| Tiyatro Kursu  | Şirket Tiyatrosu
Tiyatro Dünyası
Tiyatro Dünyası Bu Sahnede...
 
Ana Sayfa  |  Hakkımızda  |  Yazılar  |  Haberler  |  Yazarlar  |  Tiyatro Oyunları  |  Tiyatro Grupları  |  Sanatçılar  |  Kaynak  |  Duyuru Panosu  |
2008'in son saatlerindeki önlenemez düşüncelerim
Üstün Akmen




2008 yılının son günü tarihi Dolmabahçe Saat Kulesi’nin önünden geçtim. Geçmekle de kalmadım, kuleyi uzun uzun seyrettim. Dolmabahçe Saat Kulesi, TBMM, İtalyan Ticaret Merkezi ve İtalyan Restorasyon Derneği “Assorestauro Servizi” arasında imzalanan protokol kapsamında restore ediliyordu, her bir yanına iskeleler kurulmuş, sarılıp sarmalanmıştı. Öğrendim ki, Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii ile Dolmabahçe Sarayı’nın Saltanat Kapısı arasında yer alan Dolmabahçe Saat Kulesi, 1890–1895 yılları arasında Sultan II. Abdülhamit tarafından yaptırılmış. Mimari tasarım olarak, saray mimarı Sarkis Balyan’ın projesiyle neo-barok ve ampir tarzında inşa edilmiş. 27 metre yüksekliğindeki dört katlı saat kulesinin merdiven sahanlıklarının zeminine renkli taşlarla geometrik şekiller verilmiş.

Hay o gün geçmez olaydım Dolmabahçe Saat Kulesi’nin önünden! Akşama dek, yani 2008’in son günü, günün bütününde Dolmabahçe Saat Kulesi hiç aklımdan çıkmadı. Bilirsiniz elbette, her birimizin geçmişle aramızda dolaysız ve hemen kurulu bir bağ var, hani “bellek” diyorlar ya, o işte! Kimi olayları güvenilir biçimde anımsıyoruz da, kimileriyle ilgili olarak aile üyelerimize, tanıdıklarımıza başvuruyoruz. Her iki durumda da, bilgilerin açık seçik biçimde yeniden bir araya getirilip derlenmesi temelinde, olanca iyi niyetle sağlanan tanıklıklar, zaten kendi başlarına saygın oluyorlar. İşte o tanıklıklar bizi geçmişe geri götürüp, söz konusu olayların gerçek anlamda içine sokuyor. Bellek, kişi olarak geçmişi kendimize yeniden kurarken, hiç kuşkunuz olmasın ayak bastığımız en önemli basamak. Yeri geliyor, aile büyüklerimize çeviriyoruz yüzümüzü, onlar aracılığıyla da toplumumuzun geleneklerine, yani atalarımız tarafından derlenip günümüze aktarılmış bilgilere bağlanıyoruz.

O günün bütününde ve akşamında, Dolmabahçe Saat Kulesini düşünürken, eski yıllar(ım) da gözümün önünden su gibi aktı geçti. Saliseler, saniyeler, dakikalar nasıl olmuştu da yaşamımı(zı) böylesine insafsızca kemirmişti? Bunca yıldır saliseden, saniyeden, dakikadan zaman hakkında ne öğrenmiştim acaba? Bir şeyler öğrenmiş miydim? Dolmabahçe Saat Kulesi’nin saatleri, bugüne değin kime ne öğretmişti ki, bana öğretsin! İçinde “şimdi noktası”nın keyfi olarak saptanabildiği bir şeydi benim için zaman. İki farklı “zaman noktası”ndan biri önce, diğeri sonraydı bana göre. Hepsi bu!

İlk olarak, televizyon öncesi bir kuşağın “ahfadı” olduğumu düşündüm. Biz doğduğumuzda penisilin yoktu. Polio aşısı, donmuş yiyecekler, fotokopi makineleri, faks, video, plastik denen madde ve kontakt lensler de girmemişti yaşantımıza. Radardan önce doğmuştuk biz. Kredi kartlarından, parçalanmış atomdan, lazer ışınından ve tükenmez kalemden çoook önce... Hem öyle bir “önce” ki bulaşık makinesinden, kuru temizlemeden, elektrikli battaniye, air condation ve aya insan ayağı değmesinden dahi önce... Evlenip, sonra birlikte yaşadık. “Jean” giymiyorduk. “Anlamlı bir ilişki” akrabalarla bir arada olmak demekti. Ve “Fast Food”, bizim için iki taşın arasına sıkıştırılmış acele yemek anlamına gelirdi. Kaplumbağalar henüz Volkswagen olmamıştı.

