| Tiyatro Kursu  | Şirket Tiyatrosu
Tiyatro Dünyası
Tiyatro Dünyası Bu Sahnede...
 
Ana Sayfa  |  Hakkımızda  |  Yazılar  |  Haberler  |  Yazarlar  |  Tiyatro Oyunları  |  Tiyatro Grupları  |  Sanatçılar  |  Kaynak  |  Duyuru Panosu  |
Doğum Günü(m) Kutlu Olsun
Üstün Akmen



O gün, tam da benim doğum günümdü, televizyonun hangi kanalıydı bilmiyorum, yayımlanan programdan öğrendim, meğer son yıllarda tıp alanındaki gelişmeler yanı sıra, bireyin kendine ve yaşamına daha fazla değer vermesiyle ortalama insan ömrü uzamış, böylece dünya nüfusu da alabildiğine artıyormuş. Konuşan uzman kişi, 2011 yılında dünya nüfusunun %8,4’ünün 65 yaşın üstünde olacağının öngörüldüğünü söyledi.

RAHATLATAN AÇIKLAMA
Doğum günlerinde, benim yaş grubumda ya da daha ilerideki yaş gruplarında olanların alabildiğine duygulandıklarından zerre kadar kuşkum yok. Ben de doğal olarak duygulandım, televizyonun sesini de az biraz daha açtım. Uzman kişi, yaşlılık döneminin 65 yaş ve üzeri olarak kabul edildiğini söyledi, ciddi anlamda rahatsızlandım.
Rahatsızlandım, çünkü yaşlılığımı tamı tamına bin doksan beş gün aştığımı hesapladım. Başka bir tanımla otuz altı ay…

BEN YAŞLI DEĞİLİM
Bu şu demekti: Kendimi henüz yaşlı saymıyordum, ama yaşlanmıştım. Gel gelelim doğru söylüyorum, algılamalarımda yaşlanmayla birlikte sezilen azalma henüz yoktu. Yaratıcı yeteneklerim eski yerinde duruyordu. Düşünme hızımı aynen koruyor; yaşam deneyimlerimden oluşan zenginliğimle, iyi bir değerlendirme ve zengin konuşma dili gibi kazançlarımı her fırsatta sergiliyordum. Öğrenme yeteneğimde azalmaya, hareketlerimde yavaşlamaya şimdilik pek rastlamıyordum. Daha önce edindiğim bilgileri sapasağlam yerinde bulundurduğuma; yeni öğrendiğim bilgileri de pekâlâ stok yapabildiğime göre… Evet, evet… Her ne söylenirse söylensin yaşlı sayılmazdım.

Rahatladım.

KİM DEMİŞ KISKANCIM DİYE…
Düşündüm de, kişiliğim, yaşlanıyorum diye öyle değişikliğe falan uğramadı.

Yeni durumlara şıpınişi uyum sağlayabiliyorum, yeni düşünceleri kabul etmekte güçlük çekmiyorum da, nedendir bilmem çevreye karşı olan ilgim azaldı. Örneğin, günbatımı beni eskisi kadar etkilemez oldu.

Olsun.

Varsın etkilemesin.

Çok günbatımı gördüğümdedir. Hem de dünyanın nerelerinde, birbirinden güzel köşelerinde… Yoksa Moda Burnu’ndan günbatımını izleyip, tam on sekiz yaşında: “Muz likörü dolu bir kadehe kırmızı kiraz bırakılıyor” diye betimleyen ben değil miyim?

Elbette benim.

O halde?

DERİN VE SEÇİCİ OLMAK SUÇ MU
Kendi bedenime ve kendime karşı ilgimin artmasını sorarsanız, yaşlılıktan değil vallahi, yaşlanmak karşıtı bir iç çatışma o! İlişkilerimde daha derin ve seçici oluşumuysa zamansızlığıma bağlamaktayım. “Nasıl bu kanıya vardın” diye sual edecek olursanız, son zamanlarda kendi kendime “zaman nedir” sorusunu sıkça sorarken rastlıyorum. Bu soru, belki inanmayacaksınız ama giderek “zaman kimdir” oldu. Zaman zaman: “Acaba zaman ben miyim” diye düşündüğümü de yadsımıyorum. Ya da kendimi kaptırıp, kendimi kendimin zamanı olarak bulduğum da oluyor. Kısacası, böyle sorgulamalar yaparak, her durumda benim olan zamana ulaşmanın yolunu onunla uğraşmakta bulduğumu söyleyeceğim. Bütün bu söylediklerimi “zaman daralıyor” tümcesinin uzatılmış biçimi olarak yorumlamanız da, mümkün.

