| Tiyatro Kursu  | Şirket Tiyatrosu
Tiyatro Dünyası
Tiyatro Dünyası Bu Sahnede...
 
Ana Sayfa  |  Hakkımızda  |  Yazılar  |  Haberler  |  Yazarlar  |  Tiyatro Oyunları  |  Tiyatro Grupları  |  Sanatçılar  |  Kaynak  |  Duyuru Panosu  |
Karagöz Türkiye'ye Çin'den mi geldi?
Özcan Buze




Geleneksel Türk gölge oyunu Karagöz’ü Yunanlıların “Karagiozis” adıyla sahiplenmesi oldum olası çok canımızı sıkar. “Öz be öz Türk olan Karagöz’e ne hakla sahip çıkarlar” diye öfkeleniriz.

Ama Karagöz’ün bizim ellere de başka diyarlardan gelmiş olabileceği ihtimalini hiç düşündünüz mü?

Karagöz oyunun Türkiye’de geçirdiği evrim boyunca ortaya çıkan karakterler, tabii bize özgü tiplemeler; ama bir sanat olarak kökünün Çin’e dayandığını düşündüren akla yakın nedenler var.

*

Çin’de iki hafta süren geleneksel yılbaşı kutlamaları Fener Bayramı’yla sona erdi. Yılın ilk dolunayına denk gelen Fener Bayramı sırasında gökyüzüne sayısız havai fişekler atıldı ve ışıl ışıl parlayan binlerce, onbinlerce, yüz binlerce fener bırakıldı. Fenerlerin envai çeşidi var. Ama çoğu kâğıttan yapılıyor. Bunlar, kâğıdın bulunmasıyla ortaya çıkmış ve zamanla Çin kültürünün bir parçası olmuş.

Çinlilerin Fener Bayramı’nı merak eden araştırma perisi kısa bir çalışma yapmış. “Yarım saatlik bir inceleme beni dans eden çocuk şeklinde fenerlerin yapıldığı Çin'den ta Danimarka’ya, yine çocukların dünyasına, Andersen’den Masallar'a götürdü” dedi. Yarım saatte nasıl Danimarka'ya geldiğini o da anlamamış. “Ama azıcık daha eşelense kim bilir neler bulunur” diyor.

*

Kâğıt gerçekten de çok zengin bir konu...

O araştırınca, benim de merakım depreşti, ben de bazı kaynaklarda azıcık eşelendim.

O, “Araştırırken önce kâğıttan ‘kaat’ı’ya geçtim” dedi.

“Kaat’ı”! Bu sözü ilk defa duyuyorum.

“Kaat’ı”, Arapça “kaat” fiilinden geliyormuş. Anlamı da “kesmek”miş. Arapça bilen tanıdıklarıma sordum, onlar da doğruladılar. Dilimizde “kesin”, “kesinlikle” anlamlarında hâlâ kullanılan “kat’i”, “katiyyen”, “asla ve kat’a” gibi sözlerin kökeni bu fiil.

Doğrusu “Kâğıt kesme sanatı” diye bir sanatı biliyordum, ama adına kaat’ı dendiğini hiç duymamıştım.

Aslında kaat’ı sanatı bize yabancı değilmiş. Çeşitli kaynaklar bu sanatın ülkemizde 14. yüzyıldan beri var olduğunu söylüyor. Geleneksel tasvir sanatlarımızdan biriymiş. “Kâğıt oyma sanatı” diye de biliniyor. Bir sanat ansiklopedisinde şöyle tanımlanmış:

“Bir kâğıt veya deri üzerindeki yazıyı ya da motifi kesip çıkararak içi oyulmuş olan parçayı veya çıkan parçayı diğer bir kâğıt, bir deri veya bir cam üzerine yapıştırmak suretiyle vücuda getirilen işler.” Bu şekil kesilip çıkartılınca, içi boş kalan kâğıt kısmına “dişi”, çıkan yazı ve şekle de “erkek” denirmiş ki, bu erkek veya dişi şekiller ayrı ayrı yüzeylere yapıştırılarak iki değişik levha meydana getirilebilirmiş. Deriden yapılan kaat’ı işleri de varmış. Gerek deriden, gerek kâğıttan yapılan işlere “mukatta” dendiği gibi, bu sanatı uygulayan sanatçıya da “katta” denirmiş. “Katta”nın çoğulu “kat’taan”mış.

