| Tiyatro Kursu  | Şirket Tiyatrosu
Tiyatro Dünyası
Tiyatro Dünyası Bu Sahnede...
 
Ana Sayfa  |  Hakkımızda  |  Yazılar  |  Haberler  |  Yazarlar  |  Tiyatro Oyunları  |  Tiyatro Grupları  |  Sanatçılar  |  Kaynak  |  Duyuru Panosu  |
Muhsin Ertuğrul; Türk Tiyatrosunun Simurg'u....
Murat Örem



Türkiye tarihi , kendisinden önceki iki yüz yıl boyunca doğu batı sarmalında gidip gelmekten bitap düşmüş bir adamın varisçisinin başına gelenler olarak da tanımlanabilir...

Çünkü Türkiye’nin de kuruluşundan bu yana geçen 90 yıllık süreçte “nereye doğru ilerlemesi gerektiği” yönündeki med cezir, Osmanlının da en temel meselesi olmuştur özellikle son yüzyılında...

Islahat Fermanı , Tanzimat Fermanı, Meşrutiyet ilanları aslında hep bu arayışların yansımalarıdır yukarıdan aşağıya doğru kurgulanarak...Bu kurguların ne oranda başarılı olduğu ya da ne oranda bu topraklara uygun olduğu yönündeki tartışmalar bu yazının konusu olmasın ama bunun böyle olduğu bilinsin....

Dönemine göre yüzlerce yıldır, basit anlamıyla doğululuk batılılık, ilericilik gericilik, asrılik muhafazarlık... karşıtlıklarıyla tanımlanan ve “modernleşme” tanımıyla yürütülen/yürüyen süreç, çatışma kaynakları ve uzlaşma arayışlarıyla bugün de devam etmekte...

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Peyami Safa’nın, Cemil Meriç’in , Kemal Tahir’in , Oğuz Atay’ın , Tarık Buğra’nın , İdris Küçükömer’in, Şerif Mardin’in, Halit Refiğ’in ve bir çok değerli ismin dönüp dönüp onlarca yıldır anlamaya ve anlatmaya çalıştıkları temel olgu tarihteki bu çatışma eksenidir...

Mesela Kemal Tahir yaşadığı dönemde, bu topraklarda , batı eksenli modernleşmenin başarılı olma ihtimalini çok zayıf görmüştür devlet ve insan yapısının batılı modellerden çok ama çok farklı olduğunu öne sürerek...Kemal Tahir’in yaşadığı dönemde başına gelenlerin (!) temel unsuru da bu saptamasıdır...

İdris Küçükömer de iktisadi yapılar üzerinden yaptığı analizlerde bu teze yakın saptamalar yapmıştır... Eh , iddialı ve “resmi tezlere aykırı” şeyleri duymayı hiç sevmeyen bir toplumda, İdris Küçükömer de 12 Eylül 1980 sonrasının YÖK döneminde bu çabalarının karşılığını almıştır (!) üniversitesinde ders vermesi yasaklandığı için, acılı bir yüz ve pötikare ceketiyle Beyazıt Meydanında kuşlara yem atmak zorunda bırakılarak !

Ölümünün öncesindeki son dönemde Küçükömer’i bu satırların yazarı da dahil çok görmüştür öğrencileri, Beyazıt Meydanından okulunun tarihi kapısına hüzünle bakarken...

Çok kısa biçimde özetlemeye çalıştığımız konu Türkiye’nin en temel meselesidir bugün de...Sakallı Celal denilen “bilge” çok yıllar öncesinden ironik bir saptamayla , artık hangi gelecek günlere atıf yaptıysa “ Türkiye doğuya doğru giden geminin içinde güvertenin batısına koşan adama benzemekte..” demiştir...

Her dönem ve her keskin değişim süreçleri öne çıkan isimleri de yaratır...

Biz de bir benzetme yaparsak , Muhsin Ertuğrul ya da Ertuğrul Muhsin de imparatorluktan cumhuriyete giden bir geminin içinde , o geminin yalnızca yol almasıyla yetinmeyip; geminin içindeki mürettebat ve yolcuların da bir taraftan batıdaki menzile yol alırken, öte yandan da zamanlarını kültür ve sanatla geçirmelerini isteyen idealist, gözükara ve nesli tükenmiş adama benzetilebilir...

Bu yazıyı ve aşağıdaki yazıyı okuyan isimlerden bazıları, yazıdan sonra Muhsin Ertuğrul hakkında daha detaylı bilgiler edinmek isterlerse , değerli kalem ve edebiyatçı Ayşegül Çelik’in 2013 yılının Ocak ayındaki ( “Ölmeyi Bilen Adam; Muhsin Ertuğrul” / Can yayınları ) kitabının içinde de tarifsiz bir yolculuk yapabilirler...

