| Tiyatro Kursu  | Şirket Tiyatrosu
Tiyatro Dünyası
Tiyatro Dünyası Bu Sahnede...
 
Ana Sayfa  |  Hakkımızda  |  Yazılar  |  Haberler  |  Yazarlar  |  Tiyatro Oyunları  |  Tiyatro Grupları  |  Sanatçılar  |  Kaynak  |  Duyuru Panosu  |
Büyüler Sofrası
Tuna Ökten




OYUNUN İSMİ: BÜYÜLER SOFRASI
YAZAN: TUNA ÖKTEN
İLETİŞİM: tunaokten@hotmail.com

1. PERDE


Evin salonu. Ayten, Olcay, Nuray


BİRİNCİ SAHNE

Ayten: Ben konfora çok önem veririm. Evin içinde rahat olmalıyım. Aynı şekilde evime gelen misafirlerin de rahat olmasını isterim. Ben bu kültürle büyüdüm. Annem dünyanın en soylu insanlarından biridir. Babam da öyleydi, ama rahmetli çok erken öldü. (İçeri seslenir). Fidaaan, Fidaaann!


Fidan telaşla salona girer

Fidan: Buyrun hanımım.
Ayten: Nerdesin sen? Neden duymuyorsun beni?
Fidan: İçerdeydim hanımım. Kileri toparlıyordum. Orhan beyin balık takımları, bavullar, çantalar; hepsi birbirine karışmış.
Ayten: Kileri toplamanın zamanı mı şimdi? Görmüyor musun; misafirlerimiz var. Çayı demlediniz mi?
Fidan : Demledim efendim. Hemen getireyim. Az beklerseniz.
Ayten : (Yapay bir gülümsemyle) Şu köylü ruhlu kadınlar bir türlü hamlıklarını üzerlerinden atamıyorlar.
Olcay: Hiç kendini yorma canım! Taşı yontmak bu tür insanların davranışlarını yontmaktan daha kolaydır.
Nuray Hiç istekleri de bitmiyor.
Olcay: Yoksulların istekleri hangi çağda bitmiş ki bunların bitecek.
Ayten: Bitmez vallahi bitmez.


Kapının zili çalar. Gelen Okan’dır. Ayten kapıyı açar

Ayten: Küçük bey, sizin bu saatte okulda olmanız gerekmiyor muydu?
Okan: Bugün canım okula gitmek istemedi
Ayten: Nedenmiş o?
Okan: Çünkü canım okula gitmek istemedi!
Ayten: Oh ne güzel! Canımız istemiyor diye bugün yaşamayalım isterseniz. Neyse bunu akşam babanızla konuşursunuz.
Okan: Konuşurum ya da konuşmam bu sizi ilgilendirmez.
Ayten: (Sinirlenir ama kendini tutar) Misafirlerimize bir merhaba deyin isterseniz.
Okan: (İsteksizce) Merhaba!
Misafirler: Merhaba!
Olcay: Hangi bölümde okuyordunuz? Gerçi Ayten söylemişti ama…
Okan: Ekonomi.
Nuray: Ah ne güzel bir bölüm. Okulu bitirince babanızın işlerinin başına geçersiniz artık.
Ayten: ( Alaycı bir tonda). O henüz kararını veremedi hayatım. Sürekli düşünmekle meşgul.
Nuray: Filozof mu olacak yoksa. Hah hah hah. Hani düşünüyor dediniz ya, ona istinaden böyle bir espri yaptım.
Ayten: Filozof olup çok da güzel yönetir ya babasının işlerini.


Okan dışında hepsi birden gülerler

Nuray: Ay, Zokratis miydi neydi o adamın adı? Meşhur bir sözü vardı ya. Belki öyle özlü sözler yazar belli mi olur?
Okan: İzninizle. İçerde yapılacak işlerim var.


Okan içeri girer. Diğer kulisten Fidan girer

Fidan: Çaylar geldi. Buyrun hanımefendi, siz de buyrun, buyrun hanımcığım.
Ayten: (Bardağın içine dikkatle bakar.)
Fidan: Ne oldu bir sorun mu var Ayten hanım?
Ayten: Bunun içinde pütür pütür bir şeyler var.
Fidan: Aman efendim o çayın kendisidir.
Ayten: Ah bir de cahil aklıyla yorum yapmıyor mu? Bir şeyler var diyorum bunun içinde. Hangi suyla yaptınız bunu.
Fidan: Her zamanki suyla!
Ayten: Her zamanki suyla demek. Bunları al o zaman şimdi. Ayrıca yaptığın çayın hepsini döküp bize yenisi demle..
Fidan: (Üzlülerek) Tamam efendim.


Fidan mutfağa geçer


Ayten: Akşam yemeğe kalsaydınız keşke.
Nuray: Çok iyi olurdu ama biz bu akşam bir baloya davetliyiz hayatım.
Olcay: Biz de İhsan beylere
Ayten: Şu sörf hocası olan İhsan beylere mi?
Olcay: Evet, evet. Siz tanıyor musunuz yoksa İhsan beyi?
Ayten Evet. Kendisiyle bir davette tanışmıştık. Ayrıca Orhan’la liseyi aynı sınıfta okumuşlar.
Olcay: Ne yakışıklı ama değil mi Ayten? Rüya gibi biri! Gözleri öylesine keskin ve güçlü bakıyor ki, ondan etkilenmeyecek bir kadın tanımıyorum.
Ayten: Etkilendiniz mi yoksa?
Olcay: (Toparlamaya çalışır) Yok canım ne etkilenmesi! Ben evli bir kadınım. Ama yiğidi öldür hakkını ver demişler. Allah aşkı için yakışıklı bir bey.
Nuray: Ben de şimdi merak ettim bu İhsan beyi.
Ayten Merak etmeyin! Siz de yakında tanırsınız.
Olcay: (Saatine bakar) Ben yavaştan kalkayım. Daha kuaföre gideceğim.
Nuray: Ben de kalksam iyi olacak.
Ayten: Bare birer bardak çay içseydiniz. Pastalarınızı da yemediniz.
Nuray: Canım ben diyetteyim.
Olcay: Ayol ben de diyetteyim.
Ayten: Ben de bu hafta başladım.
Olcay: Senin ki ne diyeti canım?
Ayten: Hint diyeti. Senin ki?
Olcay: Afrika diyeti.
Ayten: Ne güzel.



Fidan içeri girer

Olcay: Kalksak iyi olacak
Ayten: Tamam ama bunu saymıyorum. Haftaya yine gelirsiniz. Bu sefer çayı kendi ellerimle yapacağım. ( Fidan’ın gözlerine sert sert bakar)


Misafirler çıkarlar

Fidan: Ayten hanım özür dilerim. Ben.. ( Ayten sözünü keser)
Ayten: Yaptığın hatalardan dolayı benden özür dileme. İşini biraz daha dikkatli ve özenli yap. Geçenlerde de içi izmarit dolu küllüğü tuttun Ayla hanıma verdin.
Fidan: Onu ben değil, Ayla hanımın kendisi mutfaktan aldı.
Ayten: Alsın ya da almasın. Sonuçta sen onu yıkayıp durulasaydın, Ayla, temiz küllük kullanacaktı. Neyse olmuş bitmiş olayları tekrar tekrar konuşmayalım. Ben biraz dışarı çıkacağım. Gelene kadar evi pırıl prıl görmek istiyorum. Ayrıca, rafların, komodinin, tuvaletin ve sehpaların üstünün tozunu almayı ihmal etme! Geçen gün Orhan biraz toz gördü, kızdı. Ben seni korudum. Kafası dağınık dedim. Üstüne fazla gitmemekde fayda var dedim. Bu yüzden aklını başına al, işini iyi yap. Ülkenin halini görüyorsun. Böyle bir dönemde işsiz kalmak istemezsin heralde
Fidan: Anladım efendim. Elimden gelenin en iyisi yapmaya çalışacağım. Kuşkunuz olmasın.
Ayten: Tamam, tamam. Hadi sen işini yap, ben de çıkayım.


Ayten çıkar. Fidan yalnız başına kalır.

Fidan: Bu kadın beni solucan gibi süründürmek istiyor.
Sürekli yukardan yukardan bakıp beni hor görüyor
Cahil aklım az da olsa anlıyor gerçeği.
Oysa Özge hanım böyle miydi?
Ah eski hanımım benim! Ne yüce bir kadındı o!
Kızı gibi severdi beni. Fidanım derdi
Çok fazla çalışmama razı olmazdı.
İşlerime yardım ederdi.
Ah eski hanımım benim!
Toprağın bol olsun senin
Ne olur sanki herkes Özge hanım gibi iyi yürekli olsa?
Her şey ne güzel olurdu o zaman
Her şey ne güzel olurdu.


Okan girer

Okan: Siz burda mıydınız?
Fidan: Şey ben buraların tozunu alıyordum.
Okan: Konuşmalarınızı duydum. Ayten sizi üzüyor değil mi?
Fidan: Yoo yoo; hayır sadece…
Okan: Üzüyor işte saklamayın. Beni de üzüyor. Babam, bu kadında ne buluyor anlamıyorum.
Fidan: ( Mahçup bir ifadeyle başını eğer) Vardır babanızın da bir bildiği!
Okan: Bu kadınla evlendiği günden beri çevresine karşı hareketleri çok değişti. Bazen onu tanıyamıyorum.
Fidan: Düzelir, düzelir. Kolay mı insanın sevdiği birini kaybetmesi?
Okan: Annemden sonra böyle bir kadınla evlenmesini aklım almıyor. Bu eve girdiği günden beri huzurumuz kalmadı. (Bir müddet susar). Bir de ukala ukala konuşmuyor mu? Okula gidip gitmememden sana ne? Herkesin önünde ona bağırmamak için kendimi zor tuttum. Ama benim asıl kızdığım kişi babam. Annemin ölümünden daha iki ay bile geçmeden gitti bu cadaloz ruhlu kadınla evlendi.
Fidan: Öyle demeyin. Nihayetinde babanızdır. Yatın kalkın ona şükredin.
Okan: Siz de beni anlamıyorsunuz Fidan abla. Babamı görmüyor musunuz? Gözü hiçbir şey görmez oldu. Sanki bu kadın onu büyüledi.
Fidan: Aman Okan evladım. Büyü filan deme, korkarım ben öyle şeylerden
Okan: Ama bunlar gözle görülür gerçekler. Ve bu gerçekler beni iyice rahatsız etmeye başladı.
Fidan: Zamanla düzelir.
Okan: Eskiden daha hoşgörülü bir insandı. İsteklerime ve düşüncelerime saygı duyardı. Ya şimdi! Bana karşı; ruhu bedeninden çekilmiş bir ölü gibi hissiz. Her şeyime kayıtsız kalıyor. Gözü Ayten’den başka kimseyi görmüyor.
Fidan: Geçer, geçer. Ona biraz zaman verin.
Okan: Ben ondan çok şey istemiyorum ki! Benimle arkadaş gibi konuşsun, eskisi gibi şakalaşssın, bu bana yeter.
Okan: Eğer böyle giderse evi terk edeceğim. Ben çok mutsuzum bu durumdan!
Fidan: O nasıl söz öyle Okan. Babanı öldürmeye mi niyetlisin?
Okan: Geçenlerde bir ekonomist değil de bir oyuncu olmak istediğimi söyledim. Alay etti benimle. Sahnede Juliet’ine sarılıp ölürsün deyip güldü.
Fidan: Cahilliğimi affedin, Juliet kim Okan?
Okan: Romeo’nun sevgilisi.
Fidan: Romeo kim?
Okan: Shakespeare’in bir karakteri.
Fidan: Kızmayın ama merak ettim. Shakespeare kim?
Okan: O işte uzun hikaye Fidan abla. Bir gün size onu uzun uzadıya anlatırım. Ben de çıksam iyi olacak. Arkadaşım Toygar’la buluşacaktım. Hoşça kalın.



İKİNCİ SAHNE


Yatak odası; Orhan, Ayten

Orhan: Hayatım kolalı gömleğimi gördün mü? Bulamıyorum.


Ayten içerden seslenir

Ayten: Dolabın içine koymuştum. Dikkatli bak.
Orhan: (Dolabı karıştırır) Evet buldum. Gözümün önündeki gömleği göremiyorum. Bak şimdi de pantolonumu bulamıyorum. Yaşlanıyorum iyice! (Önündeki aynada yünüze bakar). Şu gözlerimin altındaki torbalara bak. Ne korkunç gözüküyor.
(Tekrardan pantolonu aramaya koyulur). Ben böyle miydim eskiden? Yüzüm güneş gibi parlardı. (Bu sıra pantolonunu bulur). Bak sen nereye gizlenmiş koca pantolon.


Ayten girer

Ayten: Gömleğini buldun mu hayatım?
Orhan: Evet buldum.
Ayten: Yemek hazır. Bir şeyler yiyip çıkalım istersen. ( Tam çıkıp içeri giderken)
Orhan: Ayten sana bir şey soracağım?
Ayten: (:Şaşırır) Tamam, sor.
Orhan: Beni nasıl buluyorsun?
Ayten: Bu da nerden çıktı şimdi?
Orhan: Sorumun cevabını verebilir misin?
Ayten: Benim için dünyanın en yakışıklı erkeğisin.
Orhan: Ben kendimi öyle göremiyorum.
Ayten: Ya sen beni nasıl buluyorsun?
Orhan: ( Ayten’ sarılarak) Cennetteki tüm tanrıçalar bir araya gelse senin güzelliğine ulaşamaz.
Ayten: Böyle söylüyorsun; ama sonra isteklerimi yanıtsız bırakıyorsun.
Orhan: Her istediğini yapıyorum. Seni her zaman mutlu ve huzurlu görmeliyim. Söyle, söyle bir isteğin varsa yerine getirmek için şimdiden harekete geçeyim.
Ayten: Geçen ay kulüpteki arkadaşlarınla Venedik’e gidecektik. Fakat işlerinin yoğunluğundan dolayı bunu erteledin.
Orhan: İşlerimin yoğunluğunu biliyorsun. Ama işlerimi bir toparlıyayım, sadece Venedik değil birlikte büyük bir Avrupa seyahatine çıkacağız.
Ayten: Bodrum’daki o villayı da istiyorum.
Orhan: Bu hafta içinde tüm işlemlerini halledeceğim.
Ayten: Sen dünyanın en güzel kocasısın. Şimdi sen söyle: Ben senin için ne yapabilirim?
Orhan: Sadece beni sev.
Ayten: Sadece seni seviyorum. (Tam öpüşeceklerken Okan gelir).
Okan: Baba seninle konuşmak istiyorum. Vaktin var mı?
Orhan: Birazdan yemeğe çıkacaktık. Gelince konuşsak olur mu?


Okan’ın yüzü düşer. Morali bozularaktan odayı terk eder.