*

Araştırma perisi, yaptığı çalışmanın sonucunda edindiği kanıyı şöyle bildiriyor: “Bu sanatın kökeni de Çin. Kâğıdı bulan Çinliler, bununla ilgili sanatları da geliştirmişler.”

Ben de internetteki bir kaynakta şu bilgileri buldum:

Kâğıdın icadının 1. yüzyıla dayandığı Çin’de bu sanat, binlerce yıldan beri çok köklü bir şekilde uygulanıyormuş. Arkeolojik bulgular, 6. yüzyıla ulaşan eserlerden izler ortaya koyuyormuş. Sanat tarihçileri, bu tekniğin keşfinin söz konusu tarihten birkaç yüzyıl geriye dayandığını belirtiyormuş.

Özellikle çiçek ve hayvan figürleri üzerinde şekillenen bu teknik, önceleri kapıları ve pencereleri süslemek üzere kullanılıyormuş. Bu nedenle “cam çiçeği” olarak adlandırıldığı da olurmuş. Dinî hikâyeler anlatmak üzere kâğıt sanatından faydalanılması da yaygınmış. Şans getirdiği yolunda bir inanış da var. Günümüzde, işin dekoratif tarafı daha ağır basıyor. Kullanım alanına aynalar, duvarlar, lâmbalar vs. de giriyor. Tek başına bir sanat eseri olarak kabul görmesi ise daha yakın tarihlerde gerçekleşmiş.

*

Çin hariç tutulacak olursa, bu sanatın, kâğıt üzerindeki en eski örneklerine İran'da rastlanmış. Bu da tabii sayılmalı. Çünkü Çin dışında ilk kâğıt imalathaneleri Semerkant’ta kurulmuş. Kâğıt imalathanelerinde, 751 yılında yapılan ve Türkçe konuşan kavimlerin de önemli bir rol oynadığı Talas Savaşı’nda esir düşen Çinliler çalışmış.

Kaat’ı sanatı 16. yüzyıl başlarından itibaren Osmanlılarda yaygın bir şekilde uygulanmış. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde kitap süslemeciliğinde kullanılan en yaygın tekniklerden biri olmuş. Yani, kâğıt sadece önemli kitapların yazılması için değil, süslenmesi için de araç olmuş. Bunların bazı örneklerine, Topkapı Sarayı ve İstanbul Üniversitesi kütüphanelerinde rastlamak mümkünmüş.

17. yüzyıl başlarında Anadolu'ya gelen Batılı seyyahlar bu sanatı Avrupa'ya taşımışlar. Avrupalılar da kendi tarzlarında geliştirerek kullanmışlar.

*

Peri araştırırken, Andersen'in de bir kaat’ı sanatçısı olduğunu öğrenmiş. Aslında masallarının çıkış noktası da bu sanatmış. Andersen, masallarındaki karakterleri ve sahneleri kâğıt oyarak resmedip tasvirini yaparmış. Zaten masallar, bu kâğıt oyma işlemi sırasında ortaya çıkarmış. Çünkü Andersen, böyle çalışırken bir yandan da etrafını çevreleyen çocuklara yaptığı işle ilgili masallar anlatırmış. Masal bittiğinde, kaat’ı eseri de ortaya çıkarmış.

Batı’da çocuk edebiyatının, kâğıdın ve matbaanın kullanılmasıyla geliştiğini biliyordum. Bu da Doğunun bir etkisi… Ama Batı’nın en ünlü masalcılarından Andersen'in hayal dünyasını harekete geçiren etkenin de Doğu’ya ait bir sanat olduğunu yeni öğrendim.

Hayaller her şeyi birleştirebilir belki de...

Kâğıtla ilgili pek çok şey yazılabilir, birçok bağlantı kurulabilir. Çünkü kâğıt, uygarlığın gelişmesinde çok önemli bir rol oynamış

*

O, yaptığı araştırmanın sonucuna ilişkin kanısını anlatırken, en sonunda şöyle dedi: “Gölge oyunu da bunun bir ürünü. İpek Yolu’yla Anadolu’ya gelmiş bir sanat.”

