| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Röportaj: Tiyatro Eleştirmeni Üstün Akmen gelecekten umutsuz... Üstün Akmen Nilgün Güresin TEKSATIR için bu hafta zaman zaman sert eleştirileri ile şimşekleri üzerine çeken, biraz kızılan, biraz alınılan ama çok da sevilen ve sayılan bir duayeni, Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Türkiye Merkezi Başkanı Sayın Üstün Akmen'i konuk etti. Sayın Akmen'e göre siyasetteki yozlaşmanın, sanatı kışkırtması gerekirken, sanat durağan ve tembel... Türkiye'de siyaset kendi çarkında dönüp, dururken, san'at ekseninde pek de yeni bir şey yok. 1960'larda ve 70'lerde ruhumuzu ve aklımızı besleyen, doyuran, heyecanlandıran, biz seyircilere adeta meydan okuyan oyunlara neler oldu; nerelere gittiler? Toplum niçin sadece ve sadece tüketime yönelik televole kültürünü, ağlama duvarına dönen marazi ve şiddet dolu dizileri istiyor? Ya 'tembelleşen sanatımız'; yeniden nasıl şahlanabilir, nasıl tetiklenebilir? Acaba ülkedeki siyasal ve ekonomik tablo sonucu elle tutulamayan ama her alanda hissedilen bir korku, bir vurdumduymazlık mı sardı hepimizi? Sanat ve kültür yerine toplumda 'korku endeksi mi zirvede...?' Kim, kimden; yoksa herkes, herkesten mi korkuyor? Ya zaman zaman milliyetçilik maskesinin arkasına kolayca saklanabilen şu artan tehlike; şovenizm, zenofobi... Ya bir türlü dokunulamayan 'dokunulmazlıklar'? Ben, 'benim dokunulmazlığım yok iken, başkalarının niçin hala var; ben hesap sorabildiğim, şeffaf bir toplumun yurttaşı olmak istiyorum' diye sorgularken, Sayın Akmen, 'dokunulmazlıkların' Türkiye'de sosyal demokratların iktidara ortak oldukları dönemlerde dahi kaldırılmadığını hatırlattı. Bugün seçim sisteminden yakınan muhalefet partilerinin iktidar ortağı olduklarında bu konuya tamamen seyirci kaldıklarını söyledi. Dolayısıyla Üstün Akmen'e katılmamak ve gelecekten umutlu olabilmek o kadar da kolay görünmüyor... Nilgün Güresin sordu; Sayın Üstün Akmen yanıtladı. TEKSATIR: Önce 'Irkçılık' hakkında konuşalım istiyorum. Geçtiğimiz haftalarda ne yazık ki, 'tiyatro ve sanat' sık sık ırkçılığa sahne oldu. Bir gazeteci, Yahudi bir Türk vatandaşı olan tiyatro sanatçısı Nedim Saban'ı hedef alan, antisemitist bir yazı yayınladı. Bu çirkin yazıya yönelik Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Başkanı olarak sizin bir tepkinizi okuduk. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Bunlar münferit ve tamamen rastlantısal olaylar mıdır? ÜA: Irkçılık kapsamında Türkiye gündemine 3 olay girdi: birisi Aykut Işıklar'ın 16 Ocak'da Bugün Gazetesindeki Nedim Saban'la ilgili olan ve tamamen ırkçılık kokan yazısı. İkincisi, Star Televizyonunun yaptığı bir haber... Habere göre, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Nazım Hikmet'in 'İnek' adlı oyununu sahneliyor. Şehir Tiyatrolarının bu sezon