Hayat , bazen zor zamanlarda konuşanlara daha toleranslı davranır...

Muhsin Ertuğrul , 90 yıla yakın süren uzun ve çok emek verdiği hayatında , büyük zorluklar yaşasa , hatta meslek içi ayak kaydırma oyunlarına defalarca maruz kalsa da , eserlerinin kurumsallaşmaya başladığını gören mutlu fanilerden olmuştur...

Kurumların , şehirlerin, sokakların yılda bir yıkılıp yeniden yapıldığı ve toplum hafızasının inşaaat molozları ve grayderler altında kaldığı bir coğrafyada Muhsin Ertuğrul’un yaşadığı mutluluk ve hedefe varma duygusunun tek tanımı vardır belki de ; Tuttuğunu Koparmak...

Muhsin Ertuğrul tuttuğunu koparan bir adamdır...

Hangi zaman diliminde ve hangi niyetle olursa olsun Muhsin Ertuğrul’u Türk Tiyatro tarihinden çıkarmaya kalkarsanız da o binanın altında kalmanız kaçınılmazdır....

Aşağıda paylaştığımız metin de 2010 yılında hazırlayıp sunduğumuz Muhsin Ertuğrul özel programının omurgasıdır...

( murat örem / 28 şubat 2013 / ankara...)


MUHSİN ERTUĞRUL ; Türk Tiyatrosunun Simurg’u....

Tanzimat Fermanı’ndan sonra büyük bir dönüşüm içine giren Osmanlı toplumunda tiyatro, uzun yıllar gayrimüslim cemaatlerin, özellikle Ermeni yurttaşların ilgilendiği bir alan olmuştur. Anadolu’da köy seyirlik oyunları ve İstanbul’da sergilenen Ortaoyunu ve Karagöz gösterileri devam ederken batılı anlamda tiyatro gölgede kalmıştır. Bu durumun altında yatan önemli nedenlerden biri de kadınların sahneye çıkmalarına yönelik görünür ve görünmez bir taassubun Osmanlının son yıllarında daha da hakim olması denebilir..

Çoğunluğu oluşturanların pek ilgilenmediği bir alan olan tiyatroda icra-ı sanat eylemek de olsa olsa tatlı deli olmayı veya bir çeşit delilik görülen işine aşık olmayı gerektirmektedir. İşte Muhsin Ertuğrul böyle bir delidir, unutulmaz bir tamlama olarak, tiyatroyla ilgili bugünlere kadar gelen deyimdeki gibi iki kalas bir heves sevdalısıdır... Muhsin Ertuğrul öncesi dönemde özellikle Güllü Agop adıyla bilinen, Agop Vartovyan’ın çabalarıyla sahnelenen Türkçe oyunlara, aydınların yanı sıra halk da yakınlık göstermeye başlamıştır.

Elbette tüm bu çabalara rağmen tiyatronun bir kültür kurumu haline gelmesi ve toplumun her katmanına nüfuz etmesine yine de daha çok zaman vardır. Dev adımlar atacak olan usta sahneye çıkmamıştır henüz…

Çok uzun yıllar önce, Muhsin Ertuğrul üzerine hazırladığımız bir yazıya şöyle başlamışız; “Bugün, Türk Tiyatrosu diye bir güzellik her şeye inat karşımızda duruyorsa , kamuya ve şahıslara ait tiyatrolar her geçen gün yeni sahnelerini açıyorsa, tiyatro grupları bu güzelliği paylaşmaya hazır olan seyirciye tekrar tekrar “Merhaba” diyecek gücü kendinde buluyorsa, bugünlere gelmede birilerinin payı elbette diğerlerinden çok daha fazladır...Bazılarının sandığı gibi bu adımlar kolay çabalarla atılıvermedi. Bugün bilinen-bilinmeyen, unutulduğu için anılamayan yüzlerce, binlerce insan, çağına ters düşmesine rağmen, dünya tartısına çıkan ülkesinin, Türkiye’nin temellerine harç taşıdı büyük bir inanç ve çabayla . İşte Muhsin Ertuğrul da yeni Türkiye’nin tiyatro serüveninde çabaları, küskünlükleri, başarıları, engellenmeleriyle , en önemlisi iyi olan her şeye sonuna kadar sahip çıkan direnci ve sonunda mutlaka kazanan inatçılığıyla milat oldu…Pusula oldu..


