| Tiyatro Kursu  | Şirket Tiyatrosu
Tiyatro Dünyası
Tiyatro Dünyası Bu Sahnede...
 
Ana Sayfa  |  Hakkımızda  |  Yazılar  |  Haberler  |  Yazarlar  |  Tiyatro Oyunları  |  Tiyatro Grupları  |  Sanatçılar  |  Kaynak  |  Duyuru Panosu  |
-Aşkın Sıradanlığı- ve Kiraya Vermek İçin Dükkan Almak İsteyen Kibar Hanımlar
Murat Örem



Tarihin sevdiği isimler de vardır ama bir çırpıda hatırlayamadıkları daha çoktur. Hannah Arendt ismini de sınırlı kişiler dışında büyük çoğunluk bilmez, merak da etmemiştir… Hannah Arendt yetmiş yaşına bir basamak kalana kadar üretmiş , yeni ve iddialı fikirler öne sürmüş, kendisini siyaset bilimci olarak tanıtmayı yeğlemiştir. Oysa Arendt çok kullanılan ve genel kabul gören bir ifadeyle “kadından filozof olmaz” tezinin de yalanlayıcısıdır.

Hannah Arendt’in eserleri dışındaki alameti farikalarından biri ünlü Alman felsefeci Martin Heidegger’le kesiştirdiği gönül hayatıysa, isminin bir başka ironik yönü de ömrü boyunca içtiği sigaraların sayısının imkansızlığı üzerine anlatılan şehir efsaneleridir.

E hiç kolay değildir tabi, arkadan gelen Camus gibi Sartre gibi varoluşçu akımın babalarına dahi esin kaynağı olan bir ismin hem sevgilisi hem öğrencisi hem de öğreteni olmak . Hannah Arendt’in sevgilisi ve öğretmeni olan Heideger ki; en çok “Dil varlığın evidir” vecizesiyle ve insanlığın utanç tarihinde altın vuruş ! yapmış Nazilerin partisine üye olmakla hatırlanmıştır. Fakat buna rağmen felsefede söyledikleri öyle sağlam tezlere sahiptir ki bugün bile Heidegger bir markadır . Bugünün yeni Türkiye’sinin eski yeni aktörleri de ezelden beri sever sayar olmuşlardır Heideger’i…

Arendt ve Heideger aşkını dramatik yapan unsurların başında Hannah Arendt’in bir yahudi asıllı olmasıyla Heideger’in de Nazi geçmişi arasındaki derin çelişkidir. Daha da şaşırtıcısı şudur ki Arendt çok uzun yıllar boyunca hem İsrail Devletinin resmi politikaları tarafından da yok sayılmış hem de Nazi Kampı esirlikleri yaşamıştır geçmişinde…

Tiyatro odaklı emek verilmiş bu sitede yayınlansın diye kurguladığımız bir yazıda Heiddeger gibi Arendt gibi isimlerin sayfalara zor sığan tezlerini , hayatını, ilişkilerini ve çelişkilerini özetlemeye kalkmak, mutlaka eksik bulacak külyutmaz okurlar karşısında savunmasız kalmaktır ama can çıkar huy çıkmaz işte… Dolayısıyla değerli kari ve yorumcu elini korkak alıştırma; gönlünden geldiği gibi çakabilirsin yazının buraya kadar olan Heiddeger ve Arendt özetine veya sonrasına…

İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda bu sezon da devam eden Aşkın Sıradanlığı isimli oyunu geçtiğimiz ay Ankara’ya da geldiği için izlemiştik. Oyunun adı olan Aşkın Sıradanlığı ismi bile aslında Hannah Arendt’in kurduğu “ Kötülüğün Sıradanlığı” cümlesine ve saptamasına atıftır. Burada bir parantez açıp “şu Devlet Tiyatroları’ndan Allah razı olsun ama oyun tanıtımlarını biraz daha özen gösteren cümlelerle tafsilatlı biçimde yapsalar” desek mutlaka cümlenin farklı yerlerine mim koyan okurlar olacaktır. O zaman dememiş gibi yaparak demiş olalım bunu da.