Yani, Karagöz de Çin'den gelmiş...

Karagöz oyununun nasıl ortaya çıktığına ilişkin olarak bir efsane varmış. Efsaneye göre, sanatçılar, eşi ölen Çin İmparatoru Wu Di’yi teselli etmek için önce imparatoriçe Li’nin resmini yapıp sarayın duvarlarına asmışlar. Fakat bunun bir işe yaramadığını görünce, üzerinde biraz daha çalışıp bir tür gölge oyunu icat etmişler. Li’nin siluetini mum ışığı kullanarak perdeye, duvara yansıtmışlar ve gölgeyi sanki canlıymış gibi hareket ettirmişler. Sonra kâğıt ve deriden figürler yaparak bu sanatı geliştirmişler.

Bir başka rivayete göre de, Shao Wong adlı bir sanatçı, hükümdarın üzüntüsünü hafifletmek için sarayın bir odasına gerdiği beyaz bir perdenin arkasından geçirdiği bir kadının perde üzerine düşen gölgesini ölen kadının hayali diye sunmuş. Gölge oyunu bundan gelişmiş.

*

Pekiyi, Karagöz oyunu bizde nasıl ortaya çıkmış?

Yaygın hikâye herkesin malûmu: Hacı İvaz Ağa, ya da halka mal olan adıyla Hacivat ile demirci ustası Karagöz, Orhan Gazi devrinde Bursa'da cami yapımında çalışan iki kişidir. Aralarındaki eğlenceli konuşmalar nedeniyle diğer işçilerin çalışmasını engellemektedirler. Orhan Gazi'nin, “Cami vaktinde bitmezse kelleni alırım” dediği caminin mimarı, iş vaktinde bitmeyince Karagöz ile Hacivat’ı şikâyet eder. Bunun üzerine bu ikili başları kesilerek idam edilir. Karagöz ile Hacivat’ı çok seven ve ölümlerine çok üzülen Şeyh Küşteri, ölümlerinin ardından kuklalarını yaparak perde arkasından oynatmaya başlar. Bu sayede Hacivat ve Karagöz tanınır.

Çocukken hepimiz Karagöz oyununun doğuşunu böyle öğrenmiştik.

Bilimsel bakımdan işin aslının nasıl olduğu konusunda ise fikir birliği yok. Kimi araştırmacılar gölge oyununun Çinlilerden Moğollara, onlardan da Türklere geçtiği kanısında. Ama Metin And bu görüşe karşı çıkıyor ve şöyle diyor:

“Sonda söyleneceği başta söylemek gerekirse bir toplumsal olgunun benzerinin ve öncesinin başka toplumlarda da görülmüş olması, ille de bunun oralardan alınmış olmasını gerektirmez. Aynı olgu değişik toplumlarda birbirlerinden etkilenmeden ve birbirlerine değinmeden de kendini gösterebilir. Nitekim Endonezya’daki gölge oyununun Çin ya da Hindistan’dan gelmiş olacağı tartışmaları karşısında bilim adamına yakışmayacak bu türlü dayancasız ve çabuk verilmiş yargılardan kaçınmak yolunu tutan incelemeciler de çıkmıştır. Karagöz için de değişik çağlarda bazı öğelerin dışarıdan alınabilmiş olacağını kabul etmekle birlikte, her şeyiyle bir Türk buluşu olan bu gösterinin özgün bir bileşimi Türkiye’de yapılmış ve gene buradan çeşitli ülkelere yayılmış olduğunu kolayca ileri sürebiliriz.”

*

Doğrusu değerli araştırmacı Metin And’ın “bir toplumsal olgunun benzerinin ve öncesinin başka toplumlarda da görülmüş olması, ille de bunun oralardan alınmış olmasını gerektirmez” sözüne katılmakla birlikte, son cümlesine ikna olamıyorum. Karagöz için hem “her şeyiyle bir Türk buluşu” diyor, hem de “bu gösterinin özgün bir bileşimi Türkiye’de yapılmış” diyor. Aynı cümledeki bu iki ifade birbiriyle çelişmiyor mu? Türk buluşu mudur, yoksa özgün bileşimi mi Türkiye’de yapılmıştır? Zaten Türk buluşu olan bir şeyin özgün bileşimi neden Türkiye’de yapılsın? Ancak yabancı kaynaklı olan bir şeye değişik bir özellik katan özgün bir bileşim yapılabilir.

