| Tiyatro Kursu  | Şirket Tiyatrosu
Tiyatro Dünyası
Tiyatro Dünyası Bu Sahnede...
 
Ana Sayfa  |  Hakkımızda  |  Yazılar  |  Haberler  |  Yazarlar  |  Tiyatro Oyunları  |  Tiyatro Grupları  |  Sanatçılar  |  Kaynak  |  Duyuru Panosu  |
Hiçbir Şey Her Şeyse Eğer, Her Şey Hiçbir Şeydir: Şölen
Üstün Akmen




Tiyatro Stüdyosu yirminci yaşına, İngiliz oyun yazarı, yönetmen ve oyuncu Moira Buffini’nin “Şölen (Dinner)”ini Ahmet Levendoğlu’nun çeviri ve yönetiminde sahneleyerek girmekte. Yirminci yılına girerken, bugüne değin Türk tiyatrosuna kazandırdıklarıyla: “Daha nice yaşların olsun,” dedirtmekte. Yaklaşık yirmi yıl önce, seyircinin Tiyatro Stüdyosu’nda karşısında bulduğu Zuhal Olcay, yıllar sonra kurucularından olduğu Tiyatro Stüdyosu’nda bu oyunla yeniden: “Perde,” demekte.

Oyun Paige (Zuhal Olcay) adlı bir kadının, kocası yazar Lars’ın yeni çıkan “İnancın Ötesinde” başlıklı kitabını kutlamak amacıyla sıra dışı bir yemek daveti planlamasıyla başlıyor. Paige’in şölenine, birbirini yakinen tanıyan ressam Wynne (Funda İlhan), Wynne’ın sevgilisi Bob, televizyon habercisi Siân (Ayça Bingöl) ve Siân’ın kocası mikrobiyolog Hal (Özgür Yalım) davetlidir. Ancak Wynne, davete gelirken Bob’dan ayrılıyor ve şölene yalnız katılıyor. Bu beşli ve o gece konuklara hizmet etmesi amacıyla çağırılan Garson (Güçlü Yalçıner) ile birlikte, Meşe Sokak’taki beyaz evde gece başlıyor. Gecenin başlamasıyla şaşırtıcı gelişmeler de yaşanıyor.

Ev sahibesinin konuklar için hazırladığı “Şölen”, alışageldiğimiz yemek davetlerinden hayli farklı. Mönüde “İlkçağ Çorbası”, “Istakozun Sonuncu Faslı”, Dondurulmuş Atık”, “Peynir Tahtası” gibi özgün(!) ve alışılmadık yiyecekler var. Istakoz, masaya çiğ olarak getiriliyor, isteyen ıstakozunu ya götürüp mutfakta kaynamakta olan kaynar suya ya da banyodaki küvetteki tuzlu suya atıyor. Yani ya ıstakozu kurtarıyor, ya da midesine indiriyor. Paige’lerin evinin önünde kamyonetiyle kaza yapıp, telefonla çekici çağırmak amacıyla eve gelen Mike’ın (Gökçer Genç) da katılımıyla olaylar daha bir ivme kazanıyor.

Çarpıcı bir tiyatro dili olan oyunda, konuklar gecenin sonunda ev sahibesinin hazırladığı bir oyunla kendileriyle ve de birbirleriyle yüzleşiyorlar. Her yüzleşmenin getirdiği gerilimin etkisiyle birbirlerine yüklenirlerken, sahnede acının ve güldürünün uyumlu harmanı sergileniyor. “Şölen”, cehenneme dönüşen bir yemek daveti olmakla birlikte, gerçekten de damakta tat bırakan, fevkalade başarılı bir kara komedi olarak sürüyor. Art arda sarsıcı sürprizlerle tempo yüksek tutulurken, beklenmedik final izleyiciyi iyice silkeliyor.