Ayten: Okan neden bu kadar içine kapalı. Onunla o kadar konuşmak istememe rağmen bana uzak davranıyor. Ben istiyorum ki onula arkadaş gibi olalım.
Orhan: Okan çocukluğundan beri böyledir. Annesinin ölümü onun sessizliğini daha da perçinleştirdi. Yine de canını sıkma. Zamanla sana alışacaktır.
Ayten: Salı günü iki arkadaşım bize oturmaya gelmişti ya; o gün Okan eve erken geldi. Meğer okula gitmemiş. Neden gitmediğini sorunca da ters bir cevap verip odasına çekildi. Yanlış anlama beni; sorun beni terslemesi değil. Ben sadece onun iyiliğini düşünüyorum. Sonuçta derslerini aksatmaması gerekiyor.
Orhan: (Sarılır) Sen dünyanın en güzel ve en soylu kadınısın. Onun öz annesi olmadığın halde onu düşünüyorsun. İyi ki tanrı seni karşıma çıkarmış.
Ayten: Sen de çok iyisin Orhan. Senin yanında kendimi bir prenses hatta bir melek gibi hissediyorum.
Orhan: Eğer seni tanımasaydım şu an yaşadığım hayatın işkenceden farkı kalmazdı.
Ayten: Biz hiç ayrılmayacağız. Bundan şüphen olmasın. Sen şimdi giyin, sonra da yemeğimizi yiyip çıkalım.
Orhan: Ne var yemekte?
Ayten: Çorba, soya soslu bonfile ve yanında mantar fileminyon.
Orhan: Güzel. Sen git ben giyinip hemen geliyorum.
Ayten: Tamam

Ayten çıkar

Orhan: Ne güzelsin sen Ayten. Bazen, gözlerinin içinde kaybolacak gibi oluyor yaşlı gözlerim. Bazen de utanıyorum onun yanında nefes alıp vermeye. Sonra hayır diye haykırıyor içimden bir ses sebepsiz yere. Hayır! Seni hak etmiyorum . Şu alnımda yüzen çizgiler hak etmiyor güzel yüzünü. Ama yine de anlamsızca uzatıyorum bu çileyi. Çünkü aşık olmuşum bir kere, ama gerçekler kulağıma haince fılısdıyor. Hayır ,hayır! Kusursuz yüzün ve diri bedenin, benden çok daha iyilerini hak ediyor. Ama olmuyor işte. Aşk bir hortum gibi çekiyor insanı içine ve farkettirmeden ve zalimce hapsediyor hücresine biz ölümlüleri. Ölüme bak sen! Yine bir şekilde girdi soyut bir bacadan düşüncelerime . Ey azrail, ey ölümün yazgısı; oturmuşsun bir bulutun üstüne, elinde oltan, ordan sallarsın onu yeryüzüne. Artık kim takılırsa iğnene, bir balık gibi çekersin onu gökyüzüne. Ne olacak ki sanki? Dünyanın en acımasız kanunudur bu. Kanımızın içinde nankör bir kedi gibi gezer ruhumuz, beklemediğimiz bir anda terk eder bedenimizi. ( Biraz bekler. etrafına bakınır. Tekrardan konuşmaya başlar). Şu yaşlılık yok mu! İnsana neler neler düşündürüyor? Ama elden ne gelir ki ? Kaderimizin bizi dünyaya indirişi gibi, bir de yukarı çıkışımız var. Ah bilincim bir dere gibi bulanık! Yeniden aşık olmakla suç mu işliyorum? (Çekmeceden ölen karısın resmini çıkartır). Haksızlık mı ediyorum sana güzel karıcığım? Kızıyor musun Orhan’ının başka bir kadını sevmesini? Yeniden aşık olmak, yeniden birinin kollarında can bulmak günah mı güzel karıcığım? Nasıl sevdiysem seni, Ayten’i de o şekilde seviyorum.

Okan girer.

Okan: Baba!
Orhan: Sen miydin Okan? Gel içeri gel
Okan: Kiminle konuşuyordun?
Orhan: Yoo konuşmuyordum; kendi kendime şarkı mırıldanıyordum.
Okan: Şarkı gibi gelmedi kulağıma.
Sanki kederli bir konuşma gibiydi.
Orhan :Yaşlanıyorum Okan
Yaşım altmış beşe dayandı
Sende benim yaşıma geldiğinde
Şarkılarla karışık hayıflanacaksın haline
Bazen kuruntular içinde kaybolacak varlığın
Ve cevaplandıramadığın yüzlerce soru
Bir yıldırım gibi düşecek belleğine
Okan: Baba sana anlatmak istiyorum gördüklerimi. İzin ver bana ve bir kez olsun dinle.
Orhan: Yine aynı konu mu Okan?
Okan: Baba..
Orhan: (Okan’ın sözünü keser) Eğer yine Ayten’i kötüleyeceksen ..
Okan: Kötülemek ya da kötülememek meselesi değil. Bu kadın, başlı başına yanlış bir seçim.
Orhan: Az önce Ayten’le seni konuştuk. O seni seviyor, hatta seninle daha sıcak ilişkiler kurmak istiyor. Sen de kalkıp bana onun yanlış bir seçim olduğunu söylüyorsun.
Okan: Seni anlıyamıyorum. Nasıl inanıyorsun bu sözlere? Ve neden inanmıyorsun bir kez de olsa oğluna.
Orhan: (Sesi iyice sertleşir) Sana önceden de söylemiştim. Ve bir daha bu konuyu konuşmak istemiyorum. Şimdi izin ver bana da içeri geçeyim.
Okan: Yanlışlar bizi başka yanlışlara götürür. İş işten geçtiği zamanlarda ise keşke deyip başımızı duvarlara vururuz.
Orhan: Yanlış olan nedir? Yeniden aşık olmanın neresi yanlış olabilir? Ben böyle mutluyum ve bir daha bu konu üzerinde konuşmak istemiyorum.
Okan: Sen mutlusun ama ben değilim.
Orhan Sen şanslı bir çocuksun. Mutlu olman gerekiyor.
Okan: Mutlu değilim!
Orhan: O zaman mutlu olmaya çalış.
Okan: Annemin ölümü üzerinden iki ay bile geçmemişken bir kadınla evlendin. Evlendiğin kadın türlü karanlıklarla dolu. Benden nasıl mutlu olmamı bekliyorsun.
Orhan: Okan, laflarını doğru seçerek konuş. Karanlık dediğin kadın benim karım!
Okan: Ben sadece gördüğüm gerçekleri söylüyorum.

Ayten girer

Ayten: Siz sağır mısınız allah aşkına? Duymuyor musunuz beni? İçerden sesleniyorum size. Yemekleri tabaklara koyduk sizi bekliyoruz.
Orhan: Tamam, zaten midem de zil çalmaya başladı.


Ayten’le Orhan çıkar

Okan: Neden anlamıyorsun beni baba? Bu kadının melek kılığına girmiş bir iblis olduğunu neden göremiyorsun? Önüne bir set gibi çekilen karanlık duvarları neden kıramıyorsun? Gün geçtikçe körleşiyor, farklı bir insan oluyorsun.


ÜÇÜNCÜ SAHNE


Konağın bahçesi; Veysel, Nevin ve Bekir


Cengiz: (Şarkı söylemektedir)
Gün boyu bahçeyi sularım
Güneş akar üzerimden
Kuşlar cıvıl cıvıl
Çiçekleri koklarım loy loy
Ot, ot kokar tırpanım
Gün boyu bahçeyi sularım
Bulutlar akar üzerimden.
Kuşlar cıvıl cıvıl
Çiçekleri koklarım loy loy
Nevin: Şarkı söylemeyi keser misin
Konsantre olamıyorum!
Cengiz: Ne yapıyorsun da konsantre olamıyorsun
Nevin: Kör müsün, gazete okuyorum!
Cengiz: Ne güzel işte Nevin abla. Şarkı eşliğinde gazete okuyorsun.
Nevin: Sesin borazan gibi. Bunu sana kaç defa söyleyeceğim?
Cengiz: Ne olur sanki şarkı söylesem. Söylesene şu güneşe, şu bulutlara, şu gökyüzüne şarkı söylenmez mi?
Nevin: Söylenir söylenmesine de, seninki gibi kart bir sesle değil.
Cengiz: Ne var ki sesimde?
Nevin: Bunu kaç defa söyleyeceğim Cengiz! Sen şarkı söyledin mi akasyalar boynunu büküyor, sardunyaların rengi soluyor, söğütlerin yaprakları dökülüyor.
Cengiz: Tanrısal bir sese sahip olduğumdan doğa karşımda heyecanlanıyor. O yüzdendir.
Gün boyu bahçeyi sularım
Güneş akar üzerimden
Kuşlar cıvıl cıvıl
Nevin: Cengizzzz! Keser misin lütfen!
Cengiz: Tamam abla tamam ya. Sustum
(Mırlıdanarak)
Gün boyu bahçeyi sularım
Güneş akar üzerimden..
Nevin: Cengiz hala duyuyorum.
Cengiz: Abla, geçenlerde logarda çatlak oldu ya.
Nevin: Logar da nerden çıktı şimdi? Söyle bakayım, sen bana bir keyif gazetesi okutmayacak mısın?
Cengiz: Yo logar değil asıl bahsedeceğim ablacığım şu: Logar çatladı diye yukarı haber etmeye gittim. Bir de ne göreyim, Ayten hanım, Fidan’ı çocuk gibi azarlıyordu. İçim burkuldu. Yılların yasemin kokulu Fidan’ı, o genç kadının karşısında boynu bükük kalakalmıştı. Acıdım vallahi! Gözlerindeki çaresizliği ve utancı görseydin sen de üzülürdün be abla. Kafama da takılmadı değil onun o mahçup hali. Bugün ona, yarın bana belki öbür gün sana.
Nevin: Ne diyeyim ki, Ayten hanım oldukça asabi ve ters bir kadın. Ben fazla yüz yüze gelmemeye çalışıyorum. Sabredip göreceğiz artık. Adalet ile zulüm aynı yerde barınmaz. Er ya da geç Orhan bey gerçekleri görecektir.


Bekir girer


Bekir: Ne kaynatıyorsunuz fısır fısır?
Cengiz: Ah sen miydin? Ben de şey sanmıştım!
Bekir. Ayten hanım mı?
Cengiz: Evet.
Bekir: Ayten hanım bu kadar ürkütüyor mu sizi?
Nevin: Bizi ürküten Ayten değil. Biz Orhan bey için endişeleniyoruz. Sürekli olumsuz bir değişim içinde.
Bekir: Parası çok fazla olan insanlara fazla güvenmeyeceksiniz. Çünkü onlar paranın şekline göre sürekli renk değiştirirler.
Nevin: Neden hep bu kadar kötümsersin. Bu halinle bunamış yaşlı ihtiyarlardan farkın kalmıyor.
Bekir: Ben sadece gerçekleri söylüyorum.
Nevin: Gerçekmiş; pöh!
Bekir: Ayrıca sizi mutlu edecek bir haberim daha var!
Nevin: Neymiş o?
Bekir: Yakın bir zamanda Ayten’in annesi de buraya yerleşecek.
Nevin: Ah tanrım! Bu korkunç bir haber. Doğru mu bu söylediğin?
Bekir: Geçen gün Ayten hanımı misafirliğe götürürken, kendisi söyledi.
Cengiz: Acaba o da kızı gibi zalim midir?
Nevin: Ne zaman gelecekmiş?
Bekir: Tam zamanını bilmiyorum ama bir haftaya kalmadan gelir.
Cengiz: İşimiz var desenize.
Bekir: İşi olan sizlersiniz. Ben arabayla sürekli dışardayım.
Nevin: Neden bu kadar bencil düşünüyorsun?
Bekir: Tamam tamam. Fazla uzatmayalım.
Nevin: Geçen gün Ayten Fidan’ı çocuk gibi azarlamış. Sen de kalkmış uzatmayalım diyorsun.
Bekir. Fidan azarı hak etmiştir.
Nevin: O nasıl söz öyle. Neden hak etsin kadıncağız. Sen hiç Özge hanımın bizlerden birini azarladığını görmüş müydün?
Bekir: Ne derseniz deyin, Ayten hanım oturaklı bir kadın. Yok yere Fidan’ı azarlamamıştır.
Nevin: Bazen çok zalim olabiliyorsun!
Bekir: Fidan da bu kadar ağır kanlı olmasın. Ayrıca mızmız ve çıtkırıldım. Dokunsan yere düşecek . Bir insan bu kadar güçsüz olmamalı!
Nevin: Naiflik diyelim buna istersen.
Bekir Ne derseniz diyin ama Fidan’ı da uyarın. Biraz canlansın. Hatta kurnaz olsun biraz. Leb demeden leblebiyi anlasın. Öyle koyun gibi durursa tabii ki Ayten hanım onu azarlar.
Nevin: Fidan’ın yaşadıklarını yaşasaydın sen de onun gibi içine kapanık biri olurdum.
Bekir: Ne varmış ki yaşadıklarında? Asıl ben neler neler yaşadım da, hepsini içime attım.
Cengiz: Sen mi yoksa ben mi?
Bekir: Sen ne yaşadın ki Cengiz? Dört yıldır Orhan beyin şöförlüğünü yaparım. Seni tanıdığım günden beri ot biçer, şarkı söylersin.
Cengiz: Dört yıldır ot biçer şarkı söylerim. Ya daha öncesi!
Bekir: Ondan önce de eminin ot biçip şarkı söyleyecek bir yer bulmuşsundur.
Cengiz: Ya ne demezsin!
Nevin: Atışmayın bakalım. Bekir şu uyuzluğunu üzerinden at sen de artık. Yıllardır bizimle uğraşıp durursun. Fidan’a sahiplenmen gerekirken daha yeni tanıdığın bir kadının saflarında yer alıyorsun.
Bekir: Fazla üstüme gelmeyin be. Canımı sıkıyorsunuz.
Nevin: Küstahlaşma Bekir!
Bekir: Küstahlaşırsam ne olacakmış?
Nevin: Çok çabuk unuttun bu eve benim sayemde girdiğini!
Cengiz: Baksana şunun gözlerine. Çoktan unutmuş geçmişini.
Bekir: (Sinirlenir) Bana bak Cengiz!
Cengiz: Bakmazsam ne olacakmış?
Nevin: Hoppala! Dağ hayvanları gibi kapışmayın öyle
Cengiz: Görmüyor musun abla yaptığı terbiyesizliği!
Bekir: Terbiyesiz senin babandır.


Cengiz Bekir’e tam vurmaya yeltenirken bahçeye Ayten gelir

Ayten: Bekir çok hızlı olmamız lazım randevuma geç kaldım.
Bekir: Merak etmeyin Meral hanım. Sizi en kestirme yollardan istediğiniz yere en kısa zamanda götüreceğim. ( çıkarlerken Cengiz’e doğru fısıldar) Seninle gelince hesaplaşacağız bay ot profesörü.
Cengiz: Şimdi ben seni!
Nevin: Tamam Cengiz, sen uyma ona. Hadi işine bak. Ben de biraz yukarda Fidan’a yardım edeyim.