Metin And bu görüşe neden karşı çıktığını da şöyle açıklıyor:

“Şimdi gelelim incelemecilerin nerelerde yanıldıklarına. Şimdiye dek en yerleşmiş görüş gölge oyununun Çin’den Moğollara geçtiği, buradan da Türklerin eliyle Uzak Doğu’dan Batıya getirilmiş olduğu yolundaydı. Moğol etkisine kanıt olarak İranlı tarihçi Cüveyni’nin ‘Tarih-i Cihangüşa’sı gösterilmiştir ki aynı bölüm Reşideddün tarihinde de geçer. Burada Cengiz Han’ın oğlu Oktay’ın sarayında bir Çinli oyuncunun gösterisi ele alınmaktadır. Oysa bunun gölge ya da kukla oyunu olduğu kesinlikle belirtilmemiştir. Bunun gibi Orta Asya’da ve İran’da gölge oyunu olduğu yanlış görüşünü, gölge oyunu araştırmalarının babası Profesör Jacob’dan başlayarak birçok incelemeci körü körüne yineleyip durmuşlardır.”

Eğer Cengiz Han’ın oğlu Oktay’ın sarayında Çinli oyuncunun yaptığı gösterinin gölge oyunu mu yoksa kukla oyunu mu olduğu kesin olarak belirtilmiyorsa, bundan gölge oyunu olmadığı sonucunun nasıl çıktığını ben anlayamıyorum. Yanlış olan nedir? Körü körüne yinelenen nedir?

*

Metin And’a göre, gölge oyununun Türkiye’ye 16. yüzyılda Mısır’dan gelmiş olduğuna ilişkin kesin bir kanıt vardır. And şöyle devam ediyor: “İlk kez Profesör Jacob’un ilgimizi çektiği bu kanıt Arap tarihçisi Mehmet Bin Ahmet Bin İlyas ül-Hanefi’nin “Bedai üz-Zuhur fi Vekai Üddühur” adlı Mısır tarihindedir. Bu eserin birkaç yerinde gölge oyunuyla ilintili yer vardır. Konumuzla ilgili olan yere geçmeden önce bunları gösterelim. Bu eserin bir yerinde Memlûk Sultanı Çakmak’ın H.855/M.1451’de bütün gölge oyunu görüntülerinin yasak edilip yakılmasını buyurduğu belirtiliyor. Bir başka yerde, Sultan Melikü’n-Nasır Nasırüddin Muhammed’in gölge oyuncusu Ebu’l Şer’in gösterisiyle eğlendiği belirtilmektedir. Bir başka yerde de yalnız Ramazanda olmayıp bütün yıl boyunca oynatılan gölge oyunu 9 Zilhicce 924’de yasak edilmiştir. Bunun gerekçesi olarak Osmanlı askerlerinin bu temsillerden dönmekte olan seyircileri soydukları, aralarındaki kadın ve erkek çocuklarını kaçırdıkları gösterilmiştir. Bu kaynağın konumuzla ilgili yerine gelince: 1517’de Mısır’ı ele geçiren Yavuz Sultan Selim Memlûk Sultanı 2. Tumanbay’ı 15 Nisan 1517 de astırmıştır. Cize’de Nil nehrinin üzerindeki Roda adasındaki sarayda bir gölge oyuncusu Tumanbay’ın Züveyle kapısında asılışını ve ipin iki kez kopuşunu canlandırmış, sultan bu gösteriyi çok beğenmiş, oyuncuya bol altın ve bir de altın işlemeli kaftan armağan ettikten sonra İstanbul’a dönerken ‘Sen de bizimle gel, bu oyunu oğlum da görsün eğlensin’ demiştir. O sırada oğlu Kanuni Sultan Süleyman 21 yaşındaydı. Nitekim bu olaydan üç yıl sonra onlarla İstanbul’a gelen 600 Mısırlı İstanbul’dan yurtlarına geri dönmüşlerdir. 20 Haziran 1612’de Öküz Mehmet Paşa’nın padişahın kardeşi Gevherhan ile düğünü için Mısır’dan gölge oyunu getirtildiği ve 1. Ahmet’in Edirne’de de Mısır’dan gelen Davut el Attar ve arkadaşlarının gösterisini seyrettiği Davut el Attar anlatısındadır.”