Türk tiyatrosunun en önemli kilometre taşı Muhsin Ertuğrul 28 Şubat 1892 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelir. Mekteb-i Tefeyyüz’de başladığı öğrenimini Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi’nde sürdürürken tiyatroya ilgi duymaya başlar. Ergenlik yıllarında başlayıp bir süre sonra bitecek bir heves değil, kalıcı bir aşktır tiyatro Muhsin Ertuğrul için..Önce, ulaşılmaz ve kusursuz görünen, her şeyin mükemmel olacağı bir dünya vadeden, sonrasında da kusursuz olmadığını gördükçe daha da tutkuyla bağlanacağı büyük bir aşktır hem de…

Muhsin Ertuğrul’un ilk kez Burhanettin Tiyatrosu’nda, Sharlock Holmes oyununda Bob karakterini canlandırmak üzere sahneye çıktığı konusunda bütün kaynaklar hemfikir. Ancak bu temsilin tarihi konusunda bir kısım kaynaklar 2 Ağustos 1909’u, geri kalanı da 30 Temmuz 1910’u işaret ediyor. Türk tiyatrosu için çok önemli bir dönemeç olan ilk sahne tecrübesi ailesi tarafından hoş karşılanmaz o günlerdeki adıyla Ertuğrul Muhsin’in. Tiyatroyla ilgilenmesinden yana değildir ailesi. Ancak genç Muhsin Ertuğrul aklına koymuştur yaşamına tiyatroyu sokmaya. İleride de ailesiyle olduğu gibi otoriteyle de tiyatro yüzünden çok ama çok ters düşecektir Muhsin Ertuğrul...

Bir çok kez, makamda kalmak mümkün olduğu halde kapıyı sessizce kapatıp çıkacak, görevini bırakacak ama tiyatroya, ilkelerine ihaneti aklından geçirmeyecektir. Tiyatro uğruna kaçarcasına uzaklaştığı ilk kapı da doğup büyüdüğü evin kapısı olur Muhsin Ertuğrul’un....

Muhsin Ertuğrul, Burhanettin Tiyatrosu’nda Drefyüs ile Arlésienne, Sahne-i Milliye-i Osmani’de de Othello ve Gülnihal oyunlarındaki performansıyla dikkat çeker 20 yaşına gelmeden. Oyuncu arkadaşı Vahram Papazyan’ın ısrarı üzerine 1911’de Paris’e gider. Burada tiyatro çevreleriyle yakın temaslar kurar. Oyunlar izler, tiyatro üzerine birikimini arttırır. Bir yıl sonra İstanbul’a döndüğünde, Paris’te çok etkilendiği Hamlet yorumunu Sahne-i Milliye-i Osmani’de sahneye koyar. Muhsin Ertuğrul, bu ilk rejisörlük denemesinde, tiyatro tarihinin en zor kabul edilen rollerinden olan Hamlet’i, canlandırır ....

1913 yılına gelindiğinde ilk tiyatro topluluğunu kurar Muhsin Ertuğrul. Yeni Turan Temsil Heyeti adını verdiği bu grupla İstanbul ve Bursa’da oyunlar sahneler. Aynı yıl İstanbul Şehzadebaşı’nda açtığı Ertuğrul Sineması’nda ise film öncesi kısa gösteriler sunar. Yine 1913 yılının sonunda karıştığı siyasi bir olay dolayısıyla sınır dışı edilir ve Paris’e gider. Bütün çabalarına rağmen Paris Konservatuarı’na giremez. Birinci Dünya Savaşı patlak verene kadar Paris’te tiyatrolar ve film stüdyolarında gözlemler yapar. Savaşın başlamasından sonra tekrar İstanbul’a döner.

Muhsin Ertuğrul İstanbul’da, Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları ve Ertuğrul Tiyatrosu adındaki ekiple tiyatro çalışmalarını sürdürürken, İstanbul’un o dönemdeki Belediye Başkanı olan Cemil Topuzlu’nun bir hayali vardır: Türkiye’nin ilk konservatuarını kurmak… 1914 yılında kurulan bu eğitim yuvasına, Ali Ekrem Bolayır’ın önerisiyle Darülbedayi-i Osmani adı verilir ve başına, Muhsin Ertuğrul’un Paris’te her çalışmasını yakından takip ettiği Andre Antoine getirilir. Muhsin Ertuğrul bugünkü adıyla İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları olan Darülbedayi’nin açtığı sınavı kazanarak, yardımcı öğretmen sıfatıyla bu kurumda göreve başlar. Kısa süre sonra Antoine’ın ülkesine dönmesi sonucu Darülbedayi’nin yönetimi Reşat Rıdvan ve Muhsin Ertuğrul’un öncülüğündeki ekibe kalır. Darülbedayi’nın halka açık ilk oyunu, bir uyarlama olan Çürük Temel’dir ve 1916’da Asker Ailelerine Yardım Cemiyeti yararına oynanır....