için seçmiş olduğu prototip afiş ve davetiyede, oyunun başlığı üste, yazarın ismi alta gelince, 'İnek Nazım Hikmet' görüntüsü elde ediliyor. Uyanık bir televizyon muhabiri de bunu alarak 'Şehir Tiyatroları Nazım Hikmet'i 'inek' yaptı popülizmi yaratma çabasına giriyor. Cehalet dolu, çirkin bir olay... Üçüncü olay ise bir başka tiyatrocu ve Kurtlar Vadisi dizisinin kurtlarından biri olan Atilla Olgaç'ın bir televizyon programında 'elleri arkadan bağlı olan 19 yaşında bir genç dahil olmak üzere 9 kişiyi Kıbrıs'ta öldürdüm' şeklinde kötü bir cümle sarfetmesi ki, olayın doğru olmayıp, tamamen hayal mahsulü olduğu sonradan anlaşıldı. TEKSATIR: Özrü kabahatin büyük derler ya; Atilla Olgaç acaba bu sözlerinin nasıl bir tepki getireceğini düşünüyordu ki; bravo, aferin, çok iyi ettin falan mı? ÜA: Zaten hemen akabinde de bu çirkin öldürme olayının sadece kafasında oluşturduğu bir senaryo olduğunu söylemeye başladı. Demek ki sansasyona ihtiyacı olan bir şizofren ile karşı karşıya kalmıştık! Gazetelerde çıkan beyanatımızda da zaten bunu söyledik. Böyle bir kişi artık sahneye çıkmamalı dedik. İşin tuhafı Devlet Tiyatroları suskun, Basın suskun, Meslek Kuruluşları da suskun kaldılar... Bir tek Eleştirmenler Birliği duruma müdahil oldu. Bu da hem sevindirici ve hem de bu kadar yalnız kaldığımız için çok üzücü... TEKSATIR: Böyle gayet net, siyah-beyaz olaylarda bile her nedense basınımız sık sık sessiz ve suskun; sorumluluk almaktan kaçan, konuların üzerine gitmekten çekinen bir tablo çiziyor. Küçük bir kızı taciz eden 80'lik Hüseyin Üzmez olayında da maalesef aynı durum olmadı mı; olay unutuldu, gitti gibi görünüyor... Hani nerede o 4. güç olan Basın? Gücünü televolenin ve siyasal dedikodunun dışında niçin göstermez? ÜA: Biz doğru tepkileri zamanında göstermekle Eleştirmenler Birliği olarak çok miktarda kutlama mesajı aldık; ancak tek başına kaldığımız için de üzüntülerimi TEKSATIR vasıtasıyla tekrarlamak isterim. Tüm bu olaylar tiyatro adına da ayrıca çok üzücü. Atilla Olgaç kardeşimiz artık ne sahneye çıkmalı, ne kameranın önüne, ne de arkasına geçmeli, çünkü hastadır ve tedaviye ihtiyacı vardır. 'Eğer Devlet Tiyatroları veya Kurtlar Vadisi'nin yapımcı şirketi bu travmanın tedavisini karşılayamazsa, biz Türk Eleştirmenler Birliği olarak bu masrafı karşılarız' da dedik. Bunda da samimiyiz. Bütün bu olanlar hastalıklı bir toplum haline dönüşmemizin sonuçlarından başka bir şey değil aslında. Aykut Işıklar'ın yazdığı ırkçı yazıya gelince, bu da hastalığın diğer bir göstergesi değil mi? Yakışıksız, 'Yahudi bir tatlıcı olduğu için O'nun mallarını almayın demiyorum ama...' gibi cümlelerle hedef gösteriyor. Toplum psikopatlar yaratıyor; o hale geldik. Aydın kesimden, yazar-çizer kesiminden, tiyatrocudan bunlar geliyorsa, bu toplum artık çok tehlikeli bir tefessüh noktasına