Çünkü üç tarafı denizlerle çevriliyken ve biz denizleri de pek hakkıyla değerlendiremezken , dört tarafının da sıfır sorunla çevrili olmasını umduğumuz güzel ülkemizdeki son eğilimlerden biri de, eleştirme fikrini beyan etme sürecinin yeni alınganlar ordusu yaratma tehlikesi.

Bir yazınızda “Devlet Tiyatroları kesinlikle yaşamalı ama bazı oyunlarda, müzikallerde çok daha seçici olmalı harcanan emekleri paraları düşünmeli, gençlik ve genç isimler tek başına yetmez” minvalinde cümleler kuruyorsanız hiç aklınıza bile gelmeyecek cevap hazır ; “ Murat Bey size hiç katılmıyorum. Keşke çoğu yersiz, gereksiz, yapıcı değil yerici olan bu eleştrilerinizi bu şekilde dile getirmek yerine umut verici, destekleyici, yönlendirici bir tutum sergileyip zaten binbir zorluk yaşayan tiyatronun önüne bir ket de siz vurmasanız. “

Yazınızın bir başka yerine genç insanların şevki kırılmasın diye olumlu cümleler koyuyorsunuz iyi niyetle, bu kez şöyle bir ses geliyor başka yerden ; “Size de naçizane bir eleştirim olacak:-kötü oyuncu değil ancak...,kötü yapıyor demek haksızlık olur- türü cümleleri aynı yazıda fazlaca kullanmayın.Yazıyı okuyası gelmiyor insanın….” denilerek…

Yazı okunsun diye yazılır. Bir mektubun bile en az bir muhatabı olacağı varsayılır yazanı tarafından. Biz de bu yazıları okunsun diye yazıyoruz ama hadi biraz abartarak söyleyelim bazen bir dayak yemediğimiz kalıyor. Yine de böyle geniş okuyucu yelpazesi olan mecralarda yer bulan yazılarınızın ne kadar çok insan tarafından okunduğunu, ses getirdiğini bilmek de gururunuzu okşayan bir şey itiraf edelim.

Hele hele bu sezon yazdığı son beş yazının üçünün haftalardır en çok okunan ilk beş yazı içinde olduğunun hazzını yaşayan biri olmak daha da kıvandırıcı…

Can Törtop bey duyuyor musunuz ?

Fakat değerli kari , okurken bile gözü yoran uzunluktaki bu yazılar öyle kolay çıkmıyor. İçinizden bazıları lütfedip yazıların sonuna yaptıkları yorumlarda bunu da gözardı etmesin. Yorumlarını yapsınlar hatta ağır ağır eleştirsinler ama kestirmeden cümleler kurup bir de büyük harflere yaslanarak final cümleleri kurmasınlar. Bilsinler ki yazı dilinde büyük harf karşınızdakine en hafif deyimiyle bağırmaktır. Bir de noktalama işaretlerinden sonra mutlaka bir boşluk bırakmayı unutmasınlar.

Tabi, bir ülkede yazım kuralları bile üç günde beş kere değişirse kimse noktalama işaretlerini falan öğrenmeye sebat etmez. Oysa noktalama işaretleri, paragraflar bir yazının kostümüdür. Her güne farklı giysi kombinasyonları ve kostümleri olan Ankaralı dostlar var tanıdığım , şıkır şıkır tiril tiril giyinen. Fakat her ne hikmetse iş yazıya geldi mi benim onlarca kareli gömleklerim misali birbirinin benzeri cümleleri noktasız virgülsüz sıralayıveriyorlar buradaki bazı yorumlar misali.

Hadi ben halden anlarım da, hayat anlamaz. Yarın bir dilekçe vermek icap eder bir devlet dairesine misal doğalgaz hattınızın tamiri için, orada da böyle noktasız virgülsüz, imla hatalı cümleler kurmaya kalktığınızda Kafka hikayelerinden fırlayıp çıkmış bir memure hanım sizi geçmez paraya çeviriverir bir kaşı havada ; “Efenim dilekçenizde arz ederim kısmı eksik. Yeniden ve saygılı ve tane tane yazın. Bu nasıl vatandaşlık bilinci ?” diyerek.