*

İyi, ama bütün bu anlatılanlar olsa olsa Mısır’ın, Karagöz’ün Türkiye’ye gelirken uğradığı bir yol, geçtiği bir durak olduğunu ortaya koyar. Pekiyi, Mısır’a nereden gelmiştir? Çin ya da Hindistan’dan gelmiş olacağını iddia etmek neden “bilim adamına yakışmayacak dayancasız”, yani dayanaksız bir davranış olsun?

Gene Metin And’ın yazısına bakalım. Şöyle devam ediyor: “Tahir Alangu daha sonra yayınlanan bir konferansında, Karagöz’de rastlanan bazı Çingene özelliklerini göz önünde tutarak ve Karagöz’ün kendini Türkiye’de gösterdiği çağ ile Çingenelerin Türkiye’ye yayılma tarihlerinin rastlaşmasına dayanarak gölge oyununun Cava ve Hindistan’dan Türkiye’ye Çingene oynatıcılar eliyle geçtiğini ileri sürüyor. Ancak Çingene öğelerinin Karagöz’de bulunmasıyla bunların Çingeneler eliyle Türkiye’ye getirilmesi ayrı ayrı şeylerdir. Bu görüşü destekleyecek elde hiçbir kanıt bulunmayışından Alangu’nun görüşü bir yakıştırmacadan ileri gitmiyor. Hintlilerin ‘Çayanatak’ denen gölge oyunları üzerine bilgimiz pek azdır. Buna karşın Hindistan’da köylerde gösterilen ve adına ‘Bommalattams’ denen güderiden, alacalı renklerde boyalı görüntüler, bizim Karagöz’e daha yakındır. Bunlar dikey çubuklarla tabana saptanır, kol ve bacakları iplerle oynatılır. Bunların Karagöz’e bir benzerliği de tanrıların, efsanelerin yanı sıra günlük olaylara, fıkralara da değinmiş olmalarıdır.”

*

Bilgimiz az olsa da Hindistan’da Karagöz’e yakın bir gölge oyunu olduğunu And da kabul ediyor. Demek ki, Mısır’dan getirilmiş olmasına rağmen hem “Türk buluşu olan” hem de “özgün bileşimi Türkiye’de yapılmış” olan bir oyun, daha önceki dönemlerde başka ülkelerde de varmış.

Hindistan’da ve Cava’da varsa, neden Çin’de olmasın?

Üstelik bu gösteri sanatı kâğıt ve kâğıt kesme sanatıyla bu kadar ilgili olduğuna göre, Hindistan’dan çok Çin kökenli olması daha akla yakın. Metin And Orta Asya’da gölge oyunu yok diyor, ama Orta Asya’da kâğıt yapıldığı biliniyor. Kâğıt yapılan yerde kâğıt ile ilgili sanatlar neden olmasın? Oktay’ın sarayında Çinli oyuncunun yaptığı gösterinin gölge oyunu olduğu kesin olarak belirtilmiyorsa, bu mutlaka olmadığını mı gösteriyor? Sonunda ta Danimarka’da Andersen’e kadar ulaşan bir sanat neden Orta Asya’ya değmeden geçsin?

Diyelim ki, bu sanatın kökeni Çin, ama Türkiye’ye Orta Asya’yı izleyerek kuzey yoluyla İran üzerinden gelmedi de, bugün Endonezya olarak bildiğimiz ülkeyi oluşturan adalara gidip gelen Arap tacirler yoluyla güneyden Mısır’a ulaştı, Türkiye’ye de oradan geçti. Bu neyi değiştirir?