gelmiş demektir. Bütün bu olanlara, sırf tiyatrocuları kastetmiyorum, plastik sanatçıları, ressamları, edebiyatçısı ile tüm sanatçıların, sanat kurum ve kuruluşlarının, yazar örgütlerinin de tepki vermesi beklenirdi. Basın Konseyi'ne bu 3 olayı da bildirdik ve Aykut Işıklar'la ilgili şikayette de bulunduk. Onlar herhalde bir savunma isteyeceklerdir. Öğrendiğimize göre, Gazeteciler Cemiyeti de bizim bildirilerimizi dikkate alarak Aykut Işıklar'dan savunmasını istemiş. Demek ki, 2 basın kuruluşundan da olumlu yaklaşım var. TEKSATIR: Aykut Işıklar neyin savunmasını yapacaktır; böyle bir yazının nesi savunulabilir? ÜA: Aykut Işıklar bana bir de son derece saçma özel cevap gönderdi. 'Başka birileri aleyhte çıkıp konuştuğu zaman fikir özgürlüğü diyorsunuz, ben yazınca ırkçılık mı oluyor?' demiş. Belki de Orhan Pamuk'a atıfta bulunmaya çalışıyor. Dikkate dahi alınması gerekmeyen bir sürü laf işte... TEKSATIR: İsrail-Gazze savaşı maalesef suçsuz bir sürü insanın canına kıydı ama diğer taraftan da acaba toplumumuzda zaten varolan bazı önyargıları harekete mi geçirdi, ortaya mı çıkardı? Trabzon'da suçsuz bir rahibin öldürülmesi, Malatya cinayetleri... İnsanın tüyleri ürperiyor. ÜA: Ben bu konuda biraz ters düşünüyorum galiba. Tabii ki insanların ve çocukların ölmesi tasvip edilebilecek bir şey değil ama Filistin olayının bu kadar büyütülmesini de yadırgıyorum. Gerçi bir ateş-keş sözleşmesi varken, İsrail'in Filistin'e saldırması, sonra birden bire yeni bir ateş-kes antlaşması yapması, sonra bir daha saldırması... Ardarda gelen bir sürü olay. Bunların hiçbirini tabii ki onaylamıyorum ama hep şunu düşünüyorum: Müslüman oldukları için mi acaba böyle yorumluyoruz? Ya Türk ordusu Irak sınırını geçseydi ve Irak'ı bombalayıp, yerle bir etseydi, suçsuz insanlar ölseydi, acaba biz de aynı reaksiyonları gösterecek miydik? 'Bizler de bir terör örgütünü ortadan kaldırmaya çalışıyoruz ve buna da hakkımız var' olurdu. Nitekim bu oldu. Gazetelere her şey intikal etmiyor olsa da biliyoruz ki bir sürü insan ölüyor, ölmekte ve ölecek de böyle giderse. Zira bu Kürt sorununa hiç bir barışçıl yaklaşım yok. Hala sorun olarak bile kabul edilmeyen, aslında 26-27 yıldır süregeldiği düşünülse de, bana göre çok daha öncelere dayanan, çok ciddi bir sorun. TEKSATIR: Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz? ÜA: Ben ta 1960'larda o bölgeleri gezdim, her şeyi yerinde gördüm. Bu maalesef bizim sınırlarımız içinde yaşanan bir iç savaştır. Hepsi bizim çocuklarımız aslında; Türk, Kürt diye ayırmak bana çok zor geliyor. Ne yazık ki siyasetçiler, bilinçli veya bilinçsiz bunu pompalıyorlar. Bir Türk askeri öldüğünde şehit oluyor da, orada ölen çocukların hepsi çete mensubu, terörist oluyor. Terörü asla tasvip etmiyorum ve karşıyım ama bu da Türkiye'de yaşanan bir gerçek. Bu iç savaşın bitmemesi