Bağırmadan, büyük harfsiz konuşabiliriz ey okur yorumcu. Ben burada fikrimi söylerim, eleştirimi yaparım, bazen dereden tepeden yazarım ama mutlaka cümleyi bir yere bağlarım siz de yorumunuzu eklersiniz yazının altına ya da oturur daha derli toplu bir yazı ortaya koyarsınız.

Eleştirmek daha sakince yapılınca etkili olur…


Aşkın Sıradanlığı oyunuyla ilgili teknik, detaylı ve emek verilmiş bir yazı hem de yılların usta ismi Üstün Akmen imzasıyla daha yeni denebilecek bir süre önce bu sitede yayınlanmışken çok dikkat etmek gerektiğinin farkındayım. Fakat üç beş paragraftır meramımı dereden tepeden (eyvah buna da çakan biri olabilir şimdi..) anlatmaya çalıştığım gibi mutlaka birilerinin alınmasından , bağırarak yazmasından korkuyorum.

Bir kere şu konuda anlaşalım ; Bence Nurinnisa Yıldırım Ankara’da izlediğim akşam için söyleyebilirim ki asla ve kat’a oyuna yazık etmiyor. Aksine büyük bir değer katıyor. Karakteristik ve muhtemelen sigara zengini/yorgunu ses tonuyla , sahnedeki duruşuyla, oturuşuyla , cümleler arasındaki doğal kesiklikleri hayata uyumlamasıyla iyi bir oyunculuk örneği veriyor. Kalan üç isim olan Saydam Yeniay, Deniz Elmas ve Efe Tuncer de oyunculuk çıtasını ortalamanın altına düşürmüyorlar ve Üstün Akmen’in de dediği gibi Deniz Elmas rolünün her anını dolduruyor bihakkın. “Ben de varım” diyor…

Yazının burasına kadar gelen değerli okurlar , aranızda isteyenler çay ve ihtiyaç molası verirken ben de üzerimde kalmasın diyerek başlıktaki cümleye döneyim. Değerli okur, yazının böyle bir güzellliği var. Yazıyorsun veya okuyorsun , bir vesileyle ara vermek istediğinde harfler kelimeler seni olduğu yerde bekliyor. Araya cıngıllar teaserler falan girmiyor . Dolayısıyla ben yazayım sen gönlün olunca yine buradan devam edersin, edebilirsin sayın ve kıymetli okurum…

Malum aşk bir vakıa. Herkes , aşkı da meşrebi ve ufku, ahlakı ve vicdanı, kendine saygısı ve dünyayı görebildiği algısı kadar, elindeki hayat tasının alabildiği kadar yaşıyor. Bütün ömrü boyunca “garantici” sevgilere yelken açanlar için, gündüz vakitlerinde elele salınma hayalleri kuranlar için, prensini prensesini zılli hayalde bekleyenler için aşkın da karşılığı bir nevi güvenli liman , emeklilik günlerindeki insan sigortası ve katolik nikahı oluyor her ne hikmetse.

Oysa aşkın böyle bir yanı hem var hem yok. Aşk da tıpkı hayat gibi bazen tehlikeli sularda yüzmek , bıçak sırtı yollarda yürümek ve “yanalım pisipisine yanalım ” diyebilmenin insana dair insiyaki ve en güzel en yürekli felsefesi… Paylaşmanın, acımanın, acıtmanın, gülmenin, coşkudan kendini kaybetmenin ve tabi ki kahrolmanın da şahikası, aşk… O yüzden Mevlana , “ Aşk, bir uçurumdan düşmek gibi bir şey, işte bu yüzden sevgili'ye "yar" denir...” demiş oluyor…

O zaman başa dönelim ve soralım;

Hannah Arendt Martin Heideger aşkı sıradan bir aşk mıdır ey okur ?
Sıradan olan şey aşk olur mu ?

Nazım Hikmet değil midir ;

“Tahir olmak da ayıp değil / Zühre olmak da / hatttâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil / bütün iş Tahir’le zühre olabilmekte/ yani yürekte…”
diyen ve ekleyen

“ yani sen elmayı seviyorsun diye/ elmanın da seni sevmesi şart mı?/ Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık / yahut hiç sevmeseydi / Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Hannah Arendt ve Martin Heideger de aralarında binbir sıkıntılı eşik, evlilikler sevgililer varken kendilerince bir güzel aşk yaşamışlar. Sonrasında şu olmuş bu olmuş. Olur. Hayat bu. Hanginizin elinde senet var sonsuza dek sevip sevileceğinize dair.