1916’da Berlin’e giden Muhsin Ertuğrul, film stüdyolarında ve tiyatrolarda set ve sahne işçiliği ile figüranlık yapar. 1917’de yurda döndüğünde Darülbedayi’nin ilk yerli oyunu olan Baykuş’u sahneye koyar ve başrolünü oynar. Baykuş’un yazarı, daha çok Beş Hececiler grubundan tanınan şair Halit Fahri Ozansoy’dur. Muhsin Ertuğrul Berlin dönüşü kurduğu Edebi Tiyatro Heyeti’yle, İskandinav edebiyatının önemli yazarlarından Henrik İbsen’in Hortlaklar oyununu sahneye koyar. Oyun, toplumun iki yüzlü ahlak anlayışının eleştirilmesi üzerine kurgulanmıştır. Darülbedayi yönetimi, Hortlaklar’ın yönetmeninin kurumdaki görevine devam etmesini uygunsuz bulur.

Muhsin Ertuğrul’un daha sonra tekrar tekrar başına gelecek olan ayrılışların ilki yaşanmış olur böylece.

1919 yılı, Darülbedayi’den kırgınca ayrılan Muhsin Ertuğrul’un sinemaya merhaba dediği yıl olur. Almanya’da Stanbul Film adlı yapım şirketini kurar ve senaristliğini ve başrolünü de üstlendiği Samson isimli filmi çeker. Almanya’da birkaç kez daha kamera arkasına geçtikten sonra yurda döndükten sonra otuz civarında filme imza atacaktır Muhsin Ertuğrul. Kısa bir süre sonra Darülbedayi’ye geri döner Muhsin Ertuğrul. Ancak 1921’de, bu kez oyun seçiminin oyunculara bırakılması isteği yönetim tarafından kabul görmeyince, şairliğiyle de tanınan ve içimizden geçeni söylememiz gerekirse bugün bile ne yazık ki hak ettiği kadar tanınmayan, Ercüment Behzat Lav ve birkaç arkadaşıyla beraber tekrar ayrılır Darülbedayi’den. 1922’de Türkiye’deki ilk filmi, İstanbul’da Bir Facia-yı Aşk’ı çeker...

1924 yılına kadar Almanya ve Avusturya’da bulunur. Avrupa’da olanı biteni yakından izlerken, birçok oyunu da Türkçe’ye çevirir Muhsin Ertuğrul.. 1924 yılında ne yazık ki sonraki yıllardan birinde çıra gibi yanacak olan Şehzadebaşı’ndaki Ferah Tiyatrosu’nda Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları topluluğuyla çeşitli oyunlar sahnelemeye başlar. Türk tiyatro tarihine “Ferah Dönemi” olarak geçen bu çaba yalnızca beş ay sürse bile, yerli yazarlara, takım çalışmasına, işbölümüne büyük değer verilen farklı bir adım olarak hafızalarda kalır. Tiyatro bilgisi ve tiyatro seyircisi adabı hatırlatmalarını içeren broşürlerin seyirciye ücretsiz olarak dağıtılması, öğrenciler için ilk defa indirimli matinelerin düzenlenmesi hep bu beş ay içinde olur. Çok kısa sürede tiyatroyla ilgili yanlış kalıpların, önyargıların esnetildiği bu zaman diliminde Ertuğrul Muhsin Tiyatrosu , seyirciye, bugün bile rekor denebilecek sayıda yirmi üç ayrı oyunu sergilemeyi de başarır.

Muhsin Ertuğrul, Ferah döneminden sonra, tiyatro bilgisini geliştirmek için bu kez de Sovyetler Birliği’ne gider. Bugün bile adları oyunculuk metodlarıyla anılan ve biraz da abartılı oyunculuk tekniğinin temellerini atan isim olarak bilinen Stanislavski’nin, Mayerhold’un ve ünlü Potemkin Zırhlısı filminin yönetemeni de olan Ayzenştayn’ın çalışmalarına katılır. 1927’de ülkesine döndüğünde, Darülbedayi’nin kapısından tekrar içeri girer Muhsin Ertuğrul, sanat yönetmeni olarak.

Çeşitli aralıklarla gittiği Avrupa ülkelerinde edindiği deneyimler ve özellikle Almanya ve Sovyetler Birliği’nde kazandığı tiyatro disiplini, Muhsin Ertuğrul’un tiyatro yöneticiliğine büyük katkılar sağlamıştır. Muhsin Ertuğrul’un sanat yönetmenliğindeki Darülbedayi’de de oyun hakkında bilgi veren broşürler bastırılır ve izleyiciye ücretsiz olarak dağıtılır. Provalar ve temsiller dakika sektirilmeden tam saatinde başlar. Muhsin Ertuğrul bu konuda titiz hatta çok katıdır. Muhsin Ertuğrul’la ilgili bugünlere kadar gelen efsanelerden biri de, bu konuda devlet başkanlarına bile en küçük bir iltimas yapmadığı ve şimşekleri üzerine çektiği yönündedir. Bu arada halkın tiyatroya olan ilgisini artırmak ve izleyicinin ufkunu genişletmek için, kendi türünde en uzun süre yayın yapan Darülbedayi dergisi de yayınlanmaya başlanır 1930 yılından itibaren. Türkiye gibi, kurumların ve süreli yayınların maalesef kısa ömürlü olduğu bir ülkede bu yayın ne güzel ki çok uzun soluklu olacak ve önce Türk Tiyatrosu 1980 yılında da Şehir Tiyatrosu adını alacaktır.