TAKILMAK, DÜŞMEK, BAYILMAK KORKUSU
Tuvalete, banyoya girerken kapıyı kilitlemememin nedeniyse, kesinlilikle “ne olur ne olmaz” kaynaklı… Düşerim, müşerim; kafamı, oramı buramı oraya buraya çarparım… N’oluuur, n’ooolmaz… Amacım Sevgilime zaman kazandırmak. Başka nedeni yok yani!

Diğer taraftan, yeniliklerden ürktüğümü çıkıp da hiçbir babayiğit söyleyemez. Eski yaşamımı da, öyle abartılı biçim ve biçem içinde özlemiyorum. Genç kuşakla aramdaki uzaklık, genç kuşağa (belirlilerini tenzih ediyorum) güvensizliğimdendir. Güvenmiyorum dünyadan bihaber yaşayan gençliğe. Yoksa sandığınız gibi, onları kıskandığım falan yok. Geçmişimde doyum veren bir yaşamım olduğunu sık sık düşünmekte olduğum; yaşamımda hedeflerime, isteklerime, ideallerime yaklaşabildiğimi uluorta söylediğimse kesinlikle doğrudur. Babıâli’de adı "efsane adam" olarak anılan yenilikçi gazeteci-yazar Sadun Tanju (1924)’nun bir söyleşisinde deyiverdiği: “Beni rekabete zorlayan bütün hırslardan kurtulmuş durumdayım. Cinsellik dâhil” tümcesindeki gerçeğe hak veriyorum.

YİTİP GİDEN DEĞERLER
Doğum günümün sabahında, yaşamın ölümle noktalanacağı önceden bilinen bir gerçek olduğunu düşündüm.

Bu gerçekten, yani ölümden korkuyorsam namerdim!

Korkmuyorum ölümden.

Yok, yok, yanlış anladınız, ölümü “terhis tezkeresi”, “Tanrıya kavuşmak”, “sevdiğine ulaşmak” olarak görenlerden değilim ben. İnsanların evrensel ölüm korkusuna oldum olası sadece gülüp geçmişimdir. Bugün de, saçımın tümüyle beyazlamasına sevinmiyorum da, “ya ruhum ağarırsa” diye tedirgin oluyorum. Yok olan toplumsal değerler için gün be gün kahrolup duruyorum.

PEKİİİ, BAŞKA NELER OLUYOR
Belleğim, birikmiş anılarımı bohçalayıp her akşam önüme koyuyor. Geleceğe dair sürekli plan/lar yapıyorum, plan yaparken geleceğin ritmine takılıyorum.

Yaşam treni çuf çuflayarak önümden geçmekte…

Hafifçe gülümsüyorum.

Son yıllarda, nedense dost söyleşilerini anılarla süslememiz adet oldu.

Sıcak yürekli insanlara sevgim, giderek ve olamazcasına fazla artmakta…

Erdem ile hoşgörünün, güven ile bilgeliğin bulunmadığı toplantılardan itinayla kaçınıyorum, kaçıyorum.

Bütün bunların dışında, gelenekselleştirdiğim bir şey var, işte size açıklıyorum: Akşamların karanlığında, sevgilimin parlayan gözlerinin içine bakarken, gönlümdeki sevgi kuyusundan su çekmeyi hâlâ eski gücümle sürdürüyorum.

