toplum yaşamında yerlerini almaları için genel bilgi, beceri ve anlayışları edinmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine yardım etme olan bu eylemde; eğitim araçları eğitimin özelliklerinden, sorunların çözülmesinde ve bir bilginin, becerinin kazanılmasında yararlanılan her turlu şeyi kapsar. Eğitmek de bir kimsenin fiziksel, duygusal ve ussal gelişmesini etkileyerek, ona türlü davranış yatkınlıkları, görgü, bilgi ve beceri kazandırarak, önceden belirlenmiş amaçlara göre onun belirli bir yönde gelişmesini sağlamak, o kimseyi belli bir amaca göre biçimlendirmek gayesi güder. Bunun dışındaki eylemlere eğitim değil “eğlek” denir. Bu da “eğretidir” geçicidir. Bu güne değin Üniversiteler, konservatuvarlar, sanat merkezleri, atölyelerde yapılan ise “eğreltileme” yani bir gerçek anlamı ona benzerliği olan başka bir anlamla anlatma, benzerlik ilişkisinden yararlanarak sözcüğün, bu adın anlamını “eğreti” olarak aktarılması yapıla geldi. Sonuçta her eğreltilemede benzemenin ana öğelerinden biri düşerek tanınmaz hale gelmesi sağlandı. Ama “öğretim” denince kişiye belli bir ereğe ulaştıracak bilgileri öğretmek işi, bilgi-beceri ve yetenek kazandırma eyleminde bir bilim ya da sanat alanında bir öğretmenin ya da uzmanın gözetiminde ve yol göstericiliği altında belli bir konuda çalışan “ öğretmene” bağlı eylem anlaşılır. Onun için genç Cumhuriyetimizde hep eğitim ile öğretim birbirine girmiş, iç içe karışık bir tarzda yol almıştır. Sağlık sorununu çözmek istenildiğinde hemen “doktor” a başvurulması ama doktoru “sağlık memuru” , “ebe veya hemşire” den apayrı bir konumda düşünmemiz öğretile geldi. Mimarlık – mühendislik denince “mütahidlik” sıfatı akla düşüverdi. Kurs ise ilgililere bir konuda bilgi, beceri ve davranışlar kazandırmak için kuruluşlarca düzenlenen, kısa süreli derslere dayanan eğitim etkinliğidir. Çıraklık- kalfalık bu grup içinde değerlendirilir. Son zamanlarda moda olan “bilgisayar-fotoğrafçılık-gözlükçülük- dans ”kursları vd.leri bu kapsama girmektedir. Yukarıda da görüldüğü gibi dilimizde kavramlar ne denli iç içe girmiş, karışmış… Eski çağlarda olduğu gibi geniş toplulukları bir araya getiren, birliktelik duygusu yaratan, halkın kişisel gelişmesini hızlandırıp yeni bir görüşe sahip toplumu oluşturan gücü dans ve oyunda yukarıda sayılanlardan hangisi etkindir. Eğitim mi? Öğrenim mi? kurslar mı? Yoksa “doğaçlama” mı? Eski Yunan’da, Asya’da, Ortaçağda, Lope de Vega İspanyası’nda, Shakespeare İngiltere’sinde, 1789 Devriminden sonra da en has, en gerçek “halk sanatları” nerelerden kaynaklanmıştı? Anlamlı bir yaşamımız yoksa ve insan refahına hizmet edemiyorsak “yok” olmamız gerekir. Hem de en kısa yoldan! ... Hem asi olup, hem de körü körüne itaat şu an yaşanan ikilemi anlamlı kılıyor. Boşluktan korkup düzenin getirdiği güvene sığınmak, mutlak boyun eğmektir. Sıradan, pasif ve vazgeçilmez olmayan ezilenler grubundan, işe yaramaz “ artist takımı”ndan, zaman zaman işe yarayan ama büyük kavgalarda hiçbir tarafı tutmayan, tarih boyunca bir yerlerde bulunup, cennetle cehennemin arasında öylece duran biri mi olmalıyız? Sanatçı kendi kendisinin kölesidir. Kendi görüşlerine