Oyunu Ahmet Levendoğlu dilimize kazandırmış. Ahmet Levendoğlu İngilizceyi sadece “dil” olarak bilen değil, İngilizcenin tarihsel, sosyo-politik, kültürel-folklorik özelliklerini de sindirmiş bir çevirmen. Her zaman söylüyorum, Ahmet Levendoğlu Türkiye’de Türkçeyi en güzel kullanan enderlerimizdendir diye. Türkçe ile İngilizce arasında eşdeğerlik kurma ustası olarak iki dili, dillerin yansıttığı dünya görüşünü de çok iyi bildiğini “Şölen”le bir kez daha kanıtlıyor. Diller arasındaki genel ayrımları tanıyor Levendoğlu. Var olan kendine özgü çeviri kuramları, giderek kendi içinde çeviri pratiği oluşturmuş yorum yeteneğiyle yazarın ışıltılı anlatımına “Şölen” çevirisinde de renkler katıyor. Çevirirken, yazarın çevirmene pek de açık olmayan yorum ufkunu ustaca aralıyor, deşiyor, çıkarıyor. Ahmet Levendoğlu, bu kere de düzayak yorumla yetinmiyor, birebire yakın karşılık üretirken, yorum gücünü yoğun biçimde kullanıyor. Yazarın konuşma diline saygılı davranıp, çevirinin birebirden uzaklaşmaması, özü yitirmemesi için oyunda geçen “başka s….ğimin mikrobu kaldı mı”, “si…r git”, “si…rici”, “sen de on paralık g…n birisin”, “ b.k yiyen”, “Ha….tir” gibi sözcükleri/tümceleri cımbızlamıyor, olduğu gibi kullanıyor. Yazarın eleştirel yaklaşımını ifade ettiği ve çeviride de değerini bulan akıcı eleştirel anlatımı, satirik bir biçem içinde yoğuruyor. Aklımdaki tek “istifham”, karakter adlarını Türkçeleştirmediğine, yani oyunu uyarlamadığına göre “Meşe Sokağı”nı da özgün halinde bıraksa daha iyi olmaz mıydı olarak kalıyor.

Bir gerçek daha var ki, Ahmet Levendoğlu iyi bildiği, duyumsadığı, çeviri aşamasında neredeyse yaşadığı eseri sahnelerken de, tıpkı çeviride uyguladığı gibi yapaylıktan, uyumsuzluktan titizlikle uzak durmuş. Bu titizlenmede oyuncuların başarısını elbette göz ardı edemem, ama oyuncu yönetiminde de Ahmet Levendoğlu’nun hakkını Ahmet Levendoğlu’na “teslim etmeden” edemem. Yuvarlak bir yemek masası çevresinde gelişen ve geçen oyunu, tornet üzerine oturtmak, böylece seyirciyi bir anlamda sinema dilindeki “amors” çekim yönteminin içine çekmek ancak Levendoğlu gibi ustanın aklından süzülebilir. Ne güzel kullanmış yöntemi bir görseniz! İzleyici arkası dönük oyuncuyu arkasından/karşısından, karşıdaki oyuncuyu ise yüzünden/profilinden izleyebiliyor. Tornet yavaş yavaş dönüyor. Değişen tablolarda, seyirci “replikleşmeye” 180 derecelik eksen kuralı dâhilinde oyuncunun arka omuz hizasından, omzunun belli bir bölümünden tanık oluyor. Oyuncular da doğal mizansenlerle hareket edince, Ahmet Levendoğlu amacına “bihakkın” ulaşıyor.

Behlüldane Tor’un dekoru da, oyuna ayrı bir lezzet katıyor. Olabildiğince soyutlanmış bir dekor içinde Paige ve Lars’ın evine stilize bir görünüm vermiş Tor. Dekor, insanın nasıl nesneleştiğine somut bir örnek “teşkil” etmekte… Behlüldane Tor’un tasarımı bu oyunun gölgesi, röflesi, çeşnisi olmuş. Dekor, sadece oyunun yorumuna uyan değil, yorumunu vurgulayan, zenginleştiren tasarım olarak da dikkat çekiyor.

Funda Çebi’nin giysi tasarımları, gene ince zevk ürünü ve gene oyunla seyirci arasındaki iletişimi derinleştiriyor. Ayrıca, oyunun anlattığından alınan tadın uzun süre unutulmamasına da katkı sağlıyor. Daha genel anlamıyla, oyundaki “temaşa”yı gerçekleştiriyor. Eleştirim Funda Çebi’ye değil, modacılara. Şimdilerde “moda” oldu, kadınlar tuvaletlerinin altına bile çorap giymiyor artık! Önü açık ayakkabı, uzun elbise, çorapsız bacaklar… Funda Çebi ne derse desin, bu durum benim estetik görüşümü çimdikliyor. Gel gelelim, “moda” dendi mi akan sular duruyor, söz söylenmiyor.