Saat gece yarısına yaklaşırken saatime baktım. O an, şimdiki zaman mıydı? “Şimdi”yi düşündüm. Hayır, hayır iki ayrı “ben” vardı insanoğlunda. Bunlardan biri “öteki”nin dışsal yansıması, uzamsal ve deyim yerindeyse toplumsal tasarımlanmasıydı. Örneğin ben, saniyenin gece yarısına doğru tık-tıklamakta olduğu şu anda, geçmişimde boğulmuş-boğazlanmış yıllarımı düşünürken “öteki”nin dışsal yansımasıydım.

“Öteki ben”imiyse derin bir içe atımla elde etmiştim. Bu da beni kendi içsel durumlarımda durmaksızın “oluş halindeki” canlı bir birey olarak, durumları kavramaya götürmüştü. Sanırım bu nedenle “ev erkeği” döneminden önce olduğumu düşündüm. Eşcinsel haklarından da, bilgisayar programından da, internet evliliğinden de önceydim ben. Hiç “FM Radyo” duymamıştım. Kaset teypleri de, “Compact Disc”i de öyle... Elektrikli daktilo kullanmamıştım; yapay kalp nedir bilmedim, erkeğin küpe taktığını da görmedim. Benim için “zamanı bölmek” demek, birlikte vakit geçirmek demekti. “Chip” ise bir ağaç anlamına gelmekteydi.

Derken, yıllar içinde kendimi ele geçirdiğim anların ne kadar az olduğuna hayıflandım. Pek ender özgür olmamın nedeni buymuş meğer yılın son gecesi saat belinden gece yarısına doğru sarkmışken anladım. Zamanın çok büyük bölümünde kendi dışımda yaşamıştım. Kendime ilişkin kendi hayaletimden, yani uzama yansımış renksiz bir gölgeden başka bir şey algılamaksızın yaşamıştım. 1940’ta “Made in Japan” damgası külüstür mal anlamında kullanılırdı, benden yaşça az büyükler iyi bilir. Pizza, Mc Donald’s ve Nescafe duyulmamıştı bile. Yeni meni değil, bal gibi “kuruş” diye bir para biriminin olduğu dönemlerdi o dönemler. Beş kuruşa bir şeyler alabilirdim. Dönemimde sigara içmek modaydı. Sigara içenlere suçlu gözüyle bakılmaz, sigara uyuşturucu sayılmazdı. “Cola” ise sadece soğuk bir içeceğin adıydı, bir yaşama biçiminin değil. Cinsiyet farklılığının keşfinden önce değildim kuşkusuz, ama cinsiyet değiştirme modasından hayli önceydim. Elimde ne varsa, onunla mutlu olmaya çalışırdım. Ve çocuk yapmak için evlenmek gerektiğine inanan son kuşağın evladıydım. Kendimi özgür eyleyerek kendi kendime sahip çıkmayı, böylece katıksız sürece geri dönmeyi hiç mi hiç düşünmedim, daha doğrusu düşünemedim.

Boşveeer!

Bütün olumsuzluklara karşın hayatta kalmayı başardım ya, ona bakın siz. Bunca yılın önünde ve sonunda aşkın ne erdem, ne de yetenek tanımadığını kanıtladım ya! Sevgilimi gözümü bağlamadan sevdim ben. Çünkü aşkıma yaraşan tavır buydu… Bakmayın siz benim zamandan yakındığıma. Zamana olanca gücümle püf diyenlerdenim. Kendimi teslim etmem asla sevgilimde gördüğüm erdemlerden kaynaklanmadı. Bakın size bir şey itiraf edivereyim, aklım bu konuda bana asla söz geçiremediği, yön veremediği için hâlâ şaşkınlığını korumakta. Zaman bile şaşkın bu duruma… Tatlı mı tatlı, büyülü mü büyülü, melankolik mi melankolik bir gücün dalgasında sürüklenerek her tür düşünceden, duygudan ve istemden kopuverdim, direndim, devindim bu günlere geldim. Beni nerelere götüreceğine aldırmadan, kendimi gücün akıntısına bırakıverdim. Ağzı anüsüne yakın olanların, yani kulağı duymayanların ağzından çıkan hakaretlere onun uğruna göğüs gerdim. Yani çok sevdim…