DÖRDÜNCÜ SAHNE


Evin salonu; Ayten, Fidan,


Ayten: Bugün gelecek olan konuklarımız çok önemli. O yüzden bu gecenin kusursuz olmasını istiyorum. Her şey mükemmel olmalı. (Biraz bekler. Fidan’a döner) Gece işin bitince etrafta çok fazla dolaşma. İçeri geçip mutfakta benim komutlarımı bekle Yo, yo! On, on beş dakikada bir bana gözük. Belki acil bir durum çıkabilir.. Şimdi göster bakalım bana ellerini (Tırnaklarını kontrol eder. Fidan’a bakarak) Kaç defa söyleyeceğim sana, şu tırnaklarını yeme diye. Bu ellerle mi servis yapacaksın bugün misafirlerimize?
Fidan: Hanımım ben farkına varmadan…
Ayten: Misafirlerin yanında sakın bana hanımım deme. Ayten hanım demen yeterli. Servis yapacağın zamanlarda da tırnaklarını göstermeyecek bir eldiven takarsan iyi olur.
Fidan: (Utanaraktan başını eğer) Tamam efendim.
Ayten: (Fidan’a döner) Tüm yemekler hazır değil mi?
Fidar: Hazır
Ayten: Pastalar, börekler, tatlılar.. Eminsin değil mi, hepsi hazır.
Fidan: Hazır Ayten hanım.
Ayten: Güzel.
Fidan: Yalnız Filiz birkaç gündür ateşli. Bugün ateşi biraz daha arttı. O bu akşam servise katılmasa..
Ayten: Katılamasa da ne demek? Siz heralde bu yemeğin önemini anlayamadınız. Bunu diğer verilen sunularla karıştırmayın. Bu seferki çok ama çok önemli. Bir kere bugünki konuklarımız sıradan değiller. Hepsi sosyete sınıfının en asil üyeleri.

Okan girer

Okan: Bence asil üyeleri ağırlamak için verdiğiniz bu mücadeleden önce insanalara nasıl davranılır bunu öğrenin sevgili üvey anneciğim.
Ayten: (Kendi kendine) Geldi küstah.
(Sesini yükseltip) İnsanlara nasıl davranılacağını sizden mi öğreneceğim? Hem ne kadar meşgul olduğumu görüyorsunuz.
Okan: Size bir şey öğretmek derdinde değilim ama şunu biliniz ki; bağırıp küçük gördüğünüz bu kişiler; bu konağa yıllarını vermiş insanlardır. Bu yüzden lütfen kibrinizi kontrol altına alıp, bu kişilerle daha dikkatli konuşun.
Ayten: Bu ne cüret! Bana kibirli deme hakkını size kim veriyor?
Okan: Bu evdeki çalışanlara kötü davranmaya hakkınız yok!
Ayten: Ben kimseye kötü davranmıyorum (Fidan’a döner) Ben seni hiç üzüyor muyum?
Fidan : Şey, ben!
Okan: Cevap vermenize gerek yok Fidan hanım. Bu hanımın sizlere nasıl davrandığı apaçık ortada. Orhan beyin karısı olmanız onlara kötü davranacağınız anlamına gelmiyor
Ayten: Küstah seni!
Okan: (Bağıraraktan) Ben küstahsam, siz de ahmaksınız!


Orhan’la Belma girerler

Orhan: Ne oluyor burda allah aşkına?
Ayten: Çocuğunuz beni bir çocuk gibi azarlıyor. Bana ahmak dedi.
Okan: Siz de çalışanlara kötü davranıyorsunuz!
Orhan: Okan sana önceden de söyledim, Ayten’le konuşurken sesini yükseltme diye
Okan: Ben sesimi yükseltmiyorum sesini yükselten o!
Orhan: Yeter yeter. Şimdi derhal Ayten’den özür dile.
Okan: Özür dileyecek bir şey yapmadım.
Orhan: Çabuk dile diyorum sana.
Ayten: Dilemeyeceğim!
Orhan: O zaman odana git. Özür dileyene kadar da odandan çıkma!
Okan: Odama geçmiyorum baba!
Orhan: Geçiyorsun.
Okan: Ben gidiyorum!
Orhan: Nereye? Gel buraya çabuk. Okan; Okan çabuk gel buraya!
Ayten: (Orhan’ın yanaklarını okşayarak) Orhan sakin ol hayatım!
Orhan: Küstah çocuk. Şu isyankarlığına bak. Evi terk etti.
Ayten: Daha çok toy bir çocuk. Ben, bana söylediklerini affettim. Sen de ona kızma.
Orhan: Sürekli bildiğini okuyor. Şuna bak, evi terk edip gitti. Yazıklar olsun ona verdiğim emeğe.
Ayten: Yarın olmadan gelir; meraklanma. (Fidan’a döner) . Sen mutfağa geçebilirsin, birazdan yanına gelirim.
Belma: Ben de odaya geçip, gazete okuyayım.


Fidan’la ve Belma çıkar


Orhan: (Herkes gidince Ayten’e sarılır) Benim güzel meleğim. Biricik sevgilim,sen olmasaydım yanımda şimdi ne yapardım. Bunun tarifini nasıl yapacağımı bilmiyorum. Tam anlatacak gibi oluyorum birden sözcükler dilime dolanıyor. Sadece şunu bil; yanımda olman bana tüm dertlerimi unutturuyor.
Ayten: Bir şey anlatmana gerek yok sevgilim! Gözlerin her şeyi anlatıyor.
Orhan: Canım karıcığım.
Ayten: Canım kocacığım.
Orhan: Seni çok seviyorum. Ama korkutuyor bazen bu sevgi beni.
Ayten: Neden korkuyorsun? Birlikteyiz ve ölene dek hiç ayrılmayacağız.
Orhan: Bu sözler az da olsa rahatlatıyor içimi. Yine de seni kaybetmekten korkuyorum!
Ayten: Korkma! Ben senin yanındayım daima. Odaya geç biraz dinlen istersen,
Bütün gün iş yerinde yorulmuşsundur.



BEŞİNCİ SAHNE


Bir kafe; Okan, Aslı


Aslı: Demek bir daha o eve adımını atmayacaksın.
Okan: Evet! O ev artık benim için bitmiştir.
Aslı: Öyle deme Okan! Babanın seni ne kadar çok sevdiğin biliyorsun. Hem dışarılarda ne yaparsın. Ne yer, ne içersin?
Okan: Başımın çaresine bakarım.
Aslı: Peki nerde kalmayı düşünüyorsun?
Okan: Arkadaşlarımdan birinin evine giderim. Ya da bir otel bulur orda kalırım. Evet, evet. Otel daha mantıklı. Hiç kimse nerde olduğumu bilmemeli.
Aslı: Baban çok üzülecek.
Okan: Umrumda değil.
Aslı: Öyle deme.
Okan: O çok değişti. Hiç eskisi gibi değil. Bazen ona baba demek bile içimden gelmiyor.
Aslı: Zamanla düzelecektir.
Okan: Düzeleceği filan yok. Aşkın karanlık yüzü onu kör etmiş.
Aslı: Ona zaman tanı biraz.
Okan: Annemden sonra başka bir kadını sevmesini kabullenemiyorum. Hele hele bir şeytanı sevmesini hiç kabullenemiyorum.
Aslı: Okan lütfen inat etme. Bu akşam dön evine.
Okan: Hayır! Bu konuda kararım kesin. O kadın, evden ayrılmadığı sürece geri dönmeyeceğim.
Aslı: Yanına bir çanta bile almamışsın. Paran var mı?
Okan: Evet hesabımda kendime yetecek kadar para var. Eğer biterse bir işe girip çalışırm.
Aslı: Kendine giyecek bir şeyler al. Kalacağın otel nerde?
Okan: İstanbul otel kaynıyor. Kalacak ucuz bir yer bulurum elbet.
Aslı: Of Okan! Neden bunu yapıyorsun?
Okan: Çünkü o kadının evden gitmesini istiyorum. Şayet gitmezse babam, yüzümü bir daha hiç göremeyecek.
Aslı: Bir keçi gibi inatçısın Okan. Eve gidersen her şey düzelecek. Baban yaptığı yanlışı şimdiden anlamaya başlamıştır.
Okan: Bu kadar kısa zamanda anlayacağını sanmıyorum. En azından biraz burnu sürtülmeli.
Aslı: Senden korkulur Okan.
Okan: İnanır mısın, babam o kadınla evlendiği günden beri uğursuz tipler evimize girip girip çıkıyor. Babam tüm servetini Ayten’i mutlu etmek adına kağıt gibi saçıyor ve kadının istekleri bir türlü bitmiyor. Benim yerimde olsaydın üzülmez miydim? Bunlar yetmiyormuş gibi bir de annesi de bize yerleşti. Anne kız birlik olup babamı sömürecekler. Bunları düşündükçe çıldırıcak gibi oluyorum.
Aslı: Bu kaçış neyi düzeltebilir ki?
Okan: Bunu söylemek kolay. Babamın son halini görseydin sen de bana hak verirdin. Bir bilsen ona kaç defa anlatmaya çalıştım. Dinlemek şöyle dursun bir de bana cephe aldı. Yok ben Ayten hakkında yanlış düşünüyormuşum. Yok Ayten aslında içi iyiliklerle dolu bir periymiş. Yok o benim hep iyiliğimi düşünüyormuş. Şayet böyleyse ben neden göremiyorum bunları?
Aslı: Belki de doğrudur bu Okan! Yanılıyor olamaz mısın?
Okan: Doğru olan ne, bana açıklar mısın? Neden inanmıyorsun bana? Yok yere yaygara çıkardığımı mı sanıyorsun?
Aslı: Bunu kastetmek istemedim.
Okan: O zaman sorun nedir? Sana diyorum ki bu kadın bir şeytan. Ve ben bunu görebiliyorum. Henüz delirmedim Aslı. Bundan emin olabilirsin. Bak sevgilim; bu kadının kötülüklerini bir şekilde babamın görmesi gerekiyor.
Aslı: Umarım başına bir bela almazsın!
Okan: Böylesi çok daha iyi olacak. Babam yarın benim gelmediğimi görünce meraklanmaya başlar. Durumu hemen karakola bildirir. İkinci gün korkusu daha da artar. Üçüncü dördüncü gün ise iyice karamsarlığa kapılır. Bu sayede yavaş yavaş yaptığı yanlışları görmeye başlar ve bu yanlışları sorgular.
Aslı: İnşallah istediğin gibi sonuçlanır her şey.
Okan: Ben gidiyorum. Dua et benim için.
Aslı: Ederim sevgilim, ederim..



ALTINCI SAHNE


Evin salonu Ayten, Orhan, Belma, Fidan


Orhan: Yok hiçbir yerde yok. Bugün okuluna da gitmemiş. Tanıdık herkesi aradım ama yok işte. Sanki yer yarıldı yerin dibine girdi.
Belma: Polisler bir iki güne kalmaz bulurlar. Yok olmadı kendisi mutlaka dönecektir. İçinizi ferah tutun.
Orhan: Döner mi dersiniz? (Başını tutar) Başım uğulduyor, çalkantılı bir denizde yüzen gemilerin uğultusu gibi. Hayır hayır cehennem suyunun fokurdamasından farkı yok bu uğultuların. Tanrım ben ne yaptım? Dün neden elinden tutmadım; neden? Ya dönmezse! Bir mengene gibi sıkışmaya başladı yüreğim.. Canım evladım kim bilir şimdi nerelerde? Ne talihsiz bir adamım ben! İlk acıma bir de ikincisi eklendi.
Belma: Büyütüyorsunuz!
Orhan: Büyütüyor muyum, (Sesi yükselir) Büyütüyor muyum? Çocuğum ortadan kaybolmuş, sizin bana dediğinize bakın.
Ayten: Böyle yaparsan daha kötü olursun. Lütfen bu kadar karamsar olma. Sakin ol, bizi de korkutuyorsun.
Orhan: Yok yok; onu görmedikçe içim rahatlamayacak. Fidan kızım; çabuk Bekir’e haber ver. Arabayı hazırlasın. Oğlumu aramaya çıkıyoruz
Fidan: Tamam beyim.
Orhan: Belma hanım siz de bize bir dakika izin verebilir misiniz?
Belma: Tabii tabii. Ben de zaten şimdi içeri geçecektim.

Fidan’la Belma çıkar

Orhan: Kendimden utanıyorum
Ayten: Nedenmiş o?
Orhan: Hücreye kapatılmış bir mahkumdan farkım yok.
Belma: Kendinize haksızlık ediyorsunuz.
Orhan: Hayır! Ben ahmakların en ahmağı, budalaların en budalasıyım.
Ayten: Kendinize böyle kötü ithamlarda bulunmayın. Üzülüyorum sizi böyle görünce.
Orhan: Bu işin bu noktaya gelmesi kaçınılmazdı.
Ayten: Görün bakın bugün yarın Okan evine gelecektir.
Orhan: Okan gururlu bir çocuktur. Verdiği kararlardan kolay kolay dönmez. Dün tutmalıydım onu kollarından. Ama nerden bilebilirdim ki böyle bir çılgınlık yapacağını? Teyzelerinden birine gider orda kalır, sabahleyin de tıpış tıpış evine döner sandım. Ama yanılmışım. Saat akşamın altısı oldu ve hala ortada yok Çıldırıcağım, çıldıracağım!
Ayten: Bir bardak su getireyim isterseniz size.
Orhan: Dur Ayten bir yere gitme! Gözlerin, gözlerin okyanus gibi. Bilsen onların içinde kaç defa boğuldum. Utanıyorum kendimden! Bir insan altmış beşinde
bu kadar sevmemeli. Olsa bile bunu saklamalı. Sevdasını duvarlalarla örmeli Koca bir sarayın içine hapsolan bir beyzade gibi yaşamalı duygularını.

Fidan girer

Fidan: Beyim, Bekir’e söyledim. Aşağıda sizi bekliyor.
Orhan: Tamam ben çıkıyorum. Karakoldan bir haber gelirse hemen beni bilgilendirin.
Ayten: Tanrı yardımcınız olsun.
Belma gier

Belma: Fidancığım hadi git bize bir çay yap. Sonra git odana dinlen. Yüzün fazla solgun gözüküyor.

Fidan başını eğip çıkar.