1930 yılı, Muhsin Ertuğrul için de Türk tiyatrosu için de bir dönüm noktası olur. Darülbedayi, Muhsin Ertuğrul’un yönetip oynadığı Hamlet ile Ankara turnesindedir . Tarihi Ankara Radyosu binasının o zamanlar yalnızca arsasının bulunduğu bölgenin hemen arkasında bulunan Türk Ocağı sahnesinde üç gün boyunca tıka basa bir salona oynanır oyun. Oyunu izleyenler arasında genç cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de vardır… İstanbul’a dönmeden yanına çağırır ekibi Mustafa Kemal. Beğenisini ve memnuniyetini ilettikten sonra Muhsin Ertuğrul’a, “Devlet olarak bizden beklediğiniz, istediğiniz bir şey var mı?” diye sorar. Muhsin Ertuğrul, tiyatroya sevdayla bağlı bütün arkadaşlarının içinde bulunduğu durumu tek cümleyle açıklar: “Sayın cumhurbaşkanım, açız!”

Elbette yalnızca bu yanıtla yetinmez Muhsin Ertuğrul...Bilmektedir ki, tek kaygısı karnını doyurmak olanlar seçmemektedir bu mesleği... Tiyatroculuk kişisel bir tercih meselesi olmakla birlikte, toplumu yönlendirmekte ve ileri götürmekte tanımsız bir yerdedir. Bağımsızlık yolunda vakti zamanında dünyayı karşısına almış olan Mustafa Kemal’e asıl isteğini bildirir Muhsin Ertuğrul: “Efendim esas konservatuara ihtiyacımız var.” Cumhuriyetin ilk konservatuarının kurulması her ne kadar bazı güçlükler nedeniyle altı yıl sonraya kalsa da, karar o gece sabaha karşı verilmiştir. Hepimizin ezbere bildiği Mustafa Kemal’e ait şu özdeyiş de Ankara’daki Darülbedayi heyetini uğurlarken dökülür dudaklarından: “Efendiler! Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz ama sanatkar olamazsınız. Hayatlarını sanata vakfeden bu çocukları sevelim.”

Tiyatro alanında canla başla mücadele eden Muhsin Ertuğrul, sinemada da öncülüğünü sürdürür. 1931 yılında, Türkiye’nin ilk sesli filmi İstanbul Sokaklarında’yı çeker. İlk kez çekilen köy konulu bir diğer Muhsin Ertuğrul imzalı film de Bataklı Damın Kızı Aysel’dir ve 1934 yapımıdır. Sözümüzün burasında Muhsin Ertuğrul’un sinema kariyeriyle ilgili bir parantez açmak istiyoruz. Muhsin Ertuğrul, sinemayı, tiyatro kadar olmasa da, toplumsal işlevi bakımından önemsemiştir . Ülkede sinemayla uğraşan az sayıda insan olması, onu adeta bir görev duygusuyla sinemaya itmiştir ancak taş yerinde ağırdır misali şurası kesindir ki, sinemada istediği sonucu alamamıştır.

Muhsin Ertuğrul filmlerinin çok başarılı olmamaları Türk sinemasının da uzun yıllar önünü tıkamış ve başarısız örneklerle dolmasına yol açmıştır bir görüşe göre. Hatta 1953 yılında çevirdiği, Türk sinemasının ilk renkli filmi olan Halıcı Kız’ın bir bankanın sponsorluğunda çekilmesi ve gişede başarısız olması da finans dünyasının çok uzun yıllar sinemadan uzak düşmesine yol açmıştır bazı çevrelere göre....

Tiyatroya yaptığı katkılardan dolayı 1930 yılında Alman hükümeti tarafından Goethe madalyasına layık görülen Muhsin Ertuğrul, ünlü oyuncu Behzat Butak’a jübile yaparak Türk tiyatrosunu jübile geleneğiyle de tanıştırmıştır. Muhsin Ertuğrul ’un Türk tiyatrosuna getirdiği devrim niteliğindeki çok önemli bir yenilik de 1935 yılında Şehir Tiyatrosu bünyesinde kurduğu çocuk tiyatrosu olur. Çocuklara yönelik tiyatronun üvey evlat muamelesi gördüğü sürece tiyatroda atılacak diğer adımların kaçınılmaz olarak havada kalacağını bıkıp usanmadan dile getirmiştir Muhsin Ertuğrul hayatı boyunca.