Haaa, bir de gençken: “Ben ‘şimdi’yim,” derdim kendi kendime: “Ben ‘şimdi’yim”…

Pekiii, ya sevgilim? Sevgilim de “şimdi” miydi?

Ya da sevgilim “şimdi”yse, “zaman” gerçekten ben miydim?
Ben “şimdi” olduğumdan, sevgilimin “zaman” olduğunu 2008’in son saatlerinde öğrendim.

2009’un şu ilk saatlerindeyse artık “zaman” içinde bir “şimdi”yim.

İyiyim…

Bahçeşehir’de Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu Haldun Dormen Sahnesi açıldı
Bahçeşehir Belediye Başkanı Kemal Aydın, örnek bir davranışla onlarca yılını tiyatroya adamış 63 tiyatrocunun el izlerini titizlikle aldırdı. Alınan el izlerini “Tiyatroya El Basanlar” başlığı altında geçtiğimiz Pazar günü, beldesinde açılışını yaptığı Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu Haldun Dormen Sahnesi’nin fuayesine sanatçılarımızın fotoğraflarıyla birlikte yerleştirdi. Açılışı yapılan yeni tiyatro salonunu da görmenizi dilerim doğrusu, pek güzel olmuş. Umarım inşaat sırasında salonun hacmi, şekli, duvarlarının şekillendirilişi, absorbsiyonu, ses kaynaklarının karakteristikleri de dikkate alınmıştır. Başkan Kemal Aydın’ı ve bu “ölümsüzleştirme” projesinde emeği geçen herkesi kutluyor, kutsal emekleri karşısında saygıyla eğiliyorum.

Üstün Akmen
Evrensel Gazetesi


Yazarın Tüm Yazıları


Paylaş      
Yorumlar

Bu Oyun Hakkındaki Görüşlerinizi Paylaşın !

İsim
Mail  (Yayınlanmayacak)
Yorum
Güvenlik Kodu= 426
Lütfen bu kodu yandaki kutuya yazınız
 

    Son Eklenen Yazılar     En Çok Okunan Güncel Yazılar
27 MART… UMUDUNU ARAYAN BİR GÜN (Ahmet Yapar)
YOKLAMA LİSTESİ (Skeç)
    Tüm Tiyatro Yazıları

    Bu Tarihte Yayınlanan Diğer Yazılar
    Bu yazının yayınlandığı tarihte gündemdeki diğer yazılar aşağıda listelenmiştir...