Belma: Neler oluyor Ayten?
Ayten: Bilmiyorum anne bilmiyorum. Bu çocuk her şeyi mahvedecek.
Belma: Sana kaç defa söyledim bu evliliği yürütebilmen için kurnaz davranman gerektiğini. Ya çocuk bir daha geri gelmezse, ya başına bir şey gelirse, O zaman başına gelecek olan felaketi düşünebiliyor musun? Ah Ayten, sana hep dedim bu çocuğun evde olduğu vakitlerde çalışanları azarlama diye. Sen hiç mi akıllanmayacaksın?
Ayten: Nerden bilebilirdim bir anda bu kadar fevrileşip evi terk edeceğini? Off yüce allahım, sen bana sabır ver.
Belma: İnsanoğlu cennetti cehenneme çevirmekte ustadır. Şimdi dua et de çocuk bulunsun.
Ayten: Bu çocuğun başından beri başıma bela olacağı belliydi.
Belma: Olan oldu artık. Bundan sonra nasıl bir yol izlemeliyiz bunu düşünelim. Bu adam seni boşarsa yeniden eski yoksulluğumuza düşeriz. Bunu istemezsin heralde. Hem Tarık amcan da artık bize yardım etmez; sen Orhan’la evlenince ona da sırtımızı döndük.
Ayten: Felaket, bu gerçek bir felaket!
Belma: Mızmızlanmayı bırak. Akıllı ol, güçlü ol. Sonuçta bu adamın hala sana aşık olduğu su götürmez bir gerçek.
Ayten: Ya Okan’nın başına bir şey gelirse!
Belma: Öyle kötü şeyler aklına getirme.
Ayten: Ya ölürse anne! O zaman Orhan benden ayrılır mı?
Belma: (Şeytani bir gülüşle) Rolünü iyi oynarsan neden ayrılsın ki?
Ayten: Ne yapmam gerekiyor?
Belma: Şeytani fikirler üretmemiz gerekcek. Aksi taktirde o iğrenç; yoksul günlerimize geri döneriz.
Ayten: İki aydır soylu bir kadın gibi yaşıyorum. İnsanlar emrimde. Bir dediğim iki edilmiyor. Zenginlik gururumu öylesine derinden okşadı ki, ne yapsam da artık yoksulluğa geri dönemem. Söylesene anne! Tüm bu güzellikleri gördükten sonra, paranın sıcaklığı içini bir fırın gibi ısıttıktan sonra, kim dönebilir belirsizliğin o karanlık çukurlarına? Söyle kim!



2. PERDE


BİRİNCİ SAHNE


Bir otel odası. Okan.

Okan

Bu benim ilk yalnızlığım. (Ellerini ovuşturur).
Yoksulların sürekli dilinde dolaştırdığı soğuk bu olsa gerek.
Şuna bak; kış mevsimin üç soğuk ayını
Tüm damarlarımda hissediyor gibiyim.
Bir türlü bitmeyen kış bu olsa gerek.
Şu duvarların köhneliği de ilginç doğrusu.
Burun deliklerimin içine sokulan rutubet kokusu
Fidan ablanın yaptığı çörek kokularının yanında
ne kadar ekşi, ne kadar korkunç.
Toprağın içine uzanan iskeletlerin görüntüsü kadar
tüyler ürpetici bu odanın içi. Şu kalorifer petekleri,
duvarda yürüyen küçük küçük böcekler,
otel kapısının girişinde gördüğüm o karanlık suratlar...
Meğer ne kederliymiş şu dünyanın hali.
Oysa ben acılarımı çok büyük zannederdim.
Yanılmışım, of yanılmışım.
Ne yapıyorlardır şimdi acaba?
Babam kafasını taşlara vurmaya başlamış mıdır?
Belki de hala Ayten’e, romantik cümleler kurarak
aşk oyunları yapıyordur. O da babama sahte kurlar!
Ah şimdi ne yapıyorlar acaba?
Evden kaçınca rahatlarım sanmıştım ama yanılmışım.
Nasıl da yanıyor içim?
Cehennemin içinde yüzseydim heralde bu kadar
acımazdı yüreğim.
Durduramıyorum, durmuyor iniltiler
Her şey üst üste geliyor.
Önce annemi kaybettim. Bu yetmezmiş gibi
bir de üstüne babam; cadıdan daha cadı,
şeytandan daha şeytan birini bulup evlendi.
Ona o kadar çok söylemeye çalıştım ki
o kadının gerçek hallerini. Bir sansar, bir tilki
hatta bir çiyan bile bilmez bu kadının hinliklerini?
Ama işte, görmek istemeyen gerçekleri
çekiyor önüne o kara perdeyi.
Aşk ne büyük bir çelişki?
Çürük meyveyi taze, kirliyi temiz,
Kötüyü iyi, yanlışı doğru gösteriyor.
Bir büyücünün çıkınında gizlediği tüm zehirli iksirler
Aşk zehrinin yanında sönük kalıyor.
Akrep bile yeri geldimi dökmüyor zehirini
Ama aşk öyle mi?
Zorba bir diktatörün bakışlarından daha kara gözleri
Ve yitirir insan onda tüm erdemleri.
Beş duyu organın dönüşüverir bir anda süngere
Ve bu sünger çeker en olmadık acıları
Ve zamanla tüm gövden yere yapışır bir sürüngen gibi
Gel gör ki aşkın oyunları kolay kolay tükenmez;
Önce tatlı bir ninni gibi dinletir kendini.
Sonra lirik bir şiir gibi uyuşturur kanını
Ardından karanlık bir ormana sürgün eder.
Ne bir ulak, ne bir keşiş etrafında!
Kurur gözyaşların!
Ağaçlardan daha sessiz kalır dudakların
Issızlaşır kendine bile küsersin
Kalırsın şu dünyada bir başına.
Anlatmaya çalıştığım da zaten buydu babama!
Ah benim güzel annem.
Şu dünyanın sevdasını bir nakış gibi işledi yüreğime.
Paraya hiç önem vermezdi ve şöyle derdi:
“Paradan çok daha önemli şeyler var hayatta
Sevmek, sevilmek. Onurlu ve dürüst yaşamak”
İşte tüm bu düşünceleri bir kıyafet gibi giydirdi bilincime
Ama Ayten öyle mi? Soluk alıp verişleri bir Lidya’lının düşlerinden daha çürük,
Bir Fenike’li tacirin gözlerinden daha donuk. Bu çürüklüğü ve bu donukluğu ne görmek ne de işitmek istiyorum artık. Bitsin bu kabus. Çevremizde, sinsi adımlarla yürüyen orglar geldikleri yere gitsin. Bir güneş gibi parlasın günlerimiz. Nadide çiçeğimiz, bir meşe palamudunun kökünden, bir nehrin suyundan ve doğunun eşsiz bir mabedinden izlerken bizi, çıkarsız sevdalarla dolsun etrafımız. Kötülükler bir dalga gibi geri çekilsin. Kalksın üstümüzden siyah bulutlar. İki parçaya ayrılsın Caliban. Tüm lanetler, ağların içine hapsolsun. Defnedilsin fırtınalar içinde şeytanın kara tabutu. Tez bitsin bu ayrılık. Bitsin!



İKİNCİ SAHNE


Otelin misafirhanesi; Salih, Ayhan, Veysel


Salih: Neden kızmayacakmışım ki? Sen de benim yerimde olsaydın sen de kızardın.
Ayhan: Ama sen hep bunu yapıyorsun. Girdiğin her işte bir kusur buluyorsun. Biraz uyumlu olmaya çalış, bazı şeyleri görmezden gel. Gerekirse gözlerini kapa, kulaklarını tıka ve sadece işine yoğunlaş. Ülkenin halini görmüyor musun, işsizlik almış başını gitmiş. Millet karın tokluğuna çalışıyor. Böyle bir ortamda işine daha çok sarılman gerekirken, sen işini kaybetmek adına elinden geleni yapıyorsun.
Salih: Ayhan ağbi bilmiyorsun. Herkes bu şehirde canavar olmuş. Mevki uğruna insanlar birbirinin kuyusunu kazıyor.
Ayhan: Ee be Salih. Girdiğin her işin ortamı tuhaf mı olur? Bundan önce kahveye girdin müşteriyi dövdün. Ondan önce gümrükte çalışıyordun gittin müdürün burnunu patlattın. Bir öncekinde patronun çocuğunu patakladın. Şimdi de yeni işindeki müdürün azarladı diye iş yerini savaş alanına çevirmişsin.
Salih: Ağbi öyle deme. Adam altında çalışan herkese köle gibi davranıyordu. Bir gözlerimizin içine bakışı vardı ki sorma gitsin.
Ayhan: Sen bu kafayla gidersen şu izbe otelin bile parasını çıkartamayacaksın.
Salih: Yok ağbi, haksızlığa gelemiyorum ben.
Ayhan: Yine de bu insanları dövmeni gerektirmez.
Salih: (utanır) Keşke dediğin kadar kolay olsa; ama olmuyor ki!
Ayhan: Neden olmuyormuş.
Salih: Rahmetli babam da böyleydi. Gözü bir kere dönmeye görsün! Kolay kolay yatışmazdı. Lakabını söylemiş miydim sana? Boğa İsmail derlerdi babama. Sinirlendi mi karşısındaki kişinin vay haline. Ama işte bu kahpe dünya; kahramanlara bazen nice tuzaklar kuruyor.(biraz durur) Anlatmış mıydım sana babamın hikayesini?
Ayhan: Dört defa.
Salih: Bir daha anlatıyım mi?
Ayhan: Deli dolusun ama temiz yüreklisin Salih. Anlat bakalım.
Salih: Babam o zamanlar yirmi beşinde, Ben de yedisinde ya var ya yokum. Yedi yaşındaki gözlerim babamı herkül gibi görüyor. Bir odun kırışı var, zannedersin dünya sallanıyor; kuyudan bir su çekişi var sanki yer sarsılıyor. Köyün en yiğit delikanlılarından biri. İşte bundan mütevellit tüm kadınların gözü babamda. Ama babamın gözleri annemin sevdasıyla yıkanmış. Gelgelim o zamanlar köyümüzün üç kağıtçı bir muhtarı vardı. Ağalara peşkeş çeker, zavallı köylü halkını da ezerdi. İşte bu haksızlığa dayanamadı bizim rahmetli, bir gün çıktı karşısına , kahvenin önünde muhtara diklendi. Muhtarın da iki iti vardı. Boş da değiller üstelik; birinin elinde bıçak; diğerinin balta. Daha babamın diklenmesiyle babama saldırlmaları bir oldu.. Ben o an babamı öldürecekler diye o kadar korkmuşum ki, anneme haber vermek için koşturaraktankerpiç evimizin yolunu tuttum.. Annemle köyün meydanına vardığımızda muhtarın iki adamı ölü gibi yere serilmişti. İşte ondan sonra babamın lakabı Boğa İsmail’e çıktı.
Ayhan: Sendeki bu cevvallik de babandan geliyor anlaşılan. Bir türlü uslanmak bilmiyorsun
Salih: Şayet benim yerime İstanbul’da o yaşasaydı şimdiye çoktan katil olmuştu.
Ayhan: Veysel, Veyseeelll. Kalksana ulan. Bütün gün deve gibi uyuyorsun. Amma miskin adamsın yahu! ( Bir patlama sesi gelir dışardan Ayhan oturduğu koltuktan kalkıp odanın penceresinden aşağı bakar)
Salih: Arabanın tekerleği patladı galiba.
Veysel: (Gözünü hafifçe açar). O ses de neyin nesiydi?
Salih: Senin uyandırmak için hükümet atom bombası attı kente.
Ayhan: Sen uyumana bak Veysel. Her şey yerli yerinde.
Veysel: ( Esner ve konuyu değiştirir) Dünki yerleşen çocuğu gördünüz mü?
Ayhan: Üç yüz on iki numaraya yerleşen çocuk mu?
Veysel: İkinci katta tuvalete bakan odaya işte! Artık numarası kaç bilmiyorum.
Salih: Evet ben gördüm onu. Yüzü süt gibi beyaz; uzunca boylu, cılız bir çocuk.
Veysel: Buraların yabancısı gibi geldi bana
Salih: Evet ürkek ve çekingen bir hali vardı.
Ayhan: Belki de iş bulmak için başka bir şehirden gelmiştir.
Veysel: Sanmıyorum. Bu çocuğun bakışlarında bir tuhaflık vardı.
Salih: Yine komplo teorileri üretmeye başlayacak şimdi.
Veysel: Bakışları tuhaftı.
Ayhan: Tamam anladık iki de bir papağan gibi tekrar etme. Hem senin aklından neler geçiyor yine? Otel kardeşim burası; insanlarla birlikte tuhaflıklar da konaklasın diye yapılmış. Evi olmayanlar , başka şehirlerden göç edenler ya da evden kaçıp kendi yalnızlığına sığınmak isteyenler gelir buraya. Baksana biz çok mu normaliz?
Salih: Peki sen Ayhan ağbi. Senin evin var, başka bir şehirden de göç etmemişsin. Ayrıca evden kaçtığını da düşünmüyorum. Çünkü yalnızlığı sevmezsin.
Ayhan: Beni karıştırma Salih. Benim durumum farklı.
Veysel: Onu bunu bırakın da bu çocuğun neden buraya geldiğini öğrenelim?
Ayhan: Aklından neler geçiyor Veysel?
Veysel: Sadece merakımdan öğrenmek istiyorum.
Ayhan: Sen boş yere merak etmezsin bir şeyleri. Söyle bakalım


İçeri Okan’ın girmesiyle susarlar


Veysel: Merhaba kardeş
Okan: Merhaba.

Ayhan’la Salih başlarıyla selam verirler

Salih: Ağbi şimdi sen bu hafta altılı ganyan oynamayacak mısın?
Ayhan: Bana altılı ganyan filan deme.
Salih: (alaycı bir gülümsemeyle): Neden Ayhan ağbi? Belki bu hafta talih sana güler.
Ayhan: Gülmediğini sen de iyi biliyorsun.
Salih: Sayısal oynarız ama değil mi?
Ayhan: Ne at yarışı ne sayısal ne başka bir şey. Kumara tövbe ettim.
Salih: Yapma allah aşkına. Sayısalın neresi kumar?
Ayhan: Dizginleyemediğin her şey kumardır hayatta.
Veysel: Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş.
Ayhan. Siz de kumar uğruna evinizi kaybetseydiniz siz de yoğurdu üfleyerek yerdiniz.