o kadar önem verir ki tarafsız olamaz. Ama görüşleri de geldiği sınıfla ilgili doğruyu gördüğünü ve doğruyu düşündüğünü sanıyor ama “doğru” kavramı o küçük kentsoylu sınıfının öğrettiği kavramlardan başka bir şey değil. Ama devrimler “yoksul” insanlar için yapılır. Öğretim-Eğitim –Kurs bunlardan hangisindedir? Bir gün insan yalnızlığına artık dayanamaz, aynanın karşısında bir kuyunun içine düşmüş gibi kendini karanlıkta buluverir. Ağzını, burnunu, yüzünü seçemez. Ayrıntılarını göremez. Sadece karanlıkta bir noktaya gözleri kilitlenir kalır. Bu bir intihardır. İnsanlara sütünü içirip, üstünü başını giydirmek yeterli değildir. Sanatta verilmelidir. Sanatçılar gururlu insanlardır. Kentsoylu toplumlarda aydınlar eleştiri hakkını kullanırken, çalışan-emekçi sınıfın çıkarlarından uzaklaşarak bunu yaparlar. Bir entelektüelin eleştirel bilinci birdenbire oluşmaz. Varlığımızın bir değeri olduğunu kabul edersek, ya da en azından var olmaya devam etmemize izin verilirse çuvaldızı kendimize batırmaktan kaçınılmayacaktır. Entelektüeller halkın gözünde “eğlencelik” olarak nitelendiriliyorsa “ entelektüellerin günahı”, mevcut sanat eğitim ve öğretimine karşı savaşmamaktır. Gereksinimin ne olduğunu kavrayamamış bir entelektüel, fiilen eylemin içinde olmakla görevini yerine getirir. Kendi “avangart” düşünce ve görüşleri fiiliyata dönüştürmek onun görevidir. Bu onun kendi kendisiyle çelişkiye düşmesi pahasına tek çıkar yoludur. Bir hazza kısa sürede ve dolaysız ulaşmak için çaba harcamaktan vazgeçirmek gibi ödevle karşılaşmış sanar kendini. Gerçekte insanın bütünüyle bir hazdan el çekmesi isteniyorsa bunda bir gariplik vardır. Dinler bile dünya nimetlerine sırt çevirmeleri yolunda müminlerine yönelttiği isteği, öbür dünyada bu dünyadakiyle kıyaslanmayacak kadar büyük ve üstün bir hazzın kendilerine bağışlanacağı sözlerine dayanır. İnsanı eğitimden geçirme işinde eğiticinin durumu öğrencisinden daha iyi görüp kavraması eğitim ve öğretimde kesin bir rol oynamıyor. Bir şeyi bilmekle onu bir başkasının ağzından işitmek aynı tutulamaz. Belli bir hazzın doyumundan şimdilik el çekip bir özveriyi üstelemek, sonunda daha iyi bir duruma kavuşmak için bir süre acı ve sıkıntıya göğüs germeyi ya da zaten herkes için geçerli bir yükümlülüğe boyun eğmesi istenenler arasında öyleleri çıkar ki, bir takım özel nedenler öne sürerek kendilerinden bekleneni yapmaya bir türlü yanaşmaz. Zaten şimdiye kadar yeterince acılara yoksulluklara katlandıklarını, daha çok acı ve yoksulluktan haklı olarak uzak kalmak istediklerini, çünkü “sıra dışı” kişiler olduklarını ve öyle de kalmayı düşündüklerini açıklarlar. Herkes bu “sıra dışı“ kişi deyip ortaya çıkarak kendisine bir takım ayrıcalıklar tanınmasını isteyebilir. Bunun için pek özel bir nedenin varlığı gerekir. Burada “takılıp kalma” çok önemli. Berthold Brecht’in “ileri hamle yapabilmek için geriye doğru birkaç adım atılmalıdır” dediği gibi “sıra dışı” kişilerinde takılıp kalmalarını belki bu geriye doğru birkaç adım atmaları önleyebilir. Kim bilir? İnsanda güzeli ve güzelliği arama yolundaki saf istek yani “estetik istek” sürekli bir gelişme çabası içindedir. Hemen