ÇİĞDEM ERKEN’DEN “KIZ KAFASI”
Meğer ses, kişinin kendisini dışa vurmasına yararmış. Meğer ses, kişinin duygusal dünyasını en kolay ele veren öğeymiş. Meğer ses, duygusal dünyayı açarken bir anlamda bu yolla kişiye ihanet de edermiş. Meğer üzüntü ya da neşe (her neyse), esasında ses ile ifade edilirmiş. Bunları bir kez daha Çiğdem Erken’den öğrendim. Çiğdem Erken’in “Kız Kafası (Ada Müzik / Haziran 2011)” albümünü dinlerken…

“Kız Kafası”ndaki söz ve müziği Çiğdem Erken’e ait olan dokuz parça kulaklarımda uçuşurken, piyanodan taşan onun dinamik “tuşe”lerini duyumsarken her duygu için ayrı bir akustik parametre bulunduğunu, o akşam iyice belledim. “Tutuşmuş, yürek yanıyor / Sözünden dönmüş gidiyor / Güzel gözlerin rüyalarda / Çekingen, ürkek, korkuyor.” Çiğdem Erken söylerken içim içimi yedi, inim inim inledim.

Erken’in sesinin koyu rengi, sesindeki enerji ve dinamik beni büyüledi. Şarkılarında inanılmaz derinlikler vardı ve o orkestrasının da katkılarıyla bu derinlikleri bulup derinliklerinden çıkardı. Albümde yer alan müzikal olarak inanılması zor kutsal öğeler, derinliklerde bir bir bulunup dokuz kez su yüzüne alındı.

“Yine de geçmedi zaman sebepsiz / Dönse de saat akrepsiz / Olmuyor da, laleler solmuyor da.” Çiğdem Erken’in dünyaya akılcı ve bağışlayıcı bir perspektiften bakmasını yürekten alkışladım. “Habersiz çıplak gömüyor / İçimden öldün biliyor / Yitik şarkılar rüyalarda / Biçare üzgün ağlıyor”… “Ölürsen Haber Ver”e Selçuk Yöntem mükemmel üstü diksiyonu ve ses tonuyla apayrı bir renk verişini kıskandım.

Oturduğum yerde kasıldım kaldım, Çiğdem Erken tiz tonlarda sıkılmıyor, lareksini (gırtlağın üst ucu hizasındaki iki ses teli) hiç mi hiç zorlamıyor. Ne zor bir teknik bu! Ne incelikli bir ses! Bitiriyor. Erken’in ses cambazlığı beni etkiliyor. Kimi parçalarda güçlü, geniş aralıklı bir sese ulaşıyor. “Seni hiç görmemiş / yangınmış dinmemiş / geceleri düşünmemiş / öyle birden aniden / sahiden... // seni hiç görmedim / yağmurdum dinmedim / geceleri düşünmedim / öyle birden aniden / sen…” derken Çiğdem Erken’in sesini nefesli bir saza benzetiyorum. Nefesli sazda ne varsa onun sesinde de var. Havayı pompalayan körük, titreşimleri sağlayan vibratör, rezonansı sağlayan rezonatör boşluk… Akciğeri körük gibi çalışıyor, ses telleri vibratör görevini üstlenmiş, gırtlağı rezonatör.

Albümü oluşturan şarkılarda yinelenen armonik ve ritmik kalıplar insanı etkiler nitelikte. Erken, yeri geliyor titreşimleri göğsünde duyumsuyor, öyle an oluyor ki, ses tellerinin titreşimleriyle nefes borusu arasında akustik bir ilişki kuruyor, kimi zamansa nefes borusundaki tınlaşım (rezonans yerine kullanıyorum) ses tellerinde oluşan sesi güçlendiriyor.

Uzun sözün kısası: Şu güzelim yaz günlerinde duygu denizinde yüzmek istiyorsanız, Nurkan Renda’nın düzenlemelerini yaptığı, süpervizörlüğünü Mete Özgencil’in üstlendiği “Kız Kafası”nı mutlaka, ama mutlaka dinlemeniz gerekiyor.

SİVAS’TA ALİ KOLAT NEREYE KOL ATMAK İSTİYOR
Sivas Madımak Oteli’nde 35 yazar ve şairin yakılarak öldürülmelerinin üzerinden, (dile kolay) tam on sekiz yıl geçmiş. Kurtuluş Savaşı’nın merkezî örgütü Sivas kentinde yüzlerce polis, yüzlerce askerin gözü önünde, insanlarımızın on sekiz yıl önce diri diri yakılışının, bu topraklardaki ilk din temelli katliam olmadığını düşündüm o gün. Son katliam olmayacağının tedirginliğini de bir kez daha yaşadım.