Okan tam kalkacak gibi olurken. Veysel bir soru yöneltir:


Veysel: Ee kardeş sen nerelisin? Nerden düştün buralara?
Okan: Ben mi? Hiiiç
Veysel: Nasıl hiç. Elbet geldiğin bir yer vardır.
Okan. Ben, şey... Mersin’den geldim.
Veysel: Mersin’den mi geldin? Ne tesadüf ben de askerliği Mersin’de yapmıştım.
Okan: Çok güzel. Ne zaman yaptınız?
Veysel: On yıl önce.
Okan: Ne güzel!
Veysel: Ben çok sevdim Mersin’i. Sizin yolunuz düştü mü hiç Mersin’e? Gitmediyseniz mutlaka gidin. Kaliforniya gibi şehir, her yerde karşına palmiye ağaçları çıkıyor. (Okan’ın gözlerinin içine bakarak) Peki siz niçin geldiniz İstanbul’a?
Okan: Çalışmaya geldim.
Veysel: Ne güzel. Ben de taşı toprağı altındır diye İstanbul’a geldim zamanında. Ama bir türlü altını bulamadım.
Ayhan: Bütün gün yan gelip yatarsan tabii bulamazsın.
Veysel : Bakma sen Ayhan ağbiye; ben yaklaşık iki haftadır çalışmıyorum. Normalde ana emsleğim pazarlamacılıktır. Yapmadığım iş de yok gibidir. Hammallıktan kabzımallığa, bar fedailiğinden inşaat işçiliğine kadar birçok işe bulaştım. En son, Beşiktaş’ta bir emlak ofisinde çalıştım. Bir iki yıl işler yolunda gitti. Sonra ekonomik kriz patlayınca dükkanı kapatmak zorunda kaldım. Böyle olunca karı da bizi terk etti. Kaldık bir başımıza.
Okan: Gerçekten ilginç. İstanbul’u hiç böyle düşünmemiştim!
Salih: Sen bakma o televizyonda gördüklerine. Kuyudur istanbul kuyu. Düşen bir daha yukarı çıkamaz. Kezzap gibi yakar insanın ruhunu. Küfredersin, lanetler okursun da küfür de lanet de dönüp dolaşıp seni bulur.
Okan: Oysa ben buraya ne büyük hayallerle gelmiştim.
Salih: Hayallerin büyük olacak tabii. Ama gerçekleri de görmezlikten gelme.
Ayhan: Evlat, bu iki arkadaşın söyledikleri moralini bozmasın. Sen okumuş birine benziyorsun. Emin ol diplomalıya iş var bu şehirde. İçini ferah tut. Belki ilk başlar da biraz zorlanırsın ama zamanla alışırsın. Sonra merdivenleri bir bir çıkmaya başlarsın. Yeterki kötü alışkanlıklar edinme. Kumardan içkiden uzak dur. Kadınlardan uzak dur!
Okan: Galiba sizin canınız biraz yanmış bunlardan.
Ayhan: Yanmak ne kelime cehennem gibi kavruldu. Kumar sevdam, tüm sevdiklerimi elimden aldı.
Okan: Üzüldüm adınıza.
Ayhan: Ben de ilk başta çok üzülmüştüm ama zamanla alıştım.
Okan: Ben izninizle biraz dışarı çıkmak istiyorum.
Salih: Tabii ya! İstanbul’a yeni gelmişsiniz, gezmeden olur mu hiç?


Okan çıkar


Ayhan: Aile terbiyesi almış dürüst bir çocuğa benziyor. Yazık işleri yolunda gitse bari!
Salih: Gider gider. Nice ahmaklar tunuyor da, bu çocuk mu tutunamayacak?
Ayhan: Öyle deme! Biz tutunamadık işte!
Salih: Bizim durumumuz biraz farklı.
Ayhan: Farklı olan ne Salih? Benim kumara olan düşkünlüğüm mü? Ya da senin sinirlerine hakim olamaman mı? Yoksa Veysel’in dizginleyemediği para hırsı mı?
Bizi bu otele düşüren bunlar değil mi?
Veysel: Demek ki kaderimize bunlar yazılmış!
Ayhan: Yaptığımız tüm yanlışların bedelini kadare yüklüyoruz. Ama ben artık buna inanmıyorum. Eğer bulunduğumuz şu lanet odada hep birlikte kaderimizi suçluyorsak, bu başkasının ya da başkalarının suçu değil; bizim suçumuz.
Salih: Çok felsefik konuştun şimdi.
Veysel: Evet biraz filozofik oldu bu konuşma.
Ayhan: Benimle alay geçeceğinize. aklınzı başınıza alın da kendinizi burdan kurtarın.
Salih: Ya sen!
Ayhan: Benden geçti artık. Ama siz hala genç sayılırsınız.
Veysel: (Konuyu değiştirir) Biliyor musunuz bu çocuk Mersin’li filan değil. Bizzat İstanbul’lu.
Ayhan: Nedenmiş o! Çocuk gözümüzün içine baka baka Mersin’li olduğunu söyledi.
Veysel: Resepsiyona ismini kaydettirirken yakınlarındaydım. Kimliğindeki bilgileri verirken İstanbul’lu olduğunu söyledi. Bunu kulaklarımla duydum.
Salih: Vay baykuş kılıklı herif seni.
Ayhan: Ama neden gerçeği söylemesin ki bize.
Veysel: İşte beni düşündüren de bu!
Ayhan: İlginç doğrusu!
Veysel: Bu çocuğun sıkıntıları vardı. Bunu görmediniz mi? İstanbul’lu olduğu halde Mersin’li olduğunu söylemesi de ayrı bir konu. Neyse bunları akşam konuşuruz. Ben odaya çıkıp biraz dinleneceğim.


Veysel çıkar.


Salih: Şu Veysel ne garip adam yahu. Ya uyuyor ya da kafasında sürekli tilkiler dolaşıyor.
Ayhan: Garip olsa iyi, üstüne üstlük biraz da deli.
Salih: Yine de dinleyelim onu, bakarsın işe yarar bir şeyler yumurtlar
Ayhan: Ben dinlemeyi düşünmüyorum. Sen istersen dinle. Hadi ben de odaya çıkıyorum. ( Tam çıkarken geri döner) Veysel’i dinle ama söylediklerini fazla dikkate alma. Hadi akşam görüşürüz.
Salih: Görüşürüz.



ÜÇÜNCÜ SAHNE


Evin bahçesi. Orhan, Nevin


Orhan: Görüyor musunuz Nevin hanım, tanrı beni ikinci kez cezalandırdı. Önce karımı aldı elimden, şimdi de çocuğumu. Ben ne kadar şansız bir insanım.
Nevin: Orhan bey üzüntünüzde haklısınız, yalnız bu kadar ağıt kalbinizi yoracak.
Orhan: Varsın yorsun, ölüp gideyim
Nevin: N’olursunuz böyle konuşmayın.
Orhan: Ne diyeyim o zama? Bir zamanlar kalbimin küçük balığı diyerek sevdiğim evladım, Özge’den bana kalan tek miras olan oğlum, ilgisizliğim yüzünden evden kaçtı. Günlerdir ortada yok! Ben ölmiyeyim de kimler ölsün?
Nevin: Bakın benim sezgilerim güçlüdür. İçimden bir ses Okan’ın geleceğini söylüyor.
Orhan: Daha fazla üzülmeyeyim diye bunu söylüyorsunuz. Ne yazık ki bu, vicdanımın sızlamasını engellemiyor!
Nevin: Hislerimin ne kadar kuvvetli olduğunu bilirsiniz. Bazen bir duman gibi belirir gözlerimin önünde geleceğin belirsiz ve bulanık görüntüsü.

Belma girer

Nevin: (Kendi kendine) Geldi kara maymun!
Belma: Anlamadım?
Nevin: Gökyüzü diyorum oldukça kararmış!
Belma: Hım! Evet oldukça kararmış. Sabahtan belliydi böyle olacağı
Nevin: Yeter ki insanların gönlü kararmasın. Gökyüzü bugün yarın yeniden aydınlanır.
Belma: Evet canım evet. İnsanın gönlü bol olmalı. Mesela Orhan beyi böyle çaresiz görünce içim o kadar çok yanıyor ki sizlere bunu anlatamam. Diğer yandan Okan’ı düşünüyorum. Çocukcağız ne yer, ne içer! Aklım gece gündüz bu çocukta vallahi. Bazen kuytu bir köşeye çekilip ağlamaya başlıyorum.
Nevin: Ne kadar içli bir insansınız!
Belma: Ne yapayım yaşlılık kolayca ıslatıyor göz bebeklerimi. Ufacık bir keder hırpalıyor tüm düşüncelerimi. Ben de biraz dindirmek için bu hali, döküyorum gözyaşlarımı kuytu bir yerde.
Nevin: (kendi kendine) İblisin göz yaşları bu olsa gerek!
Belma: Ne dediniz efendim? Kulaklarım da zor işitir oldu.
Nevin: Ağlamak iyidir efendim; ruhu derinden paklar.
Belma: Değil mi? Döküldükçe gözyaşları ferahlar insanın içi.
Nevin: Halbuki dışardan o kadar da duygusal gözük müyorsunuz?
Belma: Biz ailece böyleyiz. Baksanıza kızım Ayten’e, Okan gidince kızcağız yataklara düştü kederinden. (Orhan’a dönerek) Bu durum sizi hiç üzmüyor mu Orhan bey?
Orhan: Doktor bir sorun olmadığını söyledi. Küçük bir şok nihayetinde. ( Bir anda susup düşünmeye başlar) Kimbilir şimdi nerdedir? Şehrin dört bir yanında kötülük kol gezerken, insan insanın katili olmuşken ne yapar bir başına bu koca şehirde. Düşündükçe aklımı yitirecek gibi oluyorum.
Nevin: Dışarda uyuyacak hali yok ya . Elbet kafasını sokacak bir yer bulmuştur.
Orhan: Beni korkutan İstanbul. Bu şehrin karanlık hortumu oğlumu çekip yutarsa ben o zaman mahvolurum. (Nevin’e dönerek) Aramadığımız kişi kaldı mı arkadaşlarından?
Nevin: Bildiğim herkesi aradım Orhan bey!
Orhan: Ah içimdeki uğultular bir türlü dinmek bilmiyor. Bu çocuğu en kısa zamada bulmalıyız.
Orhan çıkar

Nevin: Adamcağız kederinden çıldıracak. Onu hiç böyle görmemiştim.
Belma: Evet, evet. Ben de onu bu kadar kötü görmemiştim. Ah çocuk bir çıkıp gelse ne rahatlayacağız.
Nevin: (Alaycı bir şekilde) Galiba sizin gözleriniz yine dolacak. Ben sizi yalnız bırakayım da ağlayın biraz!

Nevin çıkar

Belma: Ay ne ukala kadın. Dadı bozuntusu ne olacak. Görende bunu konağın hanımı zannneder.


DÖRDÜNCÜ SAHNE


Yatak odası. Ayten yatağa uzanmıştır. Belma yanındadır.


Ayten: Sen miydin anne? Nereye kayboldun?
Belma: Ön bahçedeydim. Orhan’ın telaşını dindirmek ve ortamı yumuşatmakla meşguldüm.
Ayten: Nasıl düzeldi mi biraz?
Belma: O küstah çocuk bu eve girmedikçe bu adam düzelmez. Adam kış uykusundan uyanan ayılar kadar hırçın.
Ayten: Lanet olasıca çocuk, yer yarıldı yerin dibine girdi sanki.
Belma: Sesini fazla yükseltme. Yerin kulağı vardır. Hasta rolü yapmaya devam et. Lanetler okuyacağına, öksürüp aksır.. Ağlamaklı ol ve acındır kendini. Orhan’ın ne kadar merhametli biri olduğunu biliyorsun. Masumiyetini bir maske gibi yüzüne geçirirsen yine sana karşı yumuşar. Sen de boş bir anında batırırsın hançerini onun yüreğine.
Ayten: Gözü artık beni görmüyor bile.
Belma: Zamanın şu lanetli oyununa bak. Günler önce gözü senden başkasını görmezken şimdi nasıl oluyor da …
Ayten: Okan gelirse düzelir mi dersin?
Belma: Kim bilebilir ki? Yine de oynumumuzu sonuna kadar en iyi şekilde oynamalıyız.
Ayten: Bu cennet hayatı kaybetmemek uğruna her oyunu oynarım.
Belma: O zaman önce aklını çalıştır, yeniden bu adamın gönlünü almalıyız.
Ayten: Gözlerim gözlerini gönlüme hapsetmedikçe nasıl olabilir ki bu?
Belma: Büyülerin en büyüğünü yapmalı bu adama.. Seni kaybetmenin korkusunu tüm iliklerinde hissettirecek, aşkın insanı çaresizleştiren tohumlarını yeniden ruhuna ekecek bir büyü olmalı.
Ayten: Bu nasıl olacak anne?
Belma: Birazdan eski mahallemize gideceğim.
Ayten: O virane mahalleyi bana hatırlatma. Çünkü ne zaman aklıma orası gelse, midemde gemiler sallanmaya başlar. Damarlarımda cehennem suları fokurdar. Kıpkızıl bir örtüyle kapanır etrafım. Ayyaş babamın hıçkırkları kulaklarımda çınlar. Sokağın tüm çirkin ve sıska çocukları üzerime yağmur gibi yağar.
Belma: Bunları düşünme. Mahalleden bir kadın derdimize derman olacak.
Ayten: Kim peki bu? Ben tanıyor muyum?
Belma: Tabii ki tanıyorsun. Cinleriyle meşhur olan Nejla’yı unuttun mu?
Ayten: Aaa! Evet, hatırladım. Mahallenin bitiminde, tek katlı bir gecekonduda yaşardı. Çenesinde kocaman bir ben, kalın dudaklarına doğru eğilen kocaman bir burnu vardı. Ah o ne çirkinlikti yüce tanrım! İnsan o surata baktı mı beş yıl birden yaşlanırdı. Ama o ölmemiş miydi? Ben öldü diye hatırlıyorum.
Belma: Yoo! En son birkaç ay önce tapu işlemleri için o taraflara gittiğimde,
gördüm onu. Yani anlayacağın hala yaşıyor.
Ayten: O zaman fazla vakit harcamadan git. Bizi bu uçurumdan kurtaracak en güçlü büyüyü öğrenip gel.
Belma: Zamanında birçok ailenin yıkılmasını önlemişti bu kadının büyüleri. Eminin senin evliliğini de kurtaracaktır. Hadi ben çıkayım artık. Dediğim gibi hastalıklı insan rolü yapmayı unutma. Herkese de melek gibi davran. Ne Fidan’a ne başkasına dişini göstereyim deme.
Ayten: Dilim yandı bir kere. Sen de fazla gecikme. Bu işin bir an önce sonlanmasını istiyorum.