mümkün değil; bilinçli olarak bitirilmiyor. Dış güçlerin etkisi midir, bizim kendi içimizden kaynaklanan olaylar sonucu mudur, bilemiyorum ama bitmiyor işte. Toplum da uyutuluyor. Toplumda hala AKP'den kurtulmak gerekirse 'Ordu bir ihtilal yapar, biz kurtuluruz' efsanesi var. Aydın kesim dahi böyle düşünüyor. Orduya yaslanan bir toplumuz. Türkiye'de artık bugün ordu ihtilal yapmaz, yapamaz, zira yeryüzünde Patagonya bile dahil olmak üzere holdingi olan tek ordu Türk ordusu. Üstelik eskiden Ordu her ne kadar Başbakanlığa bağlı gibi görünse de tepede idi; bir muhtırası olaylar yaratır, borsaları silkeler, doları indirirdi. Artık hiç biri kaldı mı? Savaş gücünü falan bilemem ama oradaki bir çeteyi, dağlar şöyleymiş, kıvrıkmış diye 27 senedir bitiremiyorsa, bu iş de bir bit yeniği vardır diye düşünüyorum. TEKSATIR: Türkiye'de ordu laikliğin tek koruyucusu olarak algılanır... ÜA: Demokrasiye inanmış bir toplumsak, demokrasiye uymak zorundayız. Laikliği yıllardan beri kendimiz yerle, bir etmişiz. Baktığımız zaman, bir kıyafet devrimi yapılmış, şapka çıkartılmış ama örneğin kadın mutlaka şöyle giyinmelidir, denmemiş. Kasımpaşa'da ta bundan 15-20 yıl önce yeşil sarıkla gezen, çarşaf giyen insanlar görürdünüz. Hatta uluslararası kurallara göre kaldırım çizgileri her yerde sarı-beyaza boyanırken, Kasımpaşa'da yeşil-beyazdı. Kimse sesini çıkarmadı bütün bu olan, bitene. Bugün vaveyla eden, bağırıp, çağıran yazarların hiçbirinden bir ses çıkmadı! TEKSATIR: Toplum niçin uyudu veya uyutuldu? ÜA: Ya görmezlikten gelmeyi tercih ettiler, ya önemsemediler, ya da toplum susturuldu veya her ikisi birden. Laikliği siz gerçekten oturtmak istiyorsanız önce kültüre ağırlık vereceksiniz. Kadının bilinçlenip 'ben başıma, bu kokan, pislenen türbanı bağlamak istemiyorum' diyebilmesidir. Erkek baskısının kaldırılması da ancak eğitim, bilgi ve kültürle olur. Türkiye'de 1940'lardan beri kültüre yatırım yapılmadı ki... Bugün aydın kesim sadece 'önümüzdeki seçimlerde oylar yükselir, düşer' derdinde. Oylarda hiç bir fark olmaz, çünkü bu toplum bunu istiyor. Değişiklikler ancak kültürle olurdu ama artık çok geç. O tren kaçtı. 1950'de Menderes'le bunu gördük; 1960'da da orduyla gördük... Köpek davası, bebek davası kepazeliklerini yaşadık. Bir iktidar devrildi; sokaklara çıktık, bağırdık ama daha da önemlisi, o, şeriata giden yolu açan bir iktidardı. Potansiyeli serbest bırakmıştı. TEKSATIR: CHP'nin bir politik taktik olarak muhafazakar kesimin sembolü çarşaflılara kucak açmasını nasıl karşıladınız? ÜA: Kimisi savundu; kimisi yanlış dedi. Aslında bu olay her zaman vardı. Sefa Sirmen İzmit Belediye Başkanı iken hacılara Kur'an dağıtmıştı. O dönemde son seçimlerde, CHP otobüslerinin üzerinde başı bağlı, kapalı bir sürü kadın görmüştük. Niçin kimse bunlara ses çıkartmadı? Çünkü bunu da