| Tiyatro Kursu  | Şirket Tiyatrosu
Tiyatro Dünyası
Tiyatro Dünyası Bu Sahnede...
 
Ana Sayfa  |  Hakkımızda  |  Yazılar  |  Haberler  |  Yazarlar  |  Tiyatro Oyunları  |  Tiyatro Grupları  |  Sanatçılar  |  Kaynak  |  Duyuru Panosu  |
Yaban Ördeği ve İbsen Üzerine Kısa Bir İnceleme
Öznur Çetin



‘YABAN ÖRDEĞİ’ VE ‘İBSEN’ ÜZERİNE KISA BİR İNCELEME
(H. IBSEN /REJİSÖR: SONER ÇİMEN / ANTALYA DEVLET TİYATROSU)


‘Yaban Ördeği’ oyunu üzerine yazdığım yazının eksik olduğunu ve oyunun daha kapsamlı incelenmesi gereken bir ‘klasik’ olduğunu düşündüm; oyunu tekrar izledim ve sevgili Soner Çimen’in desteğiyle oluşturulan bu çalışmayı sizlerle paylaşmak istedim..

Tarihsel Koşullar:

İbsen’in 1828 yılında Norveç’te büyük bir varlıkla başlayan yaşamında, babasının hesapsızlığının kurbanı olan işletmenin iflasıyla aile yoksullaşmış ve İbsen daha derinden, daha gerçekçi yaşamaya başlamış; yapıtları da romantik öğelerden soyutlanarak gerçekçi boyuta ulaşmıştır.
Oyunlarının içeriğini kuşkusuz dönemin toplumsal gelişmeleri belirliyordu. Bu açıdan 1848 Fransız devrimlerinin nedenlerinden yola çıkarsak; değişen ekonomik yapıya uymayan toplumsal ve siyasal durumun, bu aradaki dengeyi ve uyumu sağlayabilmek amacıyla harekete geçirdiği bir olaylar zincirinden bahsedebiliriz. Bu döneme kadar romantizm etkisinde bulunan yazın dünyası toplumsal koşullar sebebiyle değişmeye başlar. Çünkü dili sınırlayan neo-klasizme başkaldıran romantizm, aşırı bireyci tutuma çözüm getiremez. Romantizm köyden kente geçişi, bireyin bunalımlarını ve para hırsının gereksizliğini dile getiriyordu fakat bu yetmiyordu. Çünkü kentleşme ve makineleşmenin getirdiği baskı romantizmin en olumlu tutumunda bile gerçekleşemeyecek bir düşten öteye geçmiyordu. İşte ‘gerçekçilik’ de bu dönemlerden sonra ortaya çıkmaya başlar. Konularını doğrudan doğruya yaşamın kendisinden alan ve yaşamı olduğu gibi yansıtmaya çalışan, aktarımı yüksek sınıflar ve temalarla ilgili değil toplumsal sınıf ve temalar arasından seçen, sahnenin teknik donanımının da gerçek özellikler taşımasına özen gösteren bir akımdır gerçekçilik.



Genel hatlarıyla diyebiliriz ki Ibsen, Endüstri Devrimi’nden sonraki yarım yüzyıl içinde yerini sağlamlaştıran ‘liberalizm’in, insanlara umudun yollarını nasıl açtığını gözlemlemekle kalmadı; aynı zamanda liberalizmin insanları sürüklediği ‘ahlaksal çöküş’ün de izleyicisi oldu. Aynı zamanda İbsen’in tarihsel durumu, hiçbir modern sanatçının yapamayacağı bir biçimde, ‘çağdaş toplumda birbiriyle uzlaşmaz karşıt iki sınıfın’ ikisine de bir şeyler sunmasına izin vermişti.

İbsen Metinlerinin Yapısını Neler Kapsıyor?

İbsen düz yazı tiyatrosunun gelişmesinde, zenginleşmesinde büyük rol oynamıştır.İnsan psikolojisini derinliğine irdelemesi, modern düşüncelerinin oyun kahramanlarınca savunulması, her zaman eşitlikçi ve özgürlükçü düşüncelere yer vermesi, İbsen’i önemli hale getirir. Eserlerinde ahlak endişesi, vicdan kaygısı gibi günlük yaşayışa ait bütün sorunları işlemiştir. En önemli savunusu ve hemen her eserinde görülen ana tema ise ‘insan düşüncesinin isyanıdır.’