BEŞİNCİ SAHNE


Otelin bulunduğu sokak. Veysel, Salih,


Veysel: Ayhan ağbi gelmedi mi?
Salih: O yorgunmuş. Sonra gelirse gelir.
Veysel: İyi! Sana anlatacaklarım var.
Salih: Hadi artık anlat. İyice merak etmeye başladım.
Veysel: Anlatacağım sabırlı ol
Salih: Sen bugün nerdeydin? Öğlen bir hışımla dışarı çıktın. İş mi buldun yoksa kendine?
Veysel: Evet çok güzel bir iş buldum. Zengin olacağımız bir iş.
Salih: Vay güzel kardeşim benim. Demek işin içinde ben de varım. Ne güzel. Gel yanaklarından bir öpeyim. ( Omzundan tutmaya çalışır)
Veysel: Salih dur! Salih diyorum sana. Çekiştirme omzumu.
Salih: Tamam bıraktım. Peki söylesene; işi nasıl buldun? Ayhan ağbi sevinecek bu duruma. Sürekli ikimizin işsizliğine dem vuruyor.
Veysel: Ayhan ağbi çok biliyor.
Salih: Öyle deme. Ayhan ağbi görmüş geçirmiş biri. O bence ikimizin iyiliğini istediği için bizi bu kadar uyarıyor.
Veysel: Öyle mi dersin?
Salih: Öyle ya!
Veysel: Peki o kadar görmüş geçirmiş birisiyse neden şimdi bu otelde sefilleri oynuyor?
Salih: Allahın işine akıl sır ermez. Demek kaderine yazılan yer burasıymış. Neyse sen şu işten bahsetsene. Nasıl bir iş, nerden buldun? Benim görevim ne olacak? Çok güzel satış işi yaparım. Hem İstanbul’u avcum gibi biliyorum artık. Kaybolmam da.
Veysel: Satış işi değil. Bekleme, sabretme ve bir risk işi!
Salih: Nasıl! Anlamadım. Bar fedaisi mi olacağız yoksa. Bak bunu da elimden geldiğince iyi yaparım. Ne kakadar güçlü olduğumu bilirsin.
Veysel: Hayır! Bar fedailiği de değil?
Salih: Ne o zaman. Söylesene. Çatlatırsın adamı.
Veysel: İlk başta bu sana biraz ilginç gelebilir.
Salih: Lafı ağzında geveleme! Ne söyleyeceksen söyle, şayet söylemeyeceksen ben otele geçiyorum.
Veysel: Tamam, tamam kızma! Söylüyorum. Şu yeni gelen çocuk var ya hani.
Salih: Ne olmuş o çoçuğa?(Ses tonu yükselir) Senin aklından neler geçiyor yine?
Veysel: O çocuğun hikayesini öğrendim.
Salih: Bunun yapacağımız işle ne ilgisi olabilir ki?
Veysel: Bu çocuk evinden kaçmış!
Salih: Ne? Evinden mi kaçmış? Hemen ailesine bildirelim bu durumu o zaman. Merak etmişlerdir.
Veysel: Dur Salih dur! Nereye gidiyorsun (peşinden gidip Salih’i tutar). Sakin ol biraz. Kurduğum tüm planları mahvedeceksin.
Salih: Plan mı?
Veysel: Sana planımı açmadan önce; soracağım sorulara doğru bir şekilde cevap vermeni istiyorum. Kaç yıldır bu oteldesin?
Salih: Beş ya da altı yıl. (Eliyle sayar) Yoo; yedi yıl olmuş.
Veysel: Peki İstanbul’a geldiğinden beri rahat bir gün yüzü gördün mü?
Salih: (Biraz düşünür) Yok! Galiba olmadı. Bir türlü belimi doğrultamadım.
Veysel: Çok paran olsun istemez miydin?
Salih: İsterim tabii. Kim istemez ki?
Veysel: Sıcak bir evin olsun istemez misin, ya da güzel bir kadınla birikte seyahete çıkmak?
Salih: Tabii ki isterim. Fakat bunlar benim için birer hayal. Yani gerçekleşmesi imkansız şeyler.
Veysel: Neden hayal olsun ki. Bak, çok paramız olabilir. Hem böylece bu otelden de kurtuluruz.
Salih: Bu nasıl olacak ama? Ben aylak ruhlu bir adamım . Yaptığım işler ancak bu otelin parasını çıkartmama ve yemeğime yeter. Yıllardır bu yüzden ne bir sevgilim olmuştur ne de sohbet edeceğim birkaç dostum!
Veysel: Daha yaşın genç. Bu isteklerini çok rahat hayata geçirebilirsin.
Salih: Ama nasıl olabilir ki bu? İçimde ne çalışma arzusu var, ne de harekete geçme. Bu halde elimden ne gelir ki?
Veysel: Hayır, umutsuzluğa kapılma. Fırsat ayağımıza geldi. İki kuruş kazanmak uğruna insanların ağız kokusunu çekmekten kurtulacaksın. Düşünsene cebinde tomarla para,yarın ne yiyeceğini düşünmüyorsun, asık suratlı insanların yüzünü çekmiyorsun. İnsanlardan emir almıyorsun. Gece arka avludan işittiğin fare çığlıklarını işitmiyorsun..
Salih: Yapacağımız iş nedir? İyice meraklanmya başladım.
Veysel: Öncelikle şu otele gelen çocuk var ya. Hani Mersin’li olduğu söyleyen İstanbul’lu.
Salih: Evet!
Veysel: Onu, ailesine karşı kaçırmış gibi göstereceğiz. Çocuklarının elimizde olduğunu söyleyip, ailesinden para isteyeceğiz.
Salih: Veysel ben hayatımda haram para yemedim. Böyle bir işe bulaşmamı benden isteme.
Veysel: Bu çocuğun ailesi çok zengin. İsteyeceğimiz para onları yormaz. Çocuk telefonda konuşurken evlerinin Tarabya’da olduğundan bahsediyordu. Üşenmedim hemen Tarabya’ya gittim ve ne yapıp edip evi buldum. Tanrım evi görmeliydin! Ev değil bir malikane!
Salih: İstedikleri kadar zengin olsunlar. Yapacağımız bu iş Allah katında günah.
Veysel: Allahı karıştırma şimdi işimize. Sadece bu otelden nasıl kurtuluruz bunu düşün. Eğer ben yokum diyorsan, ben bu işi tek başıma yapacağım. Var mısın yok musun?
Salih: Günah işlemekten korkuyorum.
Veysel: Bir kez daha soruyorun; var mısın yok musun?
Salih: Bu otel beni de çok yordu. Hayatın getirdikleri., zorluklar, sıkıntılar. Ben gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum. Aklım iyice karıştı.
Veysel: Eğer bu otelin pis odalarında kalacağım diyorsan bu işe bulaşmayacaksın; fakat ben de bir insanım ve güzel yaşamak benim de hakkım diyorsan o zaman benimle birlikte hareket edeceksin.
Salih: Bu çocuğa ya da başka birine herhangi bir zarar gelmeyecek değil mi?
Veysel: Tabii ki gelmeyecek. Tereyağından kıl çeker gibi işi halledeceğiz.
Salih: Planın nedir?
Veysel: Sabah olur olmaz çocuğun odasını gasp edeceğiz. Sonra çocuktan, evinin numarısını alıp evini arayacağız. Ardından ailesinden çocuğa karşılık fidye isteyeceğiz. Tabii bunları yaparken bir serçe gibi sessiz olmalıyız. Eğer otelde kalanları huylandırırsak tüm planlarımız suya düşer, hatta başımız da büyük bir beleya girer.
Salih: Çocuğa zarar gelmesin de! Yoksa vicdan azabından ölürüm.
Veysel: Gör bak; bu işi kazasız belasız atlatacağız. Sonrasındaysa özgürüz hem de zenginler kadar özgür.
Salih: Ne zaman yapacağız bu işi?
Veysel: Yarın sabah yedi gibi çocuğu odasında rehin alırız. Sonrası Allah kerim.
Salih: İnşallah başımıza bir şey gelmez?
Veysel: Meraklanma. Her şey yolunda gidecek. Hadi yukarıya çıkıp biraz dinlenelim. Yarın hareketli bir gün olacak.



ALTINCI SAHNE


Okan’ın kaldığı oda. Okan, Veysel, Salih


Veysel: Bak çocuk bizden korkma. Senin kılına bile zarar vermeyeceğiz.
Salih: Evet korkma. Biz zararsız insanlarız. Sadece paraya ihtiyacımız var. O da bu uğursuz otelden kurtulmak için. Alır almaz seni serbest bırakacağız. Biz kötü insanlar değiliz. Sadece bunu bil yeter.
Okan: Bu yaptığınız doğru değil. Sonradan vicdanınız tende açılmış bir yara gibi sızlayacak. Kalbiniz vahşi ormanların en zehirli yılanlarıyla dolacak. Yol yakınken vazgeçin.
Veysel: Çocuk akıl verme bize. Biz ne yaptığımızı çok iyi biliyoruz. Birazdan babanı ariyacağım ve yüz bin lira isteyeceğim. İsteyeceğimiz para babanın servetine dokunmaz. Hem iki aç da doymuş olur böylece.
Salih: İnsaflıyız değil mi çocuk? İnsaflısınız de. İyi yüreklisiniz de. Bunları söyle de içim rahatlasın biraz.
Okan: Hiçbir şey söylememe gerek yok. Siz kararınızı vermişsiniz. Arayın ve parayı isteyin babamdan. Ama ne olursunuz kimseye zarar gelmesin.
Veysel: Keşke herkes senin gibi cömert olabilse. O zaman böyle bir işe de kalkışmazdık. Ama ne yaparsın ki yaşadığımız dünya merhametsizlerle dolu. Ve bu merhametsizler, zehirlerini hep bizim gibi dışlanmış insanlarına boşaltıyor. Yani ezilenlere, köpek gibi yaşamaya mahkum olanlara. Yoksa biz ister miydik, burda böyle bir işe kalkışalım. Gel gör ki biz de insanız ve bizim de hayattan beklentilerimiz var.
Okan: O zaman çalışmayı denesenize. Bu yolla elinize geçecek olan paradan hayır geleceğini mi zannediyorsunuz?
Salih: Çocuk doğru diyor sanki!
Veysel: Bu çocuğun tuzu kuru tabii. Yaşadığı o evde ben de yaşasaydım, ben de böyle konuşurdum.
Okan: Hadi arayın ne duruyorsunuz? İsteyin babamdan parayı. Böylelikle ben de onun beni ne kadar sevdiğini öğrenmiş olurum
Veysel: Birazdan arayacağım.
Okan: Hadi ara. Parayı iste. Ne duruyorsun!
Veysel: Arıyorum. Babanın adı neydi? (Cebinden telefonu çıkartır ve arar)
Okan: Orhan!
Salih: Dur Veysel! Durarama hemen! (Veysel kapatır)
Veysel: Ne oldu Salih? Neyin var? Arıyorum işte. Bir an önce arayıp kurtulalım şu işten
Salih: Vazgeçssek diyorum. Yol yakınken dönsek.
Veysel: Ok yaydan fırladı artık; geri dönüşümüz yok..( Tekrardan numarayı çevirir)
Salih: Bak Okan. Ben gerçekten iyi bir insanım. Ama nasıl olduysa böyle bir işe bulaştım. Beni kötü hatırlamanı istemem. Ben dürüst bir insanım. Sadece şu otelden kurtulmak istiyorum ve biraz rahatlamak. Söyle n’olur şimdi. Kötü bir insan mıyım ben? Gözlerimin içine bak ve söyle.
Okan: Annem öldüğünden beri iyiyle kötüyü birbirinden ayırt edemez oldum. Bu yüzden ne kadar çırpınsan da sana kuşkuyla bakıyorum. Kendi üzerine alınma. Etrafımı çeviren her şeye karşı kuşkuluyum. Ve şu an bu odada aynı havayı soluyorsak bu kuşkularımın bir sonucudur.
Veysel: (Telefonla konuşmaya başlar) Alo, alo! Kimle görüşüyorum. Siz Okan’ın babası mısınız? Oğlunuz elimizde. Nerde miyiz? İsterseniz bunu bilmeyin. Durun sinirlenmeyin hemen. İstediğimiz şeyi verirseniz oğlunuza zarar gelmez. Oğlunuza karşılık yüz bin lira istiyoruz. Bağıramasana be adam! İyi dinle beni. Taksim Atatürk heykelini önünde; saat birde. Arkadaşım parayı sizden almaya gelecek. Ben de yakınınızda bir yerde çocuğunuzla parayı bekliyor olacağım. Siz parayı verir vermez Okan’ı salacağım. Sakın polise haber vermeye kalkmayın. Yoksa çocuğunuzun yüzünü bir daha asla göremezsiniz. (Okan’a döner) Al çocuk, baban sesini duymak istiyor.
Okan: Baba, baba! Affet beni; çocukluk yaptım. İnan olsun işin bu noktaya geleceğini tahmin edemedim. Duyuyorum sesini. Beni ne kadar sevdiğini şimdi çok daha iyi anlıyorum. Baba ben çok üzgünüm. Başınıza dert açtım sizin. N’olur affedin!
Veysel: (Elinden telefonu alır) Bu kadar yeter. Sevgi dansınızı buluşunca edersiniz. Arkadaşım üç gibi Atatürk heykelinin önüne gelecek. Üzerinde siyah bir palto, boynunda da kırmızı bir atkı olacak. Ayrıca onu daha rahat tanıyın diye kafasında çizgili fötr bir şapka olacak. Unutmayın saati; bir gibi heykelin önünde. ( telefonu kapatır)
Veysel: Çocuk baban o kadar içli konuştu ki, ben bile duygulanacaktım nerdeyse.
Okan: Beni ne kadar çok seviyormuş meğer. Boş yere kuşkulara kapılmışım. Sesi bir kemanın tellerinden çıkan sesten daha kederliydi.
Veysel: Neyse daha fazla zaman harcamayalım. Yavaştan hazırlanıp çıkalım. Biz çocukla aşağıda seni bekleyeceğiz Salih. Sen al şu anahtarı, odamdaki raftan şapkayı alıp gel.
Salih: Ah hayırlısıyla bir bitse şu iş de rahatbir nefes alsak!