Karagöz’ün Türkiye’de nasıl ortaya çıktığına ilişkin rivayetler Orhan Gazi dönemine ait. Çin’de ortaya çıkışı hakkındaki efsaneler ise Wu Di zamanına ait. Wu Di MÖ 140 ile 87 tarihleri arasında yaşadı. Orhan Gazi ise MS 1281 ile 1362 arasında… Wu Di dönemi efsaneleri 1450 yıl daha eski.

Bu da pek önemli sayılmayabilir. Sonuçta ortada Asya’nın en doğusundan en batısına kadar her yerde tanınıp sevilen, oradan Avrupa’ya geçen, girdiği her yerde yerelleşen, ama ortak özelliklerini koruyan bir sanat var. Bu da bu sanatın bütün insanlığın ortak malı olduğunu gösteriyor. Yani, bizi birbirimize bağlayan bir kültür mirası…

Ama Çin’den Türkiye’ye gitmiş olması ihtimali, ülkelerimizi birbirine kültürel olarak daha da yakınlaştıran bir etken sayılmalı.

Özcan Buze

Yazarın Tüm Yazıları


Paylaş      
Yorumlar

cüneyt yalaz - ( 3/5/2010 )
Bu bilgilendirici yazınız için teşekkürler.
Okuduğum bir kaynakta da şu enteresan bilgi vardı. 13. yüzyılda Moğol istilaları sırasında Moğol ordularının çadırlarında askerler arasında gölge oyununun çok popüler olduğu, bu istilalar ve savaşlar sırasında gölge oyununun bu vesileyle İran, Arabistan ve Anadolu’ya taşındığı belirtiliyordu. Bana da akla yakın gelmişti.
Bir de nur içinde yatsın sevgili Can Baba (Can Yücel) ile tiyatro üzerine yaptığımız bir konuşmada, o davudi sesiyle şöyle demişti: -Karagöz dediğin hadise bize Cava’dan gelmiştir. Hava cıva değil bu, Cava! Cava!- :)


merve yurtsal - ( 1/18/2011 )
çok güzel

Bu Oyun Hakkındaki Görüşlerinizi Paylaşın !

İsim
Mail  (Yayınlanmayacak)
Yorum
Güvenlik Kodu= 6
Lütfen bu kodu yandaki kutuya yazınız
 

    Son Eklenen Yazılar     En Çok Okunan Güncel Yazılar
27 MART… UMUDUNU ARAYAN BİR GÜN (Ahmet Yapar)
YOKLAMA LİSTESİ (Skeç)
    Tüm Tiyatro Yazıları

    Bu Tarihte Yayınlanan Diğer Yazılar
    Bu yazının yayınlandığı tarihte gündemdeki diğer yazılar aşağıda listelenmiştir...