Çocuk eğitiminde dramanın bir yöntem olarak kullanılmasının ancak 1990’larda yaygınlaştığını göz önünde bulundurursak, Muhsin Ertuğrul’un uzağı görmekteki başarısına ve insana yatırım ilkesine bir kez daha saygıyla şapka çıkarmak gerekir...

Açılması büyük umutlarla beklenilen konservatuar, nihayet 1936 yılında hayata geçer. Almanya’nın saygın tiyatro insanlarından Carl Ebert’in başına getirildiği bu kurumda Muhsin Ertuğrul da öğretmen olarak yer alır. Kendi kültürünü özümsemeden salt batılı öğelere dayalı bir tiyatro eğitimine karşıdır Muhsin Ertuğrul. Carl Ebert’le birlikte gelen bazı Alman hocaları yetersiz bulmaktadır. Carl Ebert’le yaşadıkları bir tartışma sonucu, Ebert’in “Alman hocalar giderse ben de giderim” restine, “Siz buradaki öğrenciler için lazımsınız. Ben giderim yanıtını verir.” Muhsin Ertuğrul, bir kez daha kuruluşuna ön ayak olduğu bir kurumdan, o kurumun selametini düşündüğü için ayrılır…Bırakıp gitmelere alışıktır Muhsin Ertuğrul...İlkeleri onun için çok önemlidir ama bu tartışmaların hiçbirinde tiyatroyu feda edecek kadar gözü dönmüş ve bencil değildir...

Muhsin Ertuğrul, ileride kurulacak olan Devlet Tiyatroları’nın çekirdeğini oluşturan Ankara Devlet Konservatuarı Tatbikat Sahnesi’nin başına geçmek üzere Ankara’ya geldiğinde yıl 1947’dir. Şehir Tiyatroları’nın sanat yönetmenliğini, Devlet Tiyatroları genel müdürü olduğu 1949 yılında bırakır. 10 Haziran 1949’da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan Devlet Tiyatroları, 1970 yılına kadar Devlet Opera ve Balesi’ni de bünyesinde barındırır. Kurulduğunda yalnız iki sahnesi vardır Devlet Tiyatroları’nın: Ankara Ulus’ta bugün de yaşayan Küçük Tiyatro ve Büyük Tiyatro.

1951 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı’na kızarak genel müdürlükten istifa eder ve İstanbul’a döner Muhsin Ertuğrul. 1954 yılında tekrar kabul eder genel müdürlük görevini. İş başına geçer geçmez iki sahne daha açar Ankara’da. Bölge tiyatrosu çalışmalarına başlar. Devlet Tiyatrosu, bugün Türkiye genelinde yerleşik ve gezici teşkilatıyla bütün illerde düzenli olarak ‘perde’ diyebiliyorsa bunda da en büyük pay, kuşkusuz Muhsin Ertuğrul’un ve o günlerin çabasınındır....

Muhsin Ertuğrul 1957 yılında bir kez daha ayrılır Devlet Tiyatroları’ndaki görevinden. Tekrar İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun başına geçer. Devlet Tiyatrosunda edindiği deneyimleri burada da uygulamaya başlar. Yeni sahneler açar, oyuncu ve teknik ekip kadrosunu genişletir. Diploma veren bir kuruluş anlamında değil ama usta-çırak sistemine dayalı bir tiyatro okulu haline getirir İstanbul Şehir Tiyatrosu’nu. 1964’te Türkiye’de ilk kez Berthold Brecht’in bir oyununu ve Shakespeare’in 400. doğum yıldönümü nedeniyle beş sahnede beş Shakespeare oyununu sahneletmesi tepki toplar ve 1968’de bir kez daha görevine son verilir Muhsin Ertuğrul’un....

Muhsin Ertuğrul 1974’te tekrar Darülbedayi’ye dönene dek İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsünde ve özel bir tiyatro okulunda dersler verir. 1974 yılında, onca olan bitenden sonra yeniden Şehir Tiyatrosu’nun başına geldiğinde 82 yaşındadır Muhsin Ertuğrul Hoca. Türk Tiyatrosu’na unutulmayacak sayıda oyuncu, oyun yazarı ve sahne kazandırıp, zihniyet devrimi yaşatan Muhsin Ertuğrul yoluna her şeye ve sekseni aşan yaşına inat devam etmeyi yeğlemektedir. Bu dönemde gezginci bir tiyatro kurarak İstanbul’un her yerinde temsiller verdirir Muhsin Ertuğrul.. Hayatı boyunca ‘Öğrenmenin yaşı yoktur’ diyerek defalarca dünya şehirlerine gidip gelen Muhsin Ertuğrul 1974-76 arasındaki son sanat yönetmenliği döneminde açtığı üç yeni sahnenin yanı sıra, Yedikule Zindanları’nda bir açık hava sahnesi daha kazandırır şehre....