Ne demiş Araplar; Küllü Halin Yezul…Yani , Her Hal Geçicidir…

Aşk da geçici bir haldir diye aşık olmayalım mı yani ?

O zaman bir gün öleceğiz diye çalışmayalım , çocuk sahibi olmayalım .

Bir köy meydanındaki bin yıllık taş gibi güneşin ve karın altında bekleyelim …

Mi ?

Bu nasıl bir mantıktır ?

Aşklarının bir gün biteceği korkusuyla bütün hissi senetlerini hisse senetlerine tahvil etmeye çalışanlar, ellerindeki parayı bir dükkana eve bağlamayı akıl ederken , ellerindeki insanları bozuk para gibi harcamakta (!) beis görmeyenler ne anlar ki Hannah Erandt Martin Heideger aşkından ?
( Gördüğün gibi ey okur lafı dolandırdım dolandırdım ve bir şekilde başlağa getirdim işte…:)))

Yaşlandığınızda , hayat üstünüze üstünüze geldiğinde veya daha tam da bugün , içinde kiracısı olan dükkanlar evler bir gece vakti mesela sıcacık bir ballı çay getirebilir mi önünüze ? Bir şiir fısıldayabilir mi ? İyi geceler canımın içi diyebilir mi ?

Şimdi tam burada bazı aklı evveller ; “Sen ne diyorsun , bu dünyada malın olsun, paran olsun, tutarsın bir bakıcı ballı çayını da kırmızı şarabını da önüne getirir. Hem de insan yüküyle uğraşmamış olursun” diyordur eminim…
Tanıdık artık birbirimizi iyi kötü, ey okur …

İşte Heideger de Hannah Erandt da tüm faniler gibi küçük büyük zigzaklar çizse de bütün ömürleri boyunca tam da şunu söylemeye çalıştılar bu cümleleri aklından geçirenlere inat ;

“İnsan insana ve hayat insana her zaman iyi gelir…”

Bu yüzden benden size naçizane tavsiye ey okur ;

( Yahu, böyle naçizane tavsiye cümlesini yazmak bile bayağı hoş bir duyguymuş. Arada yapmak iyi geliyormuş ruha…)

Aşkın Sıradanlığı oyununa gitmeye çalışınız…

Nurinnisa Yıldırım’ın oyunculuğunu hiç de hafife almayınız.

Bir gün bütün faniler gibi öleceğinizi arada sırada hatırlayınız ama asla “bunu unutmamalıyım “ demeyiniz..

Aşık olacağınız kadınları/adamları seçerken ön eleme turları düzenleyiniz.
Evli adamlara kadınlara zinhar aşık olmayınız.

Hatta hiç aşık olmamaya bakınız…

Böyle bir yanılgı içine girerseniz hemen o duygudan çıkınız…

Özellikle kareli gömlek saplantısı olan adamlara ve ellerinin güzel olduğunu sanan hanımlara aşık olmamaya çalışınız.

Birlikte bir yemeğe gitmek gibi güzellikler yaşamaya kalkarsanız, asgari ücretle çalışan ve tipboxlara mahkum olan kibar tarifeli garsonlar ordusunun arasından benim gibi suçluluk duyarak geçmek yerine oynadığınız oyunun hakkını veriniz.

Bir bardak otuz üçlük biranın yirmi otuz liradan satıldığı mekanlarda önünüze getirilen tenis masası büyüklüğündeki tabladaki mezeleri görürken ülkenizde kaç milyon çocuğun yatağa aç gittiğini falan düşünerek “meze istemiyorum” derseniz servet düşmanı vasat insan veya parasız ve haddini bilmez aşık sanılabilirsiniz….

Ödemenizi kredi kartıyla yapacaksanız , kredi kartınızı bir naylon poşet içinden çıkarmak yerine daha önceden hazırlayınız.

Devrin insan biriktirme devri değil ,dükkan ve ev alıp kiraya verme devri olduğunu unutmayınız.