Diğer yandan da, oyunları insanların birbirlerine karşı duyarlılıklarını yitirdiklerinde doğan yıkımı anımsatır. Modernizm koşulları altında yalıtılmışlığın, yalnızlığın ve anlam yitiminin usta işi anlatım arayışlarıdır; ama bir yandan da anlamlı bir özgürlük ve insanların birbirini anladığı bir dünya özlemini de dile getirirler. Ibsen’in dil anlayışı bu nedenle daha çok S.Freud ve Wittgenstein’a yakındır.



Ibsen Tiyatrosu bol sözcüklü, anlatımlı geleneğe, geleneksel entrikalara ve modası geçmiş problemlere bağlı bir burjuvadır; beden tiyatrosu değil, metin tiyatrosudur.
Bu yapı aynı zamanda Avrupa sanatının iki temel birikimi üzerine kuruludur; iyi kurulu oyun ve doğrusal perspektif.
Onun oyunları bu iki temsil biçiminin birlikte örüldüğü bir temsil alanı olarak tarif edilebilir. İyi kurulu oyun tarihsel olarak Fransız Devrimi ile ve onun ürünü olan melodram ile bağlantılıdır ve öyleyse yapısında klasik dram da içkin olarak bulunur. İyi kurulu oyun tekniği Ibsen’in- ve Ibsenci tiyatronun- modernliğine rağmen klasik dramla atmadığı
köprü olarak değerlendirilmelidir. Scribe, Pixerécourt ya da Nodier’den sonra ve bütün olumlamaları ile melodramın mirası olarak görülen bu formu; efektlerin dikkatli inşası ve hazırlığına dayanan bu tekniği Ibsen’in kendi yapıtlarında devam ettirdiğini ve günümüze de modern oyun kurma modeli olarak yansıdığını söyleyebiliriz.
Başka bir yapı olarak da, yukarıda belirtildiği gibi, resim sanatının belirleyici tekniklerinden biri olarak kabul edilen perspektifle, Ibsen tiyatrosunun ilişkisi üzerinde durmak gerekiyor.
Ibsen tiyatrosunda ve onun kurduğu yapıyı izleyen Batı tiyatrosunda olayların dizilimi geçmişe doğru açılarak geliştirilir. Bu da oyunun, bir resim gibi okunduğunda olayları en önde, daha geride ve en geride gibi yerleştirmelerle zihnimizde canlandırabileceğimiz bir resim gibi kurulmasını sağlamaktadır. En önde- resimde bize en yakın yüzeyde- oyunun şimdisi vardır, serimlerle birlikte oyun geriye doğru başka yüzeyler kurar ve tıpkı doğrusal perspektifli resimlerde olduğu gibi geriye doğru dizilim ufuk çizgisinde bir noktada kesişir ve
“kaçış noktası” olarak tarif edilen noktaya yöneltir okurun/izleyicinin bakışını. Kaçış noktası resimdeki görsel perspektifin vazgeçilmezidir. Bu noktada varlık ile yokluk birleşir ve ayrılır. Hem bir başlangıç noktası hem de bitimdir; hem resimde ilk görülecek nokta hem de ulaşılacak son nokta, öyleyse aynı anda hem resmin girişi hem de çıkışıdır. Oyun yazımı sürecinde bize anlatılan bugüne en uzak andır, hikaye bu noktadan itibaren açılmaya,
gelişmeye başlamıştır ama bu an aynı zamanda öykünün geçmişe açılmasının sonuna işaret eder; daha ilerisine geçilemeyen bir son noktadır burası. İzleyici açısından bu an nihayet oyunun gizli anlamının aşikar edildiği, oyunun anlamına vakıf olunan andır. Yani oyunun kaçış noktası, oyunun şimdisine vakıf olunmasını, o şimdiyi mazur ve mantıklı bulunmasını sağlayan, bir tür ilk nedendir. Ibsen tiyatrosunun uzamı da daha önce sözü edilen derinliğe, görsel perspektife katkıda bulunur.