yapmazsa, hiç oy alamayacak diye düşünüldü herhalde... Kömür dağıtımları gibi konularla zaman geçirmemek gerekir. Bunlar ufak olaylar. Eğer kömür dağıtarak seçim alınıyorsa, seçim kazanma yolu buysa CHP'nin elinde de trilyonlarla para var; o da kullansın. Ama mesele o değil. Bu halk 'başımı bağlarsam, cennete giderim'e inanıyor. Bir zamanlar mayolusu, başı bağlısı bir arada yaşayabilirken, kimse kimseye karışmazken birdenbire bir kaos ortamına sokulduk. Bunu birazda biz yaptık. TEKSATIR: Başımıza daha neler gelebilir? Neler bekleyebiliriz? ÜA: 6-7 Eylül olaylarını işleyen 'Güz Sancısı' adlı filmi izledim. Film iyi, kötü tartışılabilir ama asıl önemlisi, bizler 6-7 Eylül olaylarının içinde yaşamış kuşak olarak bir kez daha, 'milliyetçiliğin' ne boyutlara ulaştığına böylece tanık olduk. Tehlikeyi daha iyi kavrayabiliyoruz. TEKSATIR: Milliyetçiliği, ırkçılık olarak mı algılıyorsunuz? ÜA: Evet, öyle algılıyorum. Bakınız ben, geçen seçimler öncesindeki o 2 milyon kişilik, 3 milyon bayraklı mitinglerden de rahatsızlık hissetmiş ve tedirgin olmuştum. Şeriat böyle bayraklarla kovalanmaz ki! Bu 'cumhuriyet mitingleri' AKP'nin de işine geldi; onlar da bayrak asmaya başladılar. Artık her tarafta bayrak asılı! Ben yazları Çeşme'deyim; CHP'li belediye başkanı adım başı bayrak dikmişti. Nedir bayrak? İşte o bayrakla başlanır, sonra ırkçılığa gider, daha sonra şovenizm gelir ve toplumlar birbirini kırmaya başlarlar. 1955-56'da yaşanan 6-7 Eylül olaylarının acısı hala içimizde değil mi? Ben 12-13 yaşlarında ve Kurtuluş'da, olayların tam göbeğindeydim. Kuyruklu piyanoların kaldırılıp 5. kattan aşağıya atılmaları, pencerelerin zangır, zangır dibinden sökülmeleri, intikam gösterisine dönen bir vahşetin her karesi hala gözlerimin önünde. 1100 küsur kilise, havra tahrip edilmiş, bir sürü papaz yaralanmış; birisi hatta sünnet edilmişti, hatırlıyorum. TEKSATIR: 1956 yılındaki olaylar film olurken, bugün etrafımızda yaşananlar bizleri teğet mi geçiyor? Kurtuluş'da oturan Türk Yahudilerin mağazaları taşlanıyor; Yahudi ve Ermenilerin camekanlarına ırkçı yazılar yazılıyor; Eskişehir'de ırkçı pankartlar açılıyor; hatta kulağımıza geldiğine göre, Müslüman olmayan küçücük ilkokul çocukları Anadolu yakasının tanınmış bir ilkokulunda taciz ediliyor. Bütün bunların Filistin'deki insanlık dramıyla karıştırılması ne kadar doğru? Ayrıca İstanbul'da, İsrail Konsolosluğu'nun önünde yapılan mitinglerde bazı partilerin açık, açık Hitler'i öven afişler kullandığını gördük. Dolayısıyla, akla ister istemez şu soru geliyor: Bu mitingler, demeçler, kabadayılıklar gerçekten insanlık aşkı için değil, politika uğruna, reklam uğruna, reyting uğruna ve ne yazık ki önümüzdeki seçimlere yatırım uğruna mı yapılıyor..? Toplum hala bu manevraları nasıl yutuyor? Türk toplumunun tercihi 'aynılaşma' mı yoksa 