  • Keserken kendini bileyen bir bıçaktı (Pınar Çekirge) - 3/21/2010
  • Karagöz Geri Döndü (Ayşe Müge Gerdan) - 3/12/2010
  • Papaz Kaçtı - İskele Sanat ve Kültür Derneği Tiyatro Topluluğu (Hakan Yozcu) - 3/12/2010
  • Dişil ve Eril Dengede "BİZ" (Asmin N. Singez) - 3/12/2010
  • Gerçek Oyuncu Aslına En Uygun Biçimde -Gibi- Yapandır (Pınar Çekirge) - 3/12/2010
  • Tiyatroma Dokun (Nedim Saban) - 3/10/2010
  • ABT Üçlemesi (Savaş Aykılıç) - 3/10/2010
  • Konya Devlet Tiyatrosu'nda Tomris Çetinel Resitali: Gılgameş (Üstün Akmen) - 3/10/2010
  • Bu Sezonun Bir Başka Shakespeare Kolajı: Aşk Sözleri (Üstün Akmen) - 3/5/2010
  • Shakespeare'den Alıntılar ile -Bana William Deyin- (Dündar İncesu) - 3/5/2010
  • Karagöz Türkiye'ye Çin'den mi geldi? (Özcan Buze) - 3/5/2010
  • Tiyatroma Dokunma (Nedim Saban) - 2/24/2010
  • Bırakın Yıldızlar Avuçlarında Kalsın... (Rengin Uz) - 2/24/2010
  • 100 Yazıda Düşüncelerimi Paylaştım – Eleştiren, Eleştirmen (Melih Anık) - 2/17/2010
  • Sadri Alışık Tiyatrosu'ndan Bir Orhan Kemal Klasiği: 72. Koğuş (Üstün Akmen) - 2/17/2010
  • Seni Seviyorum Diyecek Kadar Sarhoş oldunuz mu hiç? (Pınar Çekirge) - 2/15/2010
  • Bu Oyuna Gelmeyin (Nedim Saban) - 2/15/2010
  • Para Uygarlıksa, Uygarlık da Paradır: -Alışveriş ve S***ş- (Üstün Akmen) - 2/10/2010
  • Ruhundan Tramvay Geçen Adam (Metin Boran) - 2/4/2010
  • Fuck Buddy Aranıyor, GAF'ta Oynuyor (Dündar İncesu) - 2/4/2010
  • İstanbul Devlet Tiyatrosu - Profesyonel - Parantez İçindeki Hayatlar (Melih Anık) - 2/1/2010
  • Sahi erkeklerin vicdanları neden temizdir? (Pınar Çekirge) - 2/1/2010
  • Ölmemiş Bir Sanatçının Cenazesinin Düşündürdükleri (Nedim Saban) - 2/1/2010
  • Devrimin Ayak İzlerini Küba'da Sürmek... (Üstün Akmen) - 1/29/2010
  • Ezilenlerin Kısık Sesi - Hizmetçiler (Cüneyt İngiz) - 1/29/2010
  • Vanilyalı İlişkiler ve Küba'nın Havanası'ndan Genco Erkal Resitali (Üstün Akmen) - 1/28/2010
  • Ümraniye Kültür ve Sanat Merkezi'nde Çocuk Tiyatrosu (Ceren Okur) - 1/28/2010
  • Doğum Günüm Bugün (Yurdagül Yurtseven) - 1/26/2010
  • Öfke kusan bir -Şölen- (Rengin Uz) - 1/26/2010
  • Kendisi ile Zenginleşecek bir Oyun: Resmi Geçit - Semaver Kumpanya (Melih Anık) - 1/24/2010
  • İBBŞT Çocuk Tiyatroları Birimi'nden Örnek Bir Oyun: Kazuu (Ceren Okur) - 1/24/2010
  • İstanbul 2010 Kültür Başkenti Üzerine Yazı-Yorum (Yurdagül Yurtseven) - 1/22/2010
  • Böyle Oyunlarla Seyirciye Yazık Ediliyor: Fesleğen Çıkmazı (Üstün Akmen) - 1/20/2010
  • Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'nun açılışında Muhsin Ertuğrul'u öldürdüler! Nasıl mı? (Nedim Saban) - 1/19/2010
  • Ergün Işıldar'dan Gizli Oturum (Sartre) - İ.B.B.Şehir Tiyatroları (Melih Anık) - 1/18/2010
  • Muhsin Ertuğrul-Nazım Hikmet-Memleket-Millet (Yurdagül Yurtseven) - 1/18/2010
  • Hakan Gerçek Güneşe Uçuyor, Uçarken Düşmüyor: Van Gogh (Üstün Akmen) - 1/18/2010
  • Özür Dilerim Başkanım (Nedim Saban) - 1/14/2010
  • Nemanız Az Mı Geldi? (Arif Akkaya) - 1/14/2010
  • Pornografi: Sıradan İnsanlar, Karmaşık İlişkiler… (Rengin Uz) - 1/14/2010
  • Haluk Bilginer ve 7 (Şekspir Müzikali) (Yurdagül Yurtseven) - 1/14/2010


  • Tiyatro Kursu Başlıyor!
    12 Şubat'tan itibaren her PAZARTESİ Kadıköy'de!
    Çalışanlara yönelik hobi sınıfı!



    Duyuru Panosu!



    Son Eklenen Tiyatro Oyunları

         Güncel Yazılar

    Yazar olmak ister misiniz?
    Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...

    Mail Listemize Üye Olun

         Güncel Haberler
    Tiyatro Maydanoz, Nazım’ın Kadınları ile Sahnede
    Tekin Deniz: Dümbüllü kavuğunu kimseye devretmedi

    Tiyatro Dünyası'nı takip Edin
     
     |  ..