Hepimiz adımız gibi, yaşımız gibi biliyoruz, “nefret kültürü”nü Türkiye'deki yaygın İslamcı düşünce beslemekte. Günümüz siyasi erki de, yapısı gereği gelişmelere göz yumuyor. Bu kesimin aydın insandan korkusu, bugün tüm aydınlarımızı, yazarlarımızı, sanatçılarımızı ne yazık ki korkutacak düzeye ulaştı. Korkmamak, aslan kesilmek olanaksızlaştı. Gene de, on sekiz yıldır kapanmayan ve hâlâ kanayan yarayı yeni yaraların deşmemesi için, Sivas'ta yaşanan "Madımak Oteli Katliamı"nı tarih boyunca unutmamız gerekiyor.

Ama olmuyor!

Sivas Valisi Ali Kolat, Madımak olaylarının yıldönümünde, her yıl olduğunun aksine otelin önünde basın açıklaması ve anma töreni yapılmasına yasak getirdi. Binlerce insan otelin önüne doğru yürümek isteyince ve de yürüyüşe polis müdahale edince ortalık savaş alanına döndü. Kimdi bu Ali Kolat biliyor musunuz? Son seçimde AKP’den Malatya milletvekilliğine adaylığını koymuş ama seçilememiş, böylece AKP’li kimliği açığa çıkmış bir bürokrattı. Madımak Oteli’nin yerine “Utanç Müzesi” kurmaktansa, dostlar alışverişte görsün kabilinden kültür merkezi yapan, o merkezin duvarına da (sanki yakılanların yakınlarıyla alay edercesine) hayatını kaybetmiş aydınların adlarıyla birlikte, onları yakarken ölmüş insanların da adlarını yazan bir zihniyetin temsilcisiydi.

Irkçı egemen güçler bir kez daha kazandı, kaybettiğimiz aydınların yakınlarının yanan yüreklerine bu yıl da su serpilemedi.

Bir insanlık dramı karşısında insanlığa olan özür borcumuz daha hâlâ ödenemedi.

Üstün Akmen
Evrensel


Yazarın Tüm Yazıları


Paylaş      
Yorumlar

Bu Oyun Hakkındaki Görüşlerinizi Paylaşın !

İsim
Mail  (Yayınlanmayacak)
Yorum
Güvenlik Kodu= 906
Lütfen bu kodu yandaki kutuya yazınız
 

    Son Eklenen Yazılar     En Çok Okunan Güncel Yazılar
27 MART… UMUDUNU ARAYAN BİR GÜN (Ahmet Yapar)
YOKLAMA LİSTESİ (Skeç)
    Tüm Tiyatro Yazıları

    Bu Tarihte Yayınlanan Diğer Yazılar
    Bu yazının yayınlandığı tarihte gündemdeki diğer yazılar aşağıda listelenmiştir...