'farklılıklarla birlikte yaşama' mı, ne dersiniz? ÜA: Bir defa bizde olanlar maalesef medyaya intikal etmediği gibi, tepki de almıyor. Ben Türkiye'nin çok sesli ve farklılıkları seven ve sayan bir toplum olabileceği konusunda umutsuzum. Değişecek bir yol da görmüyorum; tüm yollar da kapatılmış durumda. Atilla Olgaç haberini Hürriyet yaptı ama bizim bildirimizi yayınlamadı. Niye yayınlamadığını ise bilmiyorum. Aykut Işıklar'ın olayı hemen hiç bir gazetede doğru dürüst yer bulmadı. Ama bir sosyal toplantı hemen haber olarak yayınlanıyor. Bunlar bana kasıtlı gibi geliyor. TEKSATIR: Niçin kasıtlı olsun? ÜA: UNESCO'ya bağlı bir Sivil Toplum Kuruluşu olan Eleştirmenler Birliği faşizan olaylar karşısında bir reaksiyon gösteriyor ve medya tarafından kaale bile alınmıyorsa, bunda bir kasıt aranır. Bir adam ırkçılık yapıyor, hedef gösteriyor, bunun dahası yok işte... Nitekim Gazeteciler Cemiyeti'nin Genel Sekreteri Turgay Olcayto ile konuşuyordum; O'da 'daha açık ırkçılık başka nasıl olur' dedi. Görüşler böyle ama gazetelerde yer almıyor. TEKSATIR: Aslında Türkiye toplumunun tepkileri çok tuhaf olabiliyor. Bundan 2 yıl önce gazeteci Hırant Dink -önceden bilindiği söylenen- bir cinayete kurban gidiyor. Cenazesinde binlerce insan 'Hepimiz Hırant Dink'iz' sloganları atıyor, herkes ağlıyor, inanılmaz bir birlik, beraberlik ruhu gösteriliyor. Ama bugün hala hayatta olan, bu toplumun bir parçası, vatandaşı, gelişmesine katkıda bulunan kişiler (Müslüman Türk olmadıkları için) hedef gösterilebiliyorlar veya rahatsızlar... Geçtiğimiz haftalarda Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Psikolog Leyla Navaro'nun Radikal'e gönderdiği mektubunu ibret için herkes okumalı ve üzerinde kafa yormalı. Bir yerlerde ciddi hatalar yapıyoruz... Mangalda kürek bırakmıyor ve başka toplumları eleştiriyoruz ama hadi adına şiddet demeyelim de vur, kır ortamını seviyoruz... ÜA: Türk seyircisi kendisini Kurtlar Vadisi'ndeki karakterlerle özdeşleştiriyor. İnanabiliyor musunuz, dizideki bir karakter öldürülünce sanal mevlidler okundu, cenaze törenleri yapıldı. Türk seyircisi işte bu vuran, kıran karakterleri istiyor. TEKSATIR: 2010 'Avrupa' Kültür Başkenti iddiasında olan bir İstanbul'un halkına bütün bunlar yakışıyor mu? Sizce İstanbul hangi kültürün başkentidir? ÜA: Ağırlıklı olarak Osmanlı etkisinde kalmış, çok kültürlü bir kent bence. Ama o kentin insanları yozlaşmış ve o çok kültürlülüğü artık kaybetmişler. Güner Sümer'in 'Hüzzam' adlı yeni oyunu da bu temayı işliyor. Bir zamanların Üsküdar'ı ne kadar da farklıydı doğrusu... TEKSATIR: Üsküdar'da bir taraftan tango dersleri; diğer taraftan Türk musikisi varmış... Çok kültürlülük de bu değil mi, zaten? ÜA: Doğru tabii... TEKSATIR: Türkiye'nin kemikleşmiş sorunlarına ara verip, tiyatroya geçelim. Tiyatronun işlevi nedir? ÜA: Ayna... İnsanın