Bütün bunlara rağmen ha üç gün ha beş gün bir masal yaşarsanız rahmetli büyükannemin sünnet olduğum günlerde acımı unutayım diye on yüz milyon kez anlattığı masaldaki gibi “tantan kabacığım / sen bunu yaptıktan sonra / seni unutmak kolay canımcığım ” demeyi biliniz…

Bir de soğuk kış günlerinde dondurma yemek yerine sahlep içiniz…

Ve ilkbahar aşklarının sonbahar aşklarına göre daha güneşli günler görme ihtimalini iyi hesaplayınız….

“Ben hesap adamı değilim gönül adamıyım/insanıyım” diyorsanız da “her şeye müstehak olduğunuzu iyi biliniz…”

Burada kesmek zorundayım, özür dilerim, benim dersim var…

Kısa kesmek zorundayım…

“Yahu yazılarından biliyoruz kırk beş yaşında kazık kadar adamsın. Çocuklarının biri üniversite diğeri lise öğrencisi sen daha ne dersine gidiyorsun diyenler” ne kadar naifsiniz…

Bu hayatın , bu insanların dersleri biter mi ?

Kimileri yazar yorulur, yaşar yorulur, eşekten düşer yorulur kimileri de ders vermekten , “ben oynamıyorum saçımı çektin” demekten yorulmaz…

Sonra tutar, bir de hiçbir şey olmamış gibi “ben sende kalmam ama sen bende kalacaksın” der…

Bunun adına da hayat derler…

Pardon, kırmızı kaleminiz var mı ?

Kocaman bir çarpı çizecektim de hak edenlerin üzerine….

Murat Örem / 29 Kasım 2012 / Ankara

Yazarın Tüm Yazıları


Paylaş      
Yorumlar

Bu Oyun Hakkındaki Görüşlerinizi Paylaşın !

İsim
Mail  (Yayınlanmayacak)
Yorum
Güvenlik Kodu= 955
Lütfen bu kodu yandaki kutuya yazınız
 

    Son Eklenen Yazılar     En Çok Okunan Güncel Yazılar
27 MART… UMUDUNU ARAYAN BİR GÜN (Ahmet Yapar)
YOKLAMA LİSTESİ (Skeç)
    Tüm Tiyatro Yazıları

    Bu Tarihte Yayınlanan Diğer Yazılar
    Bu yazının yayınlandığı tarihte gündemdeki diğer yazılar aşağıda listelenmiştir...