Yıl 1976 olduğunda Muhsin Ertuğrul bulunduğu görevden artık son kez ayrılmaktadır. Türkiye büyük bir hızla yine bir askeri darbeye doğru yol alırken kamplara bölünen toplumdan tiyatro dünyası da payına düşeni almıştır.

Bütün ömrünü tiyatroya adayan Muhsin Ertuğrul da ne gariptir ki yeteri kadar katılımcı ve ilerici bulunmayarak hedef tahtasına konulmuştur. Sözümüzün sonuna doğru bir parantez açarak şunu söylemek istiyoruz; Dünya üzerindeki bütün öncü isimler gibi Muhsin Ertuğrul da sıfırdan bir yapı oluştururken zaman zaman ‘dediğim dedik’ ilkesine yaslanmak zorunda kalmış ancak son noktada tiyatro kurumu ve sanatının selametini öne koymuştur. Bu olaydaki istifa mektubunda da şunu yazmıştır Muhsun Ertuğrul “Baş gösteren ‘yerinden tiyatro yönetimi’ tartışmalarının tiyatronun iç gerilimini artırdığını ve demokratikleşme çabalarının asla bu olmaması gerektiğini düşünerek görevimden ayrılıyorum...”

Sanatla uğraşan, işi yeniden yeniden aramak, sorgulamak ve göstermek olan insanların büyük bölümünde görülen ego, Muhsin Ertuğrul’da yerini alçakgönüllülük ve hizmet aşkına bırakmıştır. Dile kolay, 87 yıllık yaşamını, Türkiye’de tiyatronun yaygınlaşması, gençlerin tiyatroculuğu saygın bir meslek olarak seçmesi ve bu konuda kaliteli eğitim alabilmesi ve yerli oyun yazarlarının iyi bir eğitimle yetişmesine adamıştır hocaların hocası Muhsin Ertuğrul .

1979 yılında Ege Üniversitesi Senatosu tarafından , Türk Tiyatro ve Sineması’na yaptığı büyük katkı ve hizmetten dolayı ‘Fahri Doktor’ ünvanı verilen Muhsin Ertuğrul, 23 Nisan’daki bu törene hasta olmasına rağmen büyük bir özveriyle katılır. Ancak altı gün sonra 29 Nisan 1979’da tiyatrocuların çok sevdiği deyimle söylersek ‘Ağaçlar gibi ayakta’ hayata veda eder . Son kez iner perdeler Türk tiyatrosunun hocalarının hocası için...

Muhsin Ertuğrul da ölür ama ardında koskocaman İstanbul Şehir Tiyatroları ve Devlet Tiyatrosu geleneği kalır kadir kıymetini bilmek isteyenler için....

( murat örem / 2010 / ankara
alper beşe’nin değerli katkılarıyla...
yedigunyazilari.blogspot.com )


Yazarın Tüm Yazıları


Paylaş      
Yorumlar

Bu Oyun Hakkındaki Görüşlerinizi Paylaşın !

İsim
Mail  (Yayınlanmayacak)
Yorum
Güvenlik Kodu= 842
Lütfen bu kodu yandaki kutuya yazınız
 

    Son Eklenen Yazılar     En Çok Okunan Güncel Yazılar
27 MART… UMUDUNU ARAYAN BİR GÜN (Ahmet Yapar)
YOKLAMA LİSTESİ (Skeç)
    Tüm Tiyatro Yazıları

    Bu Tarihte Yayınlanan Diğer Yazılar
    Bu yazının yayınlandığı tarihte gündemdeki diğer yazılar aşağıda listelenmiştir...