aynasıdır. İnsanı, insana anlatan bir sanat dalıdır. Türkiye'de görevini yapmıyor da değil ayrıca, yapıyor. TEKSATIR: Ayna'dan, tiyatronun araç olduğu bir toplumsal yüzleşmeyi mi kastediyorsunuz? ÜA: Evet. Ancak, Genco Erkal'ın yönettiği Sivas '93'ü saymaz isek, Türkiye'de politik tiyatro 1970'lerden beri pek kalmadı. Dostlar Tiyatrosu bunu hala yapmaya çalışıp, eski oyunlarla bizi yüzyüze getiriyor ve bir de bakıyorsunuz ki oyun hala çok güncel. Dostlar Tiyatrosu bu kez de 'Sokrates'in Savunması'nı tekrar sahneye koyacakmış; bu oyun da bize son derece güncel gelecektir. Sahnede kendimizi göreceğiz. Devlet Tiyatrosu'da 'Sokrates'in Son Gecesi'ni oynuyor ki o da bence günümüze çok uygun. Çok ünlü bir Bulgar yazarın eseri ve çok iyi oynanıyor. Seyirci gerçekten etkilenerek, ayrılıyor. Günümüzün konuları olan 'fikir özgürlüğü'nü Sokrates'in açık, açık anlatması, bir gardiyanla olan muhabbeti gibi şık bir oyun. Bulgaristan'a oyun seyretmeye bir kaç kez davet edildim ve gördüm ki Bulgar tiyatrosu bugün çok farklı bir yerde ve gittikçe de ilerliyor. TEKSATIR: Türk tiyatrosu bugün nerede? ÜA: Zorluklar içersinde ama ben yine de umutluyum. Türkiye'de ödenekli tiyatrolar dediğimiz şehir, belediye ve devlet tiyatrolarının dışında pıtrak gibi 50-60 kişilik küçük, yeni tiyatro salonları açılmaya başladı. Gençler açıyorlar, 25 TL gibi ciddi paralara bilet satıyorlar ve salonları dolduruyorlar. Çoğu da kendi yazdığı oyunu oynuyor. Bu beni biraz umutlandırıyor. 1970'lerde Türk tiyatrosu ciddi bir patlama yaşamıştı. Beyoğlu'nda atlı polislerin insanları bilet kuyruğuna soktuğunu hatırlarım. Geçen gün Ankara'daydım; Gülriz Sururi'nin sahneye koyduğu, Suat Derviş'in 'Fosforlu Cevriye'si için insanlar sabahın 7'sinde kuyruğa giriyorlarmış. Bunu duyunca müthiş bir keyif aldım... Macide hanım (Tanır) anlatırdı: 'Cesaret Ana'yı oynarken, hırsızlar kuyruğu izleyip, izleyicileri tesbit edip, evlerini soyarlarmış... Bugün yeni oyunlar, denemeler de ortaya çıkıyor. Bunlardan birisi, sanırım 5 yıldır tiyatro yapmakta olan, Kuledibi'ndeki Tiyatro Z. Geçen yıl İsrail'li bir yazarın oyunu olan'Dua Odası' nı sahneye koymuşlardı. Oyun 'dinsel kurallarla cilveleşme' üzerine kurulu olduğu için biraz tepki aldı ama aslında söylenenler çok doğruydu. Bir dua odasında muhtelif dinlerden kişiler var; tartışıyorlar ve sonunda da hiç bir şey çıkmıyor tabii. Çok güzel bir oyundu. Ayrıca Beyoğlu'ndaki Rebul Eczanesinin binasında Oyuncular Tiyatro Sahnesi Kahvesi var. Orada da 4-5 topluluk, ayrı, ayrı oynuyor. Böyle minik, minik salonlar oluştu. Bir başka grup çıktı ve belki de 2008-2009 sezonunun en iyi oyununu oynadılar. Daha önce Şehir Tiyatroları'nda da sahnelenen ve çok önemli bir Bulgar yazar olan Hristo Boytchev'in 'Albay Kuşu' adlı oyunu ile müthiş bir disiplin ve oyunculuk kalitesi