F. Kemal Yiğitcan, ışık tasarımını her aksiyonun karşısına gelecek biçimde hazırlamış. Sahneye ilişkin tabloyu ve buna ilintili olarak yönetmenin çizdiği hareket planlarını, özellikle de oyuncuların giriş çıkışlarını, sahne üzerindeki yönelimlerini çok iyi belirlemiş. Yapıtın biçemine uygun olarak zaman içerisinde değişken, boyutlandırıcı, atmosfer yaratıcı, vurgulayıcı bir aydınlatma biçimi elde etmiş.

Oyunculardan Garson’da Güçlü Yalçıner, ne istediğini biliyor, bu isteği uğruna ne yapması gerektiğini dikkate alıyor. Gökçer Genç Mike’da, yeterli oranda heyecanlı bir oyun veriyor. Kimi sözcükleri yutmasa, vallahi iyi yolda olduğunu bile söyleyeceğim. Hal’e can veren Özgür Yalım, pasif bir hali teatral terimlerle yansıtmasını biliyor, pasif bölgeyi aktif biçemiyle yaratıyor. Payidar Tüfekçioğlu Lars’ı her heyecanın bireysel bir isteğin tatmininden ya da tatminsizliğinden doğup geliştiğini göstere göstere oynuyor. Gözbebeklerimden Ayça Bingöl kendini heyecanlanmaya değil, birtakım özel eylemler yapmaya zorluyor; daha doğrusu, nasıl heyecanlanacağı yerine, ne yapması gerektiğine kendini koşullandırıyor, pek de iyi ediyor. Dolayısıyla, abartısız bir Siân yaratıyor.

Zuhal Olcay’a gelince: Sanki oyunculuk için yaratılmış farklı yüzü; kimyası, ruhu, kısacası “gömleği”yle oyuncu Zuhal Olcay, bu kere de gövdesini tamamen duygularının hizmetinde tutmakta. Hiç kuşkum yok, bu da bir yetenek meselesi. Bu yeteneğiyse onun Paige’i canlandırmaya yönelik dışsal tekniğinin temelini oluşturuyor. Bilinç üstü görünmez duyguyu, fiziksel donanımıyla seyircisine mükemmel iletiyor. Sözcüklerin ve jestlerin yapmayacaklarını, yapamayacaklarını gene yapıyor, başarıyor.

Kısacası sonradan duymadık demeyin! Tiyatro Stüdyosu’nda seyircinin ilgisini anlık dahi olsa düşürmeyen bir oyun sahneleniyor.

Üstün Akmen
Evrensel Gazetesi


Yazarın Tüm Yazıları


Paylaş      
Yorumlar

Bu Oyun Hakkındaki Görüşlerinizi Paylaşın !

İsim
Mail  (Yayınlanmayacak)
Yorum
Güvenlik Kodu= 167
Lütfen bu kodu yandaki kutuya yazınız
 

    Son Eklenen Yazılar     En Çok Okunan Güncel Yazılar
27 MART… UMUDUNU ARAYAN BİR GÜN (Ahmet Yapar)
YOKLAMA LİSTESİ (Skeç)
    Tüm Tiyatro Yazıları

    Bu Tarihte Yayınlanan Diğer Yazılar
    Bu yazının yayınlandığı tarihte gündemdeki diğer yazılar aşağıda listelenmiştir...