YEDİNCİ SAHNE


Yatak Odası. Belma, Ayten


Belma: Yollar amma kalabalıktı, gidene kadar akla karayı seçtim. Ama ne yapıp edip güzel bir büyünün formülünü öğrenip buraya geldim.
Ayten: Anne Okan’ı kaçırmışlar. Sen gelmezden bir saat önce burayı aradılar. Orhan, Okan’ı fidyecilerin elinden almak için evden çıktı.
Belma: Hay allah. Ne şansız insanlarız biz. (Boynunda asılı duran çantasından küçük bir şişe çıkarır) İşte büyü burda.
Ayten: Büyü, bu küçük şişenin içinde mi?
Belma: Evet bu şişe Orhan’ın yeniden sana tutkuyla bağlanamsını sağlayacak.
Ayten: Ne var peki bunun içinde?
Belma: Nelerler yok ki? Cinlerlin ayak izlerini taşıyan saman tozu, bir lahım sıçanının pisliği ve difirizde bekletilmiş domuz eti yağı
Ayten: Aman yarabbi. Söylerken bile içim kalktı. Bu cadı kadın nerden bulmuş bunca malzemeyi?
Belma: Ayol dememiş miydim sana, bu kadından daha büyük bir büyücü yoktur diye. Kadın işini bilyor.
Ayten: Peki nasıl kullanacağız bu iksiri? Pis kokmaz mı? Ya anlaşılırsa!
Belma: Çok ilginç! Ben kokladım. İstersen sen de kokla( Uzatır; Ayten hemen kendini geri çeker). Kokla kız kokla diyorum bir şeycik olmaz. Kötü kokmuyor. Daha doğrusu hiçbir kokusu yok.
Ayten: Tamam, tamam inandım kokmadığına. Çek şunu önümden.
Belma: İyi! Kocan bir gelsin de hele, ben kendi ellerimle ona bir çorba ısıtırım. Sonra da bu iksiri çorbasına katarım.
Ayten: Allah vere çocuğa bir şey olmasa. Yoksa bu iksir de bizi kurtaramaz.
Belma: Asma yüzünü. İterse olsun. Bu ilaç ikimizin yeniden doğuşu olacak.
Ayten: Öyle mi dersin?
Belma: Öyle, öyle. Sen boş yere tasalanma. Biraz daha dinlen de akşama dinç ol. Kocan seni daha güzel görsün. Bu gece seni güzel görmesi için yapabileceğim en güzel makyajı yap. Güzelliğin, iksirin gücüyle birleşince Orhan’ın aklını başından alsın.


SEKİZİNCİ SAHNE


Evin bahçesi. Fidan, Nevin


Fidan: Abla, abla! İnanılacak gibi değil. Ah yarabbi. Kulaklarım neleri işitti bir bilseniz.
Nevin: Dur Fidan. Sakin ol kızım. Ne oldu?
FidaN: Abla bu iki kadın! Ayten’le annesi. Bu iki kadın büyücü. Hem de en kötüsünden.
Nevin: Nasıl büyücü? Neyin büyücüsü?
Fidan: (Nevin Fidan’ın saçını okşar, Fidan biraz sakinleşir) Ayten hanım için ısıttığım kuş burnuyla odasına gitmiştim. Kapının önüne gelince, Ayten’in annesiyle fısır fısır bir şeyler konuştuklarını duydum. Nasıl olduysa bir an durdum. Aslında birilerini dinlemek adetim değildir ama farkına varmadan dinlemeye başlamışım. Bir büyüden bahsediyorlardı. Domuz etli, sıçan pislikli, cinli minli bir büyü. Bu akşam Orhan beyin çorbasına atacaklarmış. Ah konuşmaları bir duymalıydınız Nevin abla. Sizin de benim gib mideniz kalkardı.
Nevin: Lanet olasıca insanlar. Orhan beyin gözleri açıldı ya; şimdi onları yeniden kapatmak istiyorlar. Ama emin ol, emellerine ulaşamayacaklar.
Fidan: Abla ben faldan büyüden çok korkarım. Bir şey gelmesin başımıza.
Nevin: Sakin ol Fidan. Her şey yoluna girecek. Şimdilik Orhan beyi bekleyelim. O gelince de durumu ona anlatırız. Gerçi Orhan bey görmediği bir şeye kolay kolay inanmaz.(Biraz düşünür).. Bir şekilde, bu iki alçağın oyunlarını su üstüne çıkartacak bir plan yapmalıyız.
Fidan: Ne yapabiliriz ki?
Nevin: O zıkkımı bu akşam kullanacaklarını söylemiştin değil mi?
Fidan: Evet. Öyle konuşuyorlardı.
Nevin: O zaman kızım şimdi beni iyi dinle. Gözlerimizi dört açmalıyız. Akşamki serviste büyük bir ihtimal Ayten ya da Belma da yanında olacaktır. Siz servisi yaptıktan sonra tam yemeğe başlayacaklarken ben yaygarayı kopartacağım.
Fidan: Abla, Orhan bey kızmasın siz öyle yapınca
Nevin: Orhan bey bana kolay kolay kızmaz.
Fidan: Tam olarak ne yapacaksınız?
Nevin: Tabaklarını Ayten’le değiştirmelerini söyleyeceğim. Haliyle Ayten o tabaktaki çorbayı içemeyecek. Ve yaptıkları kötülük de böylece gün yüzüne çıkacak
Fidan: Abla!
Nevin: Efendim.
Fidan: Okan sağ sağlim eve gelir değil mi?
Nevin: Tabii ki gelir.
Fidan: Ya başlarına kötü bir şey gelirse. Ya Okan’ı kaçıran adamlar, parayı aldıktan sonra Okan’a zarar verirlerse. Ben, Okan’ın başına bir şey gelecek diye çok endişeleniyorum.
Nevin: Sus bakayım, konuşma öyle. Okan’da, babası da bugün sağ sağlim eve gelecekler. Ayten’le annesinin oyunlarını da ortaya çıkardık mı tekrar her şey eskisi gibi olacak. Tek eksiğimiz Özge hanım olacak. Onu da artık anılarda ve resimlerde yaşatacağız.


DOKUZUNCU SAHNE

Evin salonu. Okan, Orhan


Orhan: Söyle bakalım. Evini özledin mi?
Okan: Evet özledim. Ama seni daha çok özledim baba. (Sarılırlar)
Orhan: Okan! Sana bunu nasıl anlatacağım bilemiyorum ama yokluğunda korkunç duygulara kapıldım.
Okan: Bu konuları açıp kendimizi daha fazla üzmeyelim. Artık birlikteyiz. Ve gözlerimiz sevgiyle bakıyor yeniden birbirine.
Orhan: Özge yukardan bizi izliyorsa, seninle gurur duyuyor olmalı.
Okan: Annem öldüğünden beri ilk defa onun adını ağzına aldın.
Orhan: Ben hiç anneni unutamadım ki. Sadece annene duyduğum aşkın içinde boğulmamak için gözlerimi bir kör gibi kapattım. İşte ikinci evliliğim bu körlüğün bir sonucuydu. N’olur beni affet.
Okan: Baba, lütfen ağlama. Sil göz yaşlarını. Bak artık birlikteyiz. Bundan sonra hiç ayrılmayacağız.
Orhan: (Göz yaşlarını elleriyle siler. Sesi hala çatallıdır). Bir denizin ortasında, bir kayıkla ilerliyorsun. Ne gittiğin yön belli, ne varılacak liman. Bir yandan kayığın sallantısı mideni bulandırmış, diğer yandan denize bakarak hala düşler kurmaktasın. Bu şey gibi. Ağlıyorsun hani. Hani şey gibi ağlıyorsun. Yoo bu sefer anlatacağım. Mutlaka anlatmalıyım bunu sana. İki gün önce çok ağladım kendime Okan. Burnum ağlamaktan bir palyaço burnu gibi kızardı. Görmeliydin, o kadar komiktim ki, gözyaşlarım bile güldü bu halime. (Biraz bekler. Gözyaşlarını siler. Sesi toklaşmıştır). Ağlamanın bir erkekte yarattığı suçluluk duygusunu bilirsin. Bilirsin çünkü sen de bir erkeksin. Bak oğlum! Ben anneni çok sevdim. Hala çok seviyorum. Sana bunu kelimelerle anlatamam. Ve onu asla unutmadım. Sadece bunu bil! Bu hayatta bir tek annene aşık olmuşum. Sen gidinice bunu daha iyi anladım. Sen ondan bana kalan tek parçaydın ve bu parçayı yitirmek beni çok derin bir kedere sürükledi. (Biraz bekler) İnsanın içinde bir mahkeme salonu var Okan. Bu mahkeme salonunun içinde bir yargıç ve savcılar. Yani tanrı ve tanrının melekleri. Gelgelelim bu mahkeme salonu tüm davranışlarımızı sorguluyor ve yargılıyor. Eğer bir suç işlersek bizi vicdan azabına mahkum edebiliyor . Bu mahkumiyet, insana bir hücrenin karanlığından daha korkunç bir acı çektirebiliyor. İşte sen gidince, içimdeki bu mahkeme salonu parçalara böldü yüreğimi ve koydu beni bir zindanın içine.
Okan: Anlıyabiliyorum!
Orhan: Yokluğun bana büyük bir eziyet çektirdi çektirmesine de, hayatımın son birkaç ayını daha gerçekçi bir şekilde sorgulamama neden oldu. Anliyacağın bu kaçışın, benim gözlerimi açıverdi.
Okan: Ayten burda mı?
Orhan: İçerdedir. Günlerdir odasında.


Nevin’le Fidan girer


Nevin: Okan. Evladım benim. Ah ne korktuk bir bilsen. Gel bir sarılayım sana. (Okan’ı baştan aşağı süzer) Ama sen zayıflamışsın. Yanakların içine göçmüş be evladım. Serseri adamlar. Sana zarar vermediler hiç değil mi?
Okan: Yok, zarar vermediler. Parayı aldılar ve gittiler.
Nevin: Kör olasıca herifler!
Orhan: Sen neden duygulandın Fidan kızım?
Fidan: Bilmiyorum efendim. Okan’ın başına bir şey gelecek diye çok korktum.
OkaN: Ağlama Fidan abla. Sapasağlam karşınızdayım işte.
Nevin: Ağlamasana kızım.
Fidan: Yok abla. Ben utandım da biraz. O yüzden ağlıyorum.
Okan: Niçin utandınız?
Fidan: Beni koruyacağım derken başınızı derde soktunuz.
Okan: Ağlamayın lütfen Fidan hanım!
Nevin: Mutuluk gözyaşları evladım bunlar mutluluk göz yaşları. Bırak ağlasın.
(İçerden duymaları için sesini yükseltir.) Ben de yemek hazırlıklarına başlıyayım. Evladım benim, birazcık evinden ayrı kalınca nasıl da zayıflamış.

Nevin’le Ayten çıkar. Sesi duyan Belma ve Ayten bir süre sonra içeri girerler

Ayten: Oh, inanmıyorum anne, Okan nihayet gelmiş (Sarılır). Hoş geldiniz. Hoş geldiniz. Sapasağlamsınız. Beni o kadar üzdünüz ki..
Belma: Evet evladım! Sen gidince Ayten üzüntüsünden yataklara düştü. Meğer sizi ne çok seviyormuş. Hatta uykusunda sürekli sizin isminizi sayıkladı.
Okan: (Alaycı bir şekilde) Beni bu kadar çok sevdiğinizi bilseydim kaçmazdım!
Belma: Ayten kendi kendine söz verdi. Artık bu evde çalışan hiç kimseye kötü davranmayacak. Siz evi terk edince hatasını anladı.
Okan: Zaman bize her şeyi daha net gösterecektir. Artık daha fazla üzülmenize gerek yok.
Belma: Ay ben de yemeğe yardım edeyim. Sen de gel istersen Ayten hep birlikte yemekleri getirelim; çocukcağız acıkmıştır.

Belma’yla Ayten çıkar. Hemen onların çıkmasının ardından Nevin mutfaktan getirdiği yemek takımlarını masaya dizer…

Nevin: Merakımı maruz görün Orhan bey; ama paranızın peşine düşecek misiniz?
Orhan: Polis gerekli takibi yapacak. Açıkçası ben bu konuyla çok fazla ilgilenmek istemiyorum.
Nevin: Sizin yerinizde başka biri olsa bu hainlere lanetler savurur, küfürler yağdırırdı.
Orhan: Hadi bunları boş verin şimdi. Masaya oturalım. Ben de acıktım yahu.
Yemekler gelmiyor mu daha Nevin hanım. Hadi Okan, otursana masaya.
Nevin: Oturun, oturun. Aaa yemekler de geldi işte.


Belma, Ayten, Fidan ellerinde tabaklarla içeri girerler. Belma mutfakta gizlice içine iksiri döktüğü tabağı Orhan’ın önüne koyar. Diğer tabaklar da masaya konur. Nevin’le Fidan’ın dışında herkes masaya oturmuştur.

Orhan: Siz neden oturmuyorsunuz? Otursanıza.
Fidan: Biz böyle ayakta iyiyiz efendim.
Orhan: Tövbe tövbe! Delirdiniz mi. Otursanıza. Acıkmadınız mı?
Nevin: Şey.. tek bir şartla otururuz Orhan bey.
Orhan: Masaya oturmanın da şartı mı olurmuş?
Nevin: Yemeğinizi Belma hanımın tabağıyla değiştirebilir misiniz?
Orhan: Nedenmiş o? Çıldırdınız heralde siz!
Nevin: Lütfen değiştirin efendim.
Ayten: Nevin hanım iyi misiniz?
Nevin: Ben çok iyiyim Ayten hanım. Ya siz?
Belma: Galiba Okan’ın gelişi bu kadında şok etkisi yarattı.
Nevin: Orhan bey bu iki kadın sizin yemeğinize tuhaf bir şeyler döktüler.
Belma: Siz en iyisi bir hava alıp öyle gelin.
Nevin: Orhan beyin çorbasından bir kaşık alıp içerseniz ben de hava almaya çıkarım.
Orhan: Ne oluyor burda allah aşkına.
Okan: Dur baba! Nevin abla boş yere böyle yapmaz. Dediğini yapın Belma hanım.
Belma: Okan bey evladım. Siz mantıklı bir çocuksunuz. Bu kadının dediklerine aldırmayın.
Okan: Hanımefendi siz ya da kızınız şu çorbadan bir kaşık alabilir mi?
Belma: Ama ben. Nasıl desem. Ayten sen alsan kızım.
Ayten: Yok ! Yani şey. Ben içmesem.
Orhan: Ya alın bir kaşık. ( Ayten’e uzatır. Ayten içmek istemez) Siz için o zaman Belma hanım..
Belma: Tamam içeceğim. Bu kadın delirmiş. Cidden delirmiş. İçeceğim ve siz de bu kadının delirmiş olduğunu anlayacaksınız. ( Kaşığını uzatır ve tam ağzına götürüp attığı sırada Nevin çığlığı patlatır)
Nevin: Domuz yağlı, sıçan pislikli, cinli minli bir şey içtiğinizi unutmayın. Unutmayın bu büyünün size ne lanetler getireceğini.
Belma: (Ağzındaki sıcak çorbayı yanında oturan kızının üstüne püskürtür.)
Ayten: Ah yandım. Yandım oy. Yüzüm cehennnem gibi yanıyor. Lanet olasıca. Yüzüm.


Belma kusacak gibi böğürmektedir.