sundular. Kadronun hepsi çok genç; her an sulandırılmaya uygun roller dahi son derece ciddi oynanıyor. Kutlanacak bir iş. TEKSATIR: Türk tiyatrosunda hala 'sansür' sorunu yaşanıyor mu? ÜA: Eskisi kadar yok ama şu ara ciddiyetle üzerinde durduğumuz bir olay var: 'Yedi Tepeli Aşk' adlı oyunla ilgili. Şehir Tiyatroları 'Oyun kaldırılmadı, ertelendi' dedi ama ben 'bu bir sansürdür' diye yazıp, çiziyorum. Oyunu izledim; kitabı da okudum. Bir yerde 'Alevi' sözcüğü geçiyor; bir başka yerde de 'Babam tarikat mensubu' cümlesi var. Ne var yani bundan ürkecek? Benim görüşüme göre bu İstanbul Belediyesi'nin bir baskısıdır. Müthiş yetenekli, 23 yaşında genç bir yazarın kitabı; yazıktır. 'Dışarıdan tepki alıyoruz' diyerek oyunu kaldırdılar. Türkiye'de çok tiyatro yakıldı; Sezua'nın İyi İnsanı'da basılmıştı ama oyun kaldırılmadı; başka bir oyunda İlyas Salman dövüldü, buna rağmen oyun kaldırılmadı. Benzer çok örnek var. Ama 'Alevi' dedi, içinde 'Sivas' geçti diye oyun sansürlenirse, yarın, öbürgün bir klasik olan Hamlet'de kaldırılır, çünkü içinde ensest ilişki var. TEKSATIR: Bu korkuların temelinde ne yatıyor? ÜA: Tabular... Biz bir tabular ülkesiyiz. Bir zamanlar Zeki Müren hakkında da konuşulmazdı. Eşcinsel falan diyemezdiniz... TEKSATIR: Her ülkede tabular ve travmalar var ama sanki bizdekiler hep geçmişe yönelik... Bir türlü geleceğe bakamıyoruz. ÜA: Sosyolog değilim ama galiba kendimize güvenimiz yok. 'Allah korusun; Allah versin', sözlerinin altında, dileklerde hep Tanrı vardır. Bir de hala 'tek kurtarıcı Mustafa Kemal' olayımız var. Her yerde ve her zaman, gelip, kurtaracak, şeriatı önleyecek diye bekleniyor... Dünyanın birçok kentini gezdim ve böyle dogmatik bir yaklaşıma rastlamadım. Belki bir okulun, bir resmi dairenin önünde 2 bayrak görürsünüz ama her yerde de Gaulle'un, Garibaldi'nin büstü, her yerde bayrak yoktur. TEKSATIR: Sanatçıların, yazarların, oyuncuların heykelleri süsler çağdaş kentleri, öyle değil mi? ÜA: Evet, öyledir... Bizde Reşat Nuri'nin 'Yaprak Dökümü' romanı bile televizyon marifetiyle sulandırıldı. Bunu yapmaya kimin hakkı olabilir ki? Halka bu kadar yutturmaca sunmak, romanı böyle bir felaket tezgahı haline getirmek kimin haddinedir? Yazarına yazıktır... Hiç bir yazar kuruluşundan, hiç kimseden de ses çıkmıyor... TEKSATIR: Sansürün ölçüsü olur mu? ÜA: Hayır, olmaz. Belki tek sansür nedeni inançlarla alay etmek olabilir; inanmasanız dahi. TEKSATIR: Komşumuz Yunanistan'la bir kültür mukayesesi yapsak... Canımız acır mı? ÜA:13 milyonluk İstanbul'a göre, 2-3 milyonluk Atina'da 6-7 misli koltuk doluyor ve tiyatro sayısı çok daha fazla. Ben gelecekten çok umutsuzum... TEKSATIR adına teşekkürler Sayın Üstün Akmen. Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 3 Ekim'den itibaren her PERŞEMBE Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|