  • Made In Birol Güven Damgası Sahnede: Yatak Odası Diyalogları (Üstün Akmen) - 5/11/2013
  • Bir Hışmınan Geldi Geçti Globe Theatre, Peh, Peh, Peh: Kral Lear (Üstün Akmen) - 5/6/2013
  • Pal Sokağı Çocukları - Ankara Devlet Tiyatrosu (Kurtuluş Bilgilioğul) - 5/6/2013
  • Gay Olmak ya da Olmamak; Nathan Lane'li -The Nance- Broadway'de… (Ali Kemal Güven) - 5/2/2013
  • Aşkın Yeni Adresi - Taj Express (Kurtuluş Bilgilioğul) - 5/2/2013
  • Genç Yazar Uğur Saatçi Gene Trabzon'da: Bu Da Geçer Ya Hu (Üstün Akmen) - 5/2/2013
  • Othello Rize'de (Gülseren Engin) - 5/2/2013
  • Muhsin Hoca Kime Teslim??? (Nedim Saban) - 4/30/2013
  • Hayatı Seçmek mi Onuru Korumak mı: Jeanne d'Arc'ın Öteki Ölümü (Üstün Akmen) - 4/27/2013
  • Su ve Ateş Anıları (Kurtuluş Bilgilioğul) - 4/26/2013
  • Muhsin Ertuğrul; Türk Tiyatrosunun Simurg'u.... (Murat Örem) - 4/26/2013
  • Muhsin Ertuğrul; Türk Tiyatrosunun Simurg'u.... (Murat Örem) - 4/26/2013
  • Suç ve Ceza Yabancı Sahnede… (İhsan Ata) - 4/26/2013
  • Orhan Asena Bu Yıl Da Konya'da: Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe (Üstün Akmen) - 4/24/2013
  • Jürilerin Koltuk İşgali (Nedim Saban) - 4/23/2013
  • MERYEM'İN VASİYETİ Walter Kerr Theatre'da perde açtı! (Ali Kemal Güven) - 4/22/2013
  • Kaan Erkam'ın Oda Tiyatrosu Sosyal Yasak Tanımlıyor: Tabusuz (Üstün Akmen) - 4/22/2013
  • Cengiz Sezici Röportajı (Ulya Altıntaş) - 4/21/2013
  • Kadına Şiddet Bu Kez Farklı Bir Konseptle Sahnede… Kurdele ya da Artı Sonsuz (İhsan Ata) - 4/21/2013
  • Neil Simon'ından Bir Nedim Saban Uyarlaması: Aşk'a 103 Adım (Üstün Akmen) - 4/17/2013
  • Murat Prosciler Röportajı (Ulya Altıntaş) - 4/17/2013
  • Değişmeyen Düzenin Oyunu: Nafile Dünya (Üstün Akmen) - 4/15/2013
  • Doğum Gününüz Kutlu Olsun Nisa Ablacığım, Hayat Tesadüflerle Dolu (Can Murat Yaşar Şengel) - 4/12/2013
  • Ailesi Olsa da Olmasa da Herkes Bir Çocuk Sonuçta... (Deniz Zengin) - 4/8/2013
  • İstanbul'un Kadıköy'ünde Kabare Zevki: Bize Bir Haller Oldu (Üstün Akmen) - 4/8/2013
  • Newton Bilgisayardan Ne Anlar (Cüneyt İngiz) - 4/8/2013
  • Baskının Psikolojik ve Fizyolojik Sonuçları: Uğrak Yeri (Üstün Akmen) - 4/4/2013
  • Sessiz Kalınamayacak Bir Oyun: Sessizlik (Arif Arı) - 4/4/2013
  • Gerçek Bir Umut Hikayesi: Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi (Seyhan Arman) - 4/4/2013
  • Seferi Ramazan Bey'in Nafile Dünyası (Cüneyt İngiz) - 4/1/2013
  • Tuncay Özinel'in Tiyatroda 55. Yılı: Padişahım Çok Yaşa (Üstün Akmen) - 4/1/2013
  • Ortaçağ Dekorlu, Kadın Eksenli Bir Kara Komedi: SESSİZLİK (Üstün Akmen) - 3/29/2013
  • Shakespeare Erzurum'da: On İkinci Gece (Üstün Akmen) - 3/25/2013
  • -Bireyin Ölümü- Yeni Kiracı (Doğu Polat) - 3/25/2013
  • Ve SEVİL AKI (Pınar Çekirge - Yavuz Pak) - 3/25/2013
  • Okul Tiyatrosu Manifestosu (Kemal Oruç) - 3/25/2013
  • Tutkulu İki Aşkın Birlikte Öyküsü: Ölüm Diyalogları (Üstün Akmen) - 3/25/2013
  • Cinsel bastırılmışlığın şiddete dönüştüğü oyun… Penetratör (İhsan Ata) - 3/23/2013
  • Sanat Uzun, Hayat Kısa (Nedim Saban) - 3/23/2013
  • Çürümüş Zamanlar; Evaristo (Metin Boran) - 3/18/2013


  • Tiyatro Kursu Başlıyor!
    1 Mayıs'tan itibaren her ÇARŞAMBA Kadıköy'de!
    Çalışanlara yönelik hobi sınıfı!



    Duyuru Panosu!



    Son Eklenen Tiyatro Oyunları

         Güncel Yazılar

    Yazar olmak ister misiniz?
    Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...

    Mail Listemize Üye Olun

         Güncel Haberler
    Tiyatro Maydanoz, Nazım’ın Kadınları ile Sahnede
    Tekin Deniz: Dümbüllü kavuğunu kimseye devretmedi

    Tiyatro Dünyası'nı takip Edin
     
     |  ..