Orhan: Bu ne rezillik, bu ne alçaklık. Siz bana büyü yapmaya mı kalkıştınız? Şu halinize bakın. Zavallı sokak köpekleri gibi kıvranıyorsunuz. Defolun, defolun evimden. Kalkın ayağa. Bu pisliği nasıl bana içirmeye kalkışırsınız. Şimdi çıkın bu evden ve bir daha gözüm sizleri görmesin.
Ayten: Orhan beni sevmiyor musun artık. Ne olur sevdiğini söyle. Ben suçsuzum. Şu dünyada bir tek seni sevdim. Annem olacak bu kadın kanıma girdi. Yoksa ben sana böyle bir şey içirmek ister miydim hiç?
Belma: Yalancı kız seni. Nasıl da annesini kötülüyor. Yüzünü şeytanlar görsün senin.
Ayten: Umrumda değilsiniz! Beni kandırdınız.
Belma: Seni tilki suratlı kadın seni. Sen değil miydin kocanı kaybetmemek için bana yalvaran. Söylesene.
Ayten: Mahalle dilberi ne olacak. İnanmayın buna efendim. ,
Belma: İnanmayın demek ha. Asıl buna inanmayın. (Orhan’a dönerek). Şu gördüğünüz sürpüntü var ya, paranız için sizinle evlendi. Beni de kötü emelleri için bir maşa gibi kullandı.
Ayten: Senin rahminden dünyaya geldiğim için utanç duyuyorum. Şeytansın sen.
Belma: Ben şeytansam, sen de şeytanın kızısın.
Ayten: Sus artık sus.
Orhan: (Bağırarak) Yeter. Yeter diyorum size. Kapayın çenenizi. Ayten hemen eşyalarını topla ve annenle birlikte evden çık. Yarın boşanma işlemlerine başlayacağım.
Ayten: Ne olur benden ayrılmayın. Ben annemin oyununa geldim.
Orhan: Kimin oyununa geldiğiniz umrumda değil. Eşyalarınızı toplayın ve evimden çıkın.
Ayten: Lütfen benden ayrılmayın. Yalvarıyorum size. ( Ağlayarak Orhan’ın ayaklarına kapanır)

ONUNCU SAHNE

Misafirhane, Ayhan tek başına oturmuş gazete oturmaktadır. Bir yabancı girer.


Yabancı: Merhaba!
Ayhan: (Gazeteyi yanında duran sehpaya koyar) Merhaba.
Yabancı: Odada otur otur sıkıldım. Yanınıza geldim.
Ayhan: İyi yaptınız. Ben de sıkılmıştım yalnız oturmaktan. Yenisiniz heralde.
Yabancı: Evet sabah yerleştim.
Ayhan: İstanbul’lu musunuz?
Ayhan: Hayır. Aslında iki yıldır burdayım. Bir ara anlatırım size hikayemi.
Ayhan: Şimdi anlatın, vaktimiz bol nasıl olsa.
Yabancı: Öyle ya.
Ayhan: Nerelisiniz?
Yabancı: Aydın’lıyım.
Ayhan: Güzel şehirdir Aydın. Sakindir, huzurludur. Sen neden geldin oralardan buralara? Taşı toprağı altın diye mi?
Yabancı: Bilmem. Bunu size açıklamam çok zor. İçimden bir ses gelmem gerektiğini söyledi.
Ayhan: Bu da güzel . Zaten insanın başına ne geliyorsa içindeki o ses yüzünden geliyor.
Yabancı: Nasıl, anlayamadım.
Ayhan: Boş ver!
Yabancı: Ben bir evden kovuldum. Ordan kovulunca bu otele yerleştim.
Ayhan: Hım! Kötüymüş. Ama bu oteli bulduğunuz iyi olmuş. Hem fiyatı ucuzdur hem de tehlikesi yoktur. Birazcık odası küçüktür. Ona da zamanla alışırsınız. Evden niçin kovuldunuz?
Yabancı: Bir aile bana evini açmıştı. Daha doğrusu İstanbul’da tanıştığım bir arkadaşın ailesiydi bu. Sonra nasıl olduysa babası iki aya kalmadan beni evden kovdu.
Ayhan: İstanbul ilginç ve karanlık insanlarla dolu. Şimdi ne yapıyorsunuz? İşiniz var mı?
Yabancı: Evet, maaşım az da olsa bir yerde çalışıyorum. Aynı zamanda bir roman yazarıyım.
Ayhan: Oo! Ne güzel. Bir roman yazarıyla tanıştım demek.
Yabancı: (Utanır) Elimden geldiğince yazıyorum.
Ayhan. Romanınızın hikayesi nedir?
Yabancı: (Uzun uzadıya anlatmak istemez) Komedyen olmak isteyen bir delikanlının hüzün dolu yaşantısı.
Ayhan: Çok güzel. Biliyor musunuz, ben de bu otelde oturmaktan sıkılınca yazmaya
başladım. İzin verirseniz size yazmış olduğum ilk hikayemi anlatmak istiyorum.
Yabancı: Tabii. Buyrun anlatın.
Ayhan: Zengin bir aileden gelen çocuğun annesi trafik kazasında ölmüştür Çocuğun babası, karısını kaybettikten kısa bir süre sonra kendinden oldukça küçük yaşta bir kadına aşık olmuş ve bu kadınla yıldırım nikağıyla evlenmiştir. Kadın kötü bir kadındır ve adamın çocuğu, bunu kadının hareketlerinden sezmiş, babasını uyarmasına rağmen, babasını bu aşkan vazgeçirememiştir.. Bir gün, bu kadın çalışanlardan birine zalimce davrandığı sırada, çocuk dayanamaz ve yeni gelen üvey annesine ters çıkar. Bunun üzerine aralarında tartışmaya başlarlar. Kavganın en ateşli anında baba içeri girer ve çocuğunu azarlar. Onuru kırılan çocuk evden kaçar ve bir otele sığınır. Otelin misafirhanesinde üç kişiyle tanışır. Onlara gerçek hikayesini anlatmayıp farklı bir hikaye uydurur. Ama bu üç kişiden biri vardır ki cin gibidir. Bir şekilde çocuğun gerçek hikayesini öğrenir ve temiz yürekli olan diğer arkadaşının kanına girerek şeytanca bir plan hazırlar.
Yabancı: İlginç gerçekten de. Planı nedir peki?
Ayhan: Çocuğu odasında esir alıp, babasından fidye istemek.
Yabancı: Sonunda ne olur?
Ayhan: İstedikleri fidyeyi alırlar.
Yabancı: Çocuğa ne olur?
Ayhan: Çocuk babasına kavuşur.
Yabancı: Ne güzel! En azından sonu iyi bitmiş.
Ayhan: Yo hayır! Ne yazık ki sonu iyi bitirmedim.
Yabancı: Nasıl?
Ayhan: Olaydan bir gece sonra fidyecilerden temiz yürekli olanının cesedi bir lağım kuyusundan çıkartılır. Genç adam sırtından bıçaklanarak öldürülmüştür.
Ayhan: Peki diğeri? Yoksa o cin fikirli olan mı öldürmüştür onu?
Ayhan: Evet! Paranın tamamını almak için gözünün yaşına bakmadan onu öldürmüştür. Nasıl sizce bu hikaye. Beğendiniz mi?
Yabancı: Bu otel galiba sizin düş gücünüzü geliştirmiş.
Ayhan: Evet, galiba öyle oldu. Otelde yalnızlıktan iyice bunalınca gittim kırtasiyeden kendime bir defter, bir de kalem aldım. Aklıma ilk gelen hikayeyi de yazmaya başladım. (utanarak gülümser) Bu hikayeyi anlattığım ilk kişisiniz. Bu yüzden fikirleriniz benim için çok önemli. Öncelikle bana şunu söyleyin: İnandırıcılığı nasıl olmuş? Gerçekten beğendiniz mi?

Kafasını evet anlamında aşağı doğru indirir ve perde kapanır.

SON
04.03.2009


Paylaş      
Yorumlar

bilge - ( 2/2/2011 )
ne kadar uzun we eğlenceli bunu yazana helal olsun?!!!!!!!!!!!!!!!!!

tuna - ( 3/12/2011 )
aslında haklısın sıkıntılı günlerimde yazmıştım bu oyunu.. Ama tarzımı değiştirdim. fantastik yazarlığa döndüm.. yani bu tür yazmıyorum artık ve romanla uğraşıyorum..gerçi tiyatroda da bodlin diyarı adında bir oyun yazdım.Ve övünmek gibi olmasın ama iyi oldu, hatta kısmet olsa da sinemaya uyarlasam diyorum...

Recep FakiroğLu- - ( 3/24/2011 )
Bu Oyunu Oynamak Çok İsterim..İletişime gececegim

tuna - ( 5/1/2011 )
tuna_okten@hotmail.com.. yeni adresim bu :)

Bu Oyun Hakkındaki Görüşlerinizi Paylaşın !

İsim
Mail  (Yayınlanmayacak)
Yorum
Güvenlik Kodu= 574
Lütfen bu kodu yandaki kutuya yazınız
 

    Son Eklenen Yazılar     En Çok Okunan Güncel Yazılar
27 MART… UMUDUNU ARAYAN BİR GÜN (Ahmet Yapar)
YOKLAMA LİSTESİ (Skeç)
    Tüm Tiyatro Yazıları

    Bu Tarihte Yayınlanan Diğer Yazılar
    Bu yazının yayınlandığı tarihte gündemdeki diğer yazılar aşağıda listelenmiştir...

  • Brecht şarkılarını, Mardin’de neden okumadınız? (Adnan Tönel) - 5/13/2009
  • Türk Tiyatrosu'nun sorunları Ticaret Odası'nda tartışılıyor... (Moderatör) - 5/13/2009
  • Burhan Akçin ile Tiyatro Üzerine Söyleşi (İsa Karslı) - 5/12/2009
  • Hayat Sahnesi'nden (Ali Erdoğan) - 5/11/2009
  • BERNARDA ALBA'nın Kızı MARTIRIO ya da Özlem Türkad (Pınar Çekirge) - 5/11/2009
  • Wash Your Self In Your Tears and Build Your Church of Your Faith (Arda Aydın) - 5/10/2009
  • Yastık Adam - Talimhane Tiyatrosu - Oyunu Seyretmeden Bu Yazıyı Okumayın (Melih Anık) - 5/10/2009
  • Park ve Bahçeler Demokrasisi (Nedim Saban) - 5/7/2009
  • Üniversite Tiyatro Hocaları Tercih Yapmak Zorunda Kalacak (Adnan Tönel) - 5/7/2009
  • Keşanlı Ali Destanı Hakkında (Tuna Ökten) - 5/7/2009
  • Büyüler Sofrası (Tuna Ökten) - 5/7/2009
  • Bu Da Benim Ailem – Tiyatrokare (İsmail Can Törtop) - 5/6/2009
  • Trabzon'da Geçirdiğim Kaza ve 10. Festivalde Bir Sahne Ayini (Üstün Akmen) - 5/6/2009
  • Bir Hayalim Var (Yurdagül Yurtseven) - 5/4/2009
  • Devlet Tiyatrosu Festivali, Konya'ya İkinci Kez Işık Tutuyor (Üstün Akmen) - 5/4/2009
  • MARX'IN DÖNÜŞÜ; Dünyayı anlamak yetmez, onu değiştirmek gerek (Rengin Uz) - 5/4/2009
  • SEVİNÇ ERBULAK: İnsafsız Bir Demirin Soğuk Keskinliğindedir Yaşam (Pınar Çekirge) - 5/3/2009
  • Seni Seviyorum, Mükemmelsin, Şimdi Değiş! – Enis Fosforoğlu Tiyatrosu (İsmail Can Törtop) - 4/30/2009
  • Coriolanus - İstanbul Şehir Tiyatroları (Ayşe Müge Gerdan) - 4/30/2009
  • Yalçın Menteş Tiyatrosu'nda Bir Çetin Akcan İşi: Eros Pansiyon (Üstün Akmen) - 4/29/2009
  • Darwin , Marx, Wagner ve Nietzche ; Hitler mi olmak istersiniz Brecht mi? (Melih Anık) - 4/29/2009
  • İBŞT'de Sait Faik Güzellemesi: Meraklısı İçin Öyle Bir Hikaye (Üstün Akmen) - 4/28/2009
  • Striptiz - Kadıköy Sanat Tiyatrosu - Bir Mehmet Avdan Oyunu (Melih Anık) - 4/27/2009
  • 25 Yılda Neler Değişti (Arda Aydın) - 4/26/2009
  • TARİH: 1 MAYIS 2009 YER: İSTANBUL BELEDİYESİ ŞEHİR TİYATROLARI (Nedim Saban) - 4/25/2009
  • İBB Şehir Tiyatroları Ailesine Açık Mektup (Ümran İnceoğlu) - 4/25/2009
  • Gülriz Sururi'den 18 Mayıs Tiyatrocular Yürüyüşü İçin Çağrı (Gülriz Sururi) - 4/24/2009
  • Kadrolu DT Oyuncularına Haksızlık (Adnan Tönel) - 4/23/2009
  • Ayşe Kilimci ile Yedi Tepeli Aşk Üzerine (İsmail Can Törtop) - 4/23/2009
  • Tiyatroda Günlük 23 Nisan 2009 (Melih Anık) - 4/23/2009
  • Ergin Orbey Hakkında (Sevinç Aktansel) - 4/23/2009
  • Sürmanşet – İstanbul Halk Tiyatrosu (İsmail Can Törtop) - 4/22/2009
  • Tiyatro Bereze'den Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğü'ne Açık Mektup (Tiyatro Bereze) - 4/21/2009
  • Deri Ceket - Koyuna saydılar bizi… Oyuna Geldik! - İBB Şehir Tiyatroları (Melih Anık) - 4/21/2009
  • Devlet Tiyatrosu'nda Neler Oluyor? (Adnan Tönel) - 4/21/2009
  • Metni farklı kalıba dökülememiş bir oyun örneği: Muhabir (Üstün Akmen) - 4/20/2009
  • Sadece Bir Çiçek Herşeyi Değiştirebilir (Eser Ali) - 4/20/2009
  • Ne Yapar… Ne Ederim? (Yurdagül Yurtseven) - 4/18/2009
  • Cumhurbaşkanımıza ve Başbakanımıza Açık Mektup: 1 Mayıs'ı Taksim'de Hep Birlikte Kutlayalım (Savaş Aykılıç) - 4/17/2009
  • 2008-2009 Tiyatro Ödülleri….. ÖDÜL Mevsimi Geldi (Melih Anık) - 4/16/2009
  • Kış Gelmeden - Diyarbakır DT (Ahmet Olcay) - 4/16/2009


  • Tiyatro Kursu Başlıyor!
    12 Şubat'tan itibaren her PAZARTESİ Kadıköy'de!
    Çalışanlara yönelik hobi sınıfı!



    Duyuru Panosu!



    Son Eklenen Tiyatro Oyunları

         Güncel Yazılar

    Yazar olmak ister misiniz?
    Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...

    Mail Listemize Üye Olun

         Güncel Haberler
    Tiyatro Maydanoz, Nazım’ın Kadınları ile Sahnede
    Tekin Deniz: Dümbüllü kavuğunu kimseye devretmedi

    Tiyatro Dünyası'nı takip Edin
     
     |  ..