  • Sumru Yavrucuk Resitali: Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi (Üstün Akmen) - 1/2/2013
  • Samsun Düşevi Oyuncuları 15. Yılını Tamamladı: Sarı Köpek (Üstün Akmen) - 12/26/2012
  • Bir Ailenin Hesaplaşma Dolu Vedası: Babamın Cesetleri (Simge İçen) - 12/22/2012
  • Akdeniz'de Astral Seyahat: Ruhlar Gelirse (Merve Ateş) - 12/22/2012
  • Aristophanes Hakkında Uluslar Arası Sahne Projesi (İlkay Sevgi) - 12/21/2012
  • İki Sığıntının Hikâyesi… (İhsan Ata) - 12/21/2012
  • Birlikte Yaşatılmamanın Sonu: Ah Smyrna'm, Güzel İzmir'im (Üstün Akmen) - 12/20/2012
  • Aşk: Suç, Cezası: Sonsuz Ayrılık (Mı Olmalı?) (Deniz Zengin) - 12/20/2012
  • Güzelim, güzelsin, güzel! (Çirkin Oyunu Eleştirisi) (Rengin Uz) - 12/19/2012
  • Kırbacını Kendine Doğrultan Bir Kadın: Matmazel Julie (Cansu Karagül) - 12/17/2012
  • -Aşkın Sıradanlığı- ve Kiraya Vermek İçin Dükkan Almak İsteyen Kibar Hanımlar (Murat Örem) - 12/13/2012
  • Mücap Ofluoğlu Taziye Sayfası - Başsağlığı Mesajınızı Yazın (Taziye Sayfası) - 12/11/2012
  • Kitap İncelemesi: Sanat ve Propaganda (Toby Clark) (Serkan Fırtına) - 12/10/2012
  • Kurnazlar, fevriler, akıl yoksunu ve zalimler (Nevzat Süs) - 12/10/2012
  • Kapana Sıkışan Hayatlar (Daf / Kapan) (İhsan Ata) - 12/10/2012
  • Kalplere Fısıldayan Adam: Robert Redford (Rengin Uz) - 12/10/2012
  • Kaygısızların Plaj Sefası! (Newton Bilgisayardan Ne Anlar?) (Rengin Uz) - 12/3/2012
  • Sanat Sanat İçin Midir? (Cüneyt İngiz) - 12/3/2012
  • Müsahipzade, Sivas Devlet Tiyatrosu'nda: İstanbul Efendisi (Üstün Akmen) - 11/28/2012
  • Bir hayat bir oyun (Aşk Hastası) (Metin Boran) - 11/27/2012
  • Tanışma Yazısı (Arif Arı) - 11/27/2012
  • Bu Oyun, Zırvanın Zirvesi Bir Oyun Mu, Yoksa...: İki Kişilik Bir Oyun (Üstün Akmen) - 11/26/2012
  • Uy, ya da Öl (Yurdagül Yurtseven) - 11/26/2012
  • Bugünün Hedda Gabler'i… (İhsan Ata) - 11/26/2012
  • Birileri Bizi Yiyor (BBY) (Nevzat Süs) - 11/22/2012
  • Craft Tiyatro'dan Uğrak Yeri (Rengin Uz) - 11/22/2012
  • Tiyatro Zehirlenmelerinde Kullanılmak İçin Evde Yapılacak Ballı İksir Formülleri (Murat Örem) - 11/22/2012
  • Kerem Güney İçin Güneşli Bir Sonbahar / Kış Yazısı (Murat Örem) - 11/20/2012
  • Kocaeli Şehir Tiyatrosu'nun 16.Sezonunda Kral Lear (İhsan Ata) - 11/20/2012
  • Ibsen'den Bir Anti-Kahraman Öyküsü: Hedda Gabler (Üstün Akmen) - 11/15/2012
  • Huzur Sokağı'nın Emine Erdoğanlı Galasından İzlenimler (Nedim Saban) (Nedim Saban) - 11/15/2012
  • Nedim Saban, Huzur Sokağı Oyununu Değerlendirdi (Nedim Saban) - 11/15/2012
  • Tiyatronun Sorunu, Sadece Tiyatrocunun Sorunu Mu (Özer Arslanpay) - 11/12/2012
  • Antigone; Tiyatroda Bir Doruk, Dorukta Bir Tiyatro! (Savaş Aykılıç) - 11/9/2012
  • Tiyatromuza yeni bir yıldız mı doğuyor ne: Aşkın Sıradanlığı (Üstün Akmen) - 11/7/2012
  • Nora'nın Öyküsü İzmir Devlet Tiyatrosu'nda: Bir Bebek Evi (Üstün Akmen) - 10/31/2012
  • Özelleştirmeyi ve grevi anlatan oyun Dar Ayakkabı İle Yaşamak (Hayati Asılyazıcı) - 10/29/2012
  • İzmir Devlet Tiyatrosu'nda İzleyemediğim Oyun: Bağdat Hatun (Üstün Akmen) - 10/25/2012
  • Ödipus Şehre İndi! (İhsan Ata) - 10/23/2012
  • Yıldırım Önal'la Oğuz Atay Yakın Akrabaysa Bay Feuerbach Kimlerden? (Murat Örem) - 10/18/2012
  • Metin Boran'ın Hilmi Zafer Şahin Röportajı (Metin Boran) - 10/16/2012


  • Tiyatro Kursu Başlıyor!
    12 Şubat'tan itibaren her PAZARTESİ Kadıköy'de!
    Çalışanlara yönelik hobi sınıfı!



    Duyuru Panosu!



    Son Eklenen Tiyatro Oyunları

         Güncel Yazılar

    Yazar olmak ister misiniz?
    Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...

    Mail Listemize Üye Olun

         Güncel Haberler
    Tiyatro Maydanoz, Nazım’ın Kadınları ile Sahnede
    Tekin Deniz: Dümbüllü kavuğunu kimseye devretmedi

    Tiyatro Dünyası'nı takip Edin
     
     |  ..