  • Üstü Kalsın (Arda Aydın) - 8/15/2011
  • Kız Kafası (Yurdagül Yurtseven) - 8/15/2011
  • Yeşim Özsoy Gülan Proje'si: Yüzyılın Aşkı (VDŞT) (Melih Anık) - 8/5/2011
  • Tiyatro Sanatının Başat Sorunlarından Eğitmen Olgusu - 1 (Hakan Urcu) - 8/3/2011
  • 20 Temmuz 2011 ve Köyümüzde Şenlik Var (Hüseyin Köroğlu) - 8/3/2011
  • Keşke (Arda Aydın) - 8/3/2011
  • Çiçek Arif'in -Çiçek Barı-ını da Mazime Gömdüm (Üstün Akmen) - 8/3/2011
  • Konservatuvar giriş sınavları (Tuncer Cücenoğlu) - 7/15/2011
  • Hasat Dansı (Metin Boran) - 7/15/2011
  • Artık Yeter! (Haluk Işık) - 7/15/2011
  • Doğum Günü(m) Kutlu Olsun (Üstün Akmen) - 7/15/2011
  • Şike Operasyonu Aziz Yıldırım Operasyonu Değildir, Olmamalıdır (Üstün Akmen) - 7/13/2011
  • Hülya Karakaş'a Dair... (Üstün Akmen) - 7/13/2011
  • Ordu'da Seçim Sonrası Gündem Tiyatro Üzerinde Odaklanmıştı (Üstün Akmen) - 6/30/2011
  • Aydın'dan Geçen Aydınlık (Serkan Fırtına) - 6/30/2011
  • BÜO'da Kadınlar Meclisi (Yoksa -Kadınların Barışı- mı?) (Melih Anık) - 6/28/2011
  • Adem, Shakespeare ve Biz (M. Erkul Eğilmez) - 6/28/2011
  • Tiyatroda -Entelektüelleri Rehabilite Etmek- (Melih Anık) - 6/22/2011
  • Kemal Başar'dan Tuncer Cücenoğlu'na 40. Yıl Armağanı: Çığ (Üstün Akmen) - 6/21/2011
  • Kız Hande, Bu Öfke Bu Kin Niye (Üstün Akmen) - 6/21/2011
  • Anlaşıldı, Bu Limana Başka Balık Vurmuyor (Üstün Akmen) - 6/21/2011
  • Onlara Öcü Ama Sana Cici (M. Erkul Eğilmez) - 6/20/2011
  • Kabare Ortamında Oynanması Gereken Bir Oyun: Ayışığı Tarifesi - Tiyatroadam'ın Yeni Oyunu: Generaller, Savaş ve Barbekü (Üstün Akmen) - 6/14/2011
  • Vermeyince Başbakan, Ne Etsin Suat Arıkan: Senfonik Minyatür (Üstün Akmen) - 6/14/2011
  • Uluslararası 27. Denizli Amatör Tiyatro Festivali'nin Ardından (Hakan Yozcu) - 6/14/2011
  • KOÜ GSF ya Beraber Gitmelidir ya da Beraber Kalmalıdır!!! (İhsan Ata) - 6/14/2011
  • Ölüm İstiyordu MEDEA (Pınar Çekirge - Mehmet Serhat Akın) - 6/14/2011
  • Ünver Çağdaş Hiçyılmaz'a Veda Konuşması (Melih Anık) - 6/13/2011
  • Bir İnsanlık Tragedyası… Kadın Sığınağı (İhsan Ata) - 6/13/2011
  • %100lere Rağmen Sıfırnoktaiki (Şahin Adıgüzel) - 6/13/2011
  • Bedensiz Kadın ya da Vicdan ya da İlahi Adalet! (Savaş Aykılıç) - 6/13/2011
  • Küçük Harfler Büyük Düşler (Savaş Aykılıç) - 6/13/2011
  • Adı Afife (Yurdagül Yurtseven) - 6/13/2011
  • Baba ve iki oğlunun kara komedisi: Annem Yokken Çok Güleriz (Üstün Akmen) - 6/10/2011
  • Hepimizin İçindeki -Vahşet Tanrısı- (Savaş Aykılıç) - 6/10/2011
  • Oyunlar Kaça Ayrılır? (Melih Anık) - 6/10/2011
  • 20. Yılında Tiyatro Stüdyosu’ndan Dört Dörtlük bir Çehov yorumu; Vanya Dayı (İhsan Ata) - 6/10/2011
  • Farklı Yaşantı ile Kadınlar (Metin Boran) - 6/8/2011
  • Sözüm Sahneden Dışarı Meclisten İçeri (Nejdet Erdem) - 6/8/2011
  • Tiyatro Gaga, Tiyatromuza Fırtına Gibi Girdi, Hoşgeldi: Cam (Üstün Akmen) - 6/8/2011
  • Allahüekber! Gel Buraya -Ucube- (Metin Boran) - 6/8/2011


  • Tiyatro Kursu Başlıyor!
    12 Şubat'tan itibaren her PAZARTESİ Kadıköy'de!
    Çalışanlara yönelik hobi sınıfı!



    Duyuru Panosu!



    Son Eklenen Tiyatro Oyunları

         Güncel Yazılar

    Yazar olmak ister misiniz?
    Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...

    Mail Listemize Üye Olun

         Güncel Haberler
    Tiyatro Maydanoz, Nazım’ın Kadınları ile Sahnede
    Tekin Deniz: Dümbüllü kavuğunu kimseye devretmedi

    Tiyatro Dünyası'nı takip Edin
     
     |  ..