  • Kendilerini Kendileriyle Aldatan İnsanların Öyküsü: İki Çarpı İki (Üstün Akmen) - 12/17/2009
  • Tiyatronun kraliçesinden -Kraliçe Lear- (Rengin Uz) - 12/15/2009
  • Bir İntiharın Provası - Kurt Neden Ot Yemez? (Cüneyt İngiz) - 12/15/2009
  • Rize Valisinin İzni, Obama'nın Kavliye Özgür Tiyatro (Nedim Saban) - 12/13/2009
  • Bir Süre Sonra Görüşmek Üzere (Arda Aydın) - 12/11/2009
  • Hakiki Gala - Tiyatrotem (Dündar İncesu) - 12/9/2009
  • Bırakın Kavgayı! Kolunuzdaki Saat Ecele Akıyor: 7-Şekspir Müzikali (Üstün Akmen) - 12/9/2009
  • Tarla Kuşuydu Juliet (Fatih Ermiş) - 12/8/2009
  • Düşmanınızı Bile Bağrınıza Basabilecek Misiniz? (Hüseyin Köroğlu) - 12/8/2009
  • Hiçbir Şey Her Şeyse Eğer, Her Şey Hiçbir Şeydir: Şölen (Üstün Akmen) - 12/4/2009
  • Şehir Tiyatroları'ndan Bir Efsane: Şahmeran (Ceren Okur) - 12/4/2009
  • Başaramadım ya da Ülkemle Birlikte Yenildim (Tuncay Özinel) - 12/4/2009
  • -Tarla Kuşuydu Juliet- Müzikali (Dündar İncesu) - 11/30/2009
  • -Çıkmaz Sokak- Çıkmazları (Cüneyt İngiz) - 11/30/2009
  • Nedim Saban'dan Bayram Yazısı (Nedim Saban) - 11/30/2009
  • Balıkesir Muhasebecisi'nden: Tek Sermaye Namus'tur (Yurdagül Yurtseven) - 11/30/2009
  • Festivalin İçinde ve Dışında Olmak (Gılman Kahyaoğlu Peremeci) - 11/25/2009
  • Ankara’da Tiyatromuzun Çatı Örgütü Kuruldu mu? (Ömer F. Kurhan) - 11/25/2009
  • Kan Çağırdı mı, Tutamazsın; Yazıdan Kaçamazsın: Ölümü Yaşamak (Üstün Akmen) - 11/25/2009
  • Antalya Devlet Tiyatrosu’nda Kadeş Gelini- Hüseyin Erdoğan ; Veeee Orhan Alkaya! (Melih Anık) - 11/18/2009
  • Adana Devlet Tiyatrosu - Rita'nın Şarkısı… Tülay Günal ve Çetin Tekindor - Bir Oyunu Seyretmenin Nedenleri (Melih Anık) - 11/18/2009
  • Kadeş Gelini, Hüseyin Erdoğan ve Facebook Sayfası… Bir Sansür Üzerine… (Melih Anık) - 11/18/2009
  • İstanbul Yeni Sahne, Tiyatromuza Hoş Geldi: Uçurtmanın Kuyruğu (Üstün Akmen) - 11/18/2009
  • Sokaklarımız Savaşla Değil, Barış Gösterileriyle Dolsun... (Hüseyin Köroğlu) - 11/16/2009
  • Saldırı Tiyatrosu! - Polemikler Üzerine Bir Yazı (Ceren Okur) - 11/15/2009
  • Sanatçı Toplumun Gerisinden Giden Kişidir (Nedim Saban) - 11/15/2009
  • 10. Antalya Piyano Festivali'ni Fazıl Say ve Arkadaşları Açtı (Üstün Akmen) - 11/11/2009
  • Kerem Yılmazer - 20 Kasım 2003 Perşembe (Pınar Çekirge) - 11/10/2009
  • Çıkmaz Sokak (Dündar İncesu) - 11/5/2009
  • Nevra Serezli (Pınar Çekirge) - 11/4/2009
  • Orhan Kemal ve 72. Koğuş (Yurdagül Yurtseven) - 11/4/2009
  • İnsan, İşkencecisine İşkence Mi Etmeli, Sevmeli Mi: Çıkmaz Sokak (Üstün Akmen) - 11/4/2009
  • Gizli Oturum (Cüneyt İngiz) - 11/3/2009
  • Dikkat! Kaygan Zemin (Cüneyt İngiz) - 11/1/2009
  • Trabzon'da Bir Oyunculuk Gösterisi: İstibdat Kumpanyası (Üstün Akmen) - 11/1/2009
  • Aşk'a Sözcükler Yetseydi... (Deniz Zengin) - 10/27/2009
  • Tiyatrokare'nin On Sekizinci Yıl Oyunu : Bu Da enim Ailem (Üstün Akmen) - 10/25/2009
  • Gizli Oturum (Dündar İncesu) - 10/25/2009
  • Sahi ya bi AKM vardı n’oldu? (Arda Aydın) - 10/25/2009
  • Oyunculuk Tarihimizde Bir Kilometre Taşı : Erdal Beşikçioğlu ve Bir Delinin Hatıra Defteri (Savaş Aykılıç) - 10/25/2009


  • Tiyatro Kursu Başlıyor!
    3 Ekim'den itibaren her PERŞEMBE Kadıköy'de!
    Çalışanlara yönelik hobi sınıfı!



    Duyuru Panosu!



    Son Eklenen Tiyatro Oyunları

         Güncel Yazılar

    Yazar olmak ister misiniz?
    Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...

    Mail Listemize Üye Olun

         Güncel Haberler
    Tiyatro Maydanoz, Nazım’ın Kadınları ile Sahnede
    Tekin Deniz: Dümbüllü kavuğunu kimseye devretmedi

    Tiyatro Dünyası'nı takip Edin
     
     |  ..