Ibsen, düzgün ve yoğun bir dolantılar zinciri içinde, yüksek sesli duygusal ve düşünsel tonlamalar eşliğinde hızla ‘yıkım’ noktasına doğru ilerleyen üç boyutlu karakterler yaratmıştır. Kahramanları, tarihi ve coğrafyası içinde zaman ve uzamla sınırlanmış bir toplumun ürünleri olarak somut gerçeklikle örtüşmektedir. Böylece tanımlanmış varoluş koşullarında, onları sıradan insanlardan daha yükseklere çıkartacak düşlere kapılmış kişilerdir
bunlar. Ancak, düş kırıklığına uğramaya yazgılıdır bu insanlar; çünkü, içinde varoldukları toplumun içerdiği çelişkileri anlamaları ve bu çelişkileri uzlaştırabilecek çözümlere ulaşmaları için gerekli olan ‘yücelik’ten yoksundurlar. Tam da bu nedenle, ‘yıkım’a doğru giden yönde yaptıkları yolculuk, onları ‘büyük’ kılmaz.
Diğer bir deyişle onun kahramanları, tüm çektikleri acılar nedeniyle hala komik kahramanlardır. Ve onların çileleri artık ‘acıma ve korkunun ruhu arındıran kasılmalarından değil, toplumun kurucusu olan topluluğa, seyirciye yöneltilen sitemler,suçlamalar ve eleştirilerden’ kaynaklanır. Böyle kahramanların çektikleri acılar devasız değildir, çünkü ‘yanlış entelektüel duruşlardan kaynaklanır’ ve ‘entellektüelliğin tedavisi daha iyi düşünmektir.’

Antalya Devlet Tiyatrosu’nda ‘Yaban Ördeği’

Dört perdeden oluşan Yaban Ördeği (1885) oyunu, iki perde olarak ve metin üzerinde kilit noktalara dokunulmadan ve metnin orjinali bozulmadan karşımıza çıkıyor.
Oyunda gerçekliğin yansıtılmasının yanında, doğruyu söyleme yürekliliğini gösteren, göstermeyen ya da doğruyu söylemekten kaçınanların içine düştüğü değişik durumlar ele alınır. Tıpkı ‘doğruluk humması’na yakalanan Gregers Werle (Y.Murat Sarı) gibi. Werle arzularıyla yanıp tutuşur ve gerçekle ilgisi olmayan ideallerini hayata geçirir, hiçbir girişiminin dayanağı yoktur, ‘çabalarının’ sonunda Ekdal ailesi dağılma noktasına gelecek ve Gina(Esen Özman)’nın Hjalmar(Reha Özcan)’dan değil de Gregers’in babası Bay Werle(Oğuz Tunç)’den olduğunu bildiği kızı Hedwig(Aslı Arslan) ‘yaban ördeği’ni değil kendini vuracaktır.
Ekdal ailesi (Hjalmar,Gina,Hedwig) maddi sıkıntı yaşarlar ama mutludurlar. Hjalmar çocukluk arkadaşı Gregers ile verilen bir davette karşılaşır,yılların özlemi ve anlatılacak çok şey vardır. Hjalmar Gregers’in evindeki hizmetçi kız olan Gina ile evlenmiştir ve Hedwig adında bir kızları olmuştur. Ancak Gregers’in babası ile konuşmasıyla bazı gerçekler açığa çıkar. Hedwig Hjalmar’ın değil Bay Gregers’in kızıdır çünkü Gina, Hjalmar ile evlenmeden önce Bay Gregers ile birlikte olmuştur ve Hjalmar’a yalan söylemiştir. Fakat Gina hala çocuğun kimden olduğunu bilemediğini dile getirir. Bu gerçek Gregers’in doğruluğu sayesinde ortaya çıkmıştır ve Hjalmar’ın ‘inandığı yalan yıkılmıştır’. Hjalmar büyük bir sıkıntı içerisindedir.Buna rağmen ‘arınmış,temiz gerçekler üzerine bir hayat’ı savunan Gregers, ‘bağışlamanın yüceliğine erişmek istiyorsan Gina’yla kal’der Hjalmar’a. Bu karmaşanın içerisinde Bayan Sorbie(Gül Tunççekiç) Bay Werle ile evleneceğini duyurur ve her şeyi bildiğini ekler.Ona göre ‘bir kadın istediğine dürüstlüğüyle ulaşmalıdır’.
Werle ailesinin dostlarından Dr. Relling(Mustafa Doğan Ayhan), başlangıçta davranışlarında tutumlu,sağduyulu,kendinden emindir. Fakat daha sonraları Gregers’e benzemeye başlar ve birçok ortak yanlarının olduğu ortaya çıkar. Öyle ki Hjalmar’ı da yapabileceğine inandırdırdığı ‘büyük buluş’ üzerinde destekler.
Bir diğer oyuncumuz ise Hjalmar’ın babası yaşlı Ekdal(Cenap Aydınoğlu)’dır. Gerçeklerden son derece uzak, kendi kurduğu bir dünyada yaşar,gülünçtür. Askerlikten atıldıktan sonra bir daha asla giyemeyeeği üniformayı gizlice giyip ihtiraslarını tatmin eder. Tavan arasında yarattığı "ormanda" "arada bir, ayı olduklarını hayal ettiği tavşan avına" çıkar.
Tüm bu olanları Hedwig duymuştur.Hjalmar öz babası değildir ve Hjalmar’ın ona karşı davranışları değişmiştir,suratını dahi görmek istememektedir. Gregers de Hedwig’in Hjalmar’a kendini tekrar sevdirebilmesi ve babasının daha değerli olduğunu anlaması için Hedwig için her şeyden önemli olan ‘yaban ördeği’ni öldürmesini söyler.Gregers için ‘yaban ördeği’ bu aileye uğursuzluk getirmektedir. Ancak Hedwig, aldığı silahla ördeği değil,kendini vurur.
Ancak oyun bitmemiştir. Ve ne acıdır ki her şey eskisi gibidir,Hedwig’in ölümü hiçbirşeyi değiştirmemiştir. Yani her şey eskisi gibi sürüp gidecektir.