  • Her türlü insan davranışı suç olabilir: İstanbul’da Bir Dava (Üstün Akmen) - 1/8/2009
  • Erhan Yazıcıoğlu Söyleşisi - Tiyatrolar Alkıştan Yıkılsın! (Yurdagül Yurtseven) - 1/7/2009
  • Çılgın Dünya - Van Devlet Tiyatrosu (Ahmet Olcay) - 1/6/2009
  • Can Doğan'dan Feridun Çetinkaya'ya Cevap Yazısı (Can Doğan) - 1/6/2009
  • Okday Korunan Söyleşisi (Savaş Aykılıç) - 1/6/2009
  • Doğru Yerde miyiz? (Arda Aydın) - 1/5/2009
  • Avrupa Tiyatro Sanatçıları Toplantısı (İlkay Sevgi) - 1/5/2009
  • Bugün Yeditepeli Aşk, Yarın... (Nedim Saban) - 1/4/2009
  • Hülya Karakaş'ın disipline verildiği Şehir Tiyatroları'nda despot zihniyeti -altın dönemini- yaşıyor (Feridun Çetinkaya) - 1/4/2009
  • 2008'in son saatlerindeki önlenemez düşüncelerim (Üstün Akmen) - 1/3/2009
  • Tanrı Şehir Tiyatrosu'nu 90'lı Yılların -Ruh-suzluğundan Korusun (Can Doğan) - 1/3/2009
  • Testosteron Üzerine Zorunlu Bir Açıklama (Melih Anık) - 1/1/2009
  • Hülya Karakaş'tan Orhan Alkaya'ya Açık Mektup (Hülya Karakaş) - 12/30/2008
  • Tiyatronun Kuru Fasulye ile Bağlantısı (Nihat Keleş) - 12/30/2008
  • Yanmak… Kül Olmaktır Sivas Ellerinde... (Yurdagül Yurtseven) - 12/29/2008
  • Marx’a susadığımız kadar Brecht’e de susamışız! (Cansu Fırıncı) - 12/29/2008
  • SÜRMANŞET: Her türlü eyleme hazır mısınız? (Rengin Uz) - 12/29/2008
  • Oyun Atölyesi - Testosteron: Soytarılar Panayırı (Melih Anık) - 12/28/2008
  • İBŞT'nde Hareketli Öykü (Okuma) Tiyatrosu: Yedi Tepeli Aşk (Üstün Akmen) - 12/27/2008
  • Sümerde Yeni Yıl (Akitu) Şenliği ve Tiyatronun Etimolojisi ve Hatta Sümerolojisi ! (Savaş Aykılıç) - 12/27/2008
  • Kanlı Nigar - Ankara Devlet Tiyatrosu (Ahmet Olcay) - 12/26/2008
  • -Aristosal Sunumla- Bertolt Brecht Gecesi (Kemal Oruç) - 12/25/2008
  • Testosteron – Oyun Atölyesi (İsmail Can Törtop) - 12/23/2008
  • Elim Sende ve Araf Ne Taraf (Üstün Akmen) - 12/23/2008
  • Onların diz boyu, bir çocuğun baş hizasıdır: Maskeliler (Üstün Akmen) - 12/23/2008
  • Tekrar Çal Sam; Başarılı Bir Ekip Çalışması (Rengin Uz) - 12/21/2008
  • Geleneksel'den Halk Tiyatrosu'na, tiyatromuz. (Adnan Tönel) - 12/20/2008
  • Yıldız Kenter'in Yıldız Kenter Bayramı'ndaki zaferi: Victoria (Üstün Akmen) - 12/19/2008
  • Deri Ceket – İstanbul Şehir Tiyatroları (İsmail Can Törtop) - 12/17/2008
  • Daha Nice Yıllara, Tiyatromuzun Onur Abidesi... Daha Nice Yıllara (Üstün Akmen) - 12/17/2008
  • Üniversite Tiyatrosu Kavramı ve Muğla Üniversitesi Tiyatro Topluluğu (Öznur Çetin) - 12/17/2008
  • Seyirciye Saygı (Engin Alkan) - 12/15/2008
  • Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nden Uyduruk Bir Eleştiri Seçkisi (Feridun Çetinkaya) - 12/15/2008
  • Yorumun Yorumu (Arda Aydın) - 12/15/2008
  • Meraklısı İçin Öyle Bir Hikaye Oyun Eleştirisi ve Naşit Özcan Röportajı (Selçuk Soğukçay) - 12/15/2008
  • Bana Benden Bahset - Evlilikte ufak tefek CİNAYETLER (Rengin Uz) - 12/14/2008
  • Orhan Alkaya, İBŞT'de gene bir ilke imza atmış: Canavar Sofrası (Üstün Akmen) - 12/14/2008
  • Canavar Sofrası - İstanbul Şehir Tiyatroları (Ayşe Müge Gerdan) - 12/14/2008


  • Tiyatro Kursu Başlıyor!
    1 Mayıs'tan itibaren her ÇARŞAMBA Kadıköy'de!
    Çalışanlara yönelik hobi sınıfı!



    Duyuru Panosu!



    Son Eklenen Tiyatro Oyunları

         Güncel Yazılar

    Yazar olmak ister misiniz?
    Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...

    Mail Listemize Üye Olun

         Güncel Haberler
    Tiyatro Maydanoz, Nazım’ın Kadınları ile Sahnede
    Tekin Deniz: Dümbüllü kavuğunu kimseye devretmedi

    Tiyatro Dünyası'nı takip Edin
     
     |  ..