ya da tutku türünden gelip geçici davranışlarda görüldüğü gibi, araştırmacı gücünü yitirmemiştir. Daha az olgunluktan daha çok olgunluğa erme yolunda harcanan caba olarak nitelenen böyle bir istek sonucu “iyi”ye ulaşılır. Böyle bir istekten beslenen sanat ön planda bir eğitim aracı da değildir. Saf istek insanı yanlış heyecanlandırır, hazza ulaştırır, hayran bırakır ve yüceltir. Böylece bir bakıma eğitmiş de olur. 19 yüzyılda “karamsar” biri olmasına rağmen Arthur Schopenhauer bile sanata ve güzele yönelen bu isteği “tükenmez ve dikensiz” bir istek olarak nitelemiştir. Türlerin Kökeninde C.Darvin “ evcilleştirmenin etkisinde yaşamın belirli herhangi bir döneminde ortaya çıkan değişimlerin, dölde de aynı dönemlerde yeniden ortaya çıkma eğiliminde olduğunu görmekteyiz” der. Bütün sanatların temeli duyusaldır. Bunların çekiciliği duyusal olmalarından ileri gelir. Duyuların getirdikleri ile vücudumuz canlanır. Sanat yalnız duyuları değil yoğunlaştırmakla kalmaz duyu bakımından olduğu gibi duygu bakımından da körleşmeyi engellemeye çalışır. Yaşantıyı aydınlatan somut sanat uğraşı hayal ve düşünce düzeyinde her türlü yaşantıyı aydınlatır. İçgüdülerin baskısı, hayat koşulları ile mantıklı ve faydacı kalıplara sokulan yaşantıyı farklı ve çeşitliliği unutmamızı sağlar. Çevrede tahrip edilmiş alanlar, zehirlenmiş kişiler var ise güven duygusu vermek veya teselli etmeyi başarmak olanaksızdır. Ahlak ile uygulanan politikalarda ortaya çıkan arasında bu zamanda fark oluşur. İktidarda olanlar haksızlıkları ülkenin iç işleri olduğu gerekçesiyle gizli tutmaya ve saklamaya çalışırlar. İnsanın kendi ülkesindeki haksızlıkları kabul etmemesi daha kötüsünün de geliyor düşüncesi ile karşı gelmek ve savaşmak zorunda olması gerektiği şeklinde düşünülmesi gereğine inanıyorum. Merhametin yedi fazileti doğaldır.Açları doyurmak, susuzlara su vermek, hastaları tedavi etmek, ölenleri gömmek, çıplakları giydirmek, tutukluları ziyaret etmek, yabancıları barındırmak. Buna göre bizler sadece bu ortamda “barınmak “istiyoruz. “Toplum bir kültür fideliğidir” demişti Aziz NESİN, uygun hava ve toprağı bulamayınca her bitki ve hayvan nasıl yetişmezse, kimi kurumların fideliği de insanların yetişmelerine uygun olmayabiliyor. Bizim işimiz bunları “ıslah” etmek. Bütün dünyada ve yaşadığımız ülkede bir İslami fundametalizm, bir şeriat sorunu var. Bunun arkasında bir “kutsal” yatıyor. Bir kutsalın yorumlanması yatıyor. Halk Eğitim Merkezlerinde sadece Eminönü Halk Eğitim Merkezi’nde yapılan 11. yılınla girerken “iyi saatte olsunların” hışmına uğrayıp “onarım” bahanesiyle kapatılıp “DEPO” ya donüştürülen mekan artık kutsalların arasında bir “klasik” olarak kalacak mı ? Klasik; zaman ve mekan sınırlarını aşacak değerlere verilen bir sıfattır.1926 doğumlu Kaya İLHAN bu bakımdan bir “klasik”tir.Yaptıkları ise ÇAĞDAŞtır. “Uyku kaçıran ve iştah kabartan” hesaplar, hesabı yapanın “niyetine “bağlı olunca “ABAKÜS” bile sevgili Ülkemde ileri bir araç olarak kullanılır. Dündar İNCESU 0532/2010052 Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 3 Ekim'den itibaren her PERŞEMBE Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|