Oyunda mümkün olduğunca içe dönük bir yapılanma tercih edilmiş ve bunun sebebini, Ibsen’in naturalist yöntemi kullanmasına, zaman ve uzam arasında özgürleşme olanağı tanımamasına bağlayabiliriz.

Böylece karakterin geçmişini algılamak için ‘yapay’ olmasına karşın ‘doğal’mış etkisi yaratılıyordu. İlk izlemimde algılayamadığım ve doğallığını yadırgadığım bu durum; rejinin Gina’nın doğallığını istemesi de buradan kaynaklanıyor.

Bu ‘doğal’mış etkisi de, yukarıda belirttiğimiz gibi Scribe’nin ‘iyi kurulmuş oyun’ tekniklerini söz konusu ediyor. Nedir bu teknikler?
- Olay dizisinin seyircinin bildiği ama oyun kişilerinin bilmediği bir giz üzerine kurulu olması,
- Seyircinin ilgisinin oyunun başında çekilmesi,
- Doruk nokta,
- Özü hafifletip biçimi vurgulama.
Örnek olarak da sırların Gregers tarafından açığa çıkmasını verebiliriz.

Bu doğrultuda sırların beklenmedik bir kişi tarafından rastlantıyla açığa vurulmasının yanında, birbirini izleyen ‘dramatik ironi’ ve ‘önemseme öğesi’ gibi teknikler de natüralist tiyatronun araçları olmuştur. Natüralist yaklaşımın sınırlandırdığı sahne olanaklarına bulunan bir çözüm de, aksiyonu en başından değil de ‘kriz noktasına yakın bir yerden’ başlatmaktı.

Ibsen ‘trajik örüntü’ yü yıkımın eşiğine getiriyor ve yıkımdan öncekini dile getiriyor. Oyunda da aynen bu durumu yakalayabiliyoruz. Bu arada, sonucu değil; yıkımın eşiğine getiren nedenleri görüyoruz.

‘Trajik oluşum, Ibsen’e özgü ironik indirgemelerle engellenir.’
Oyunun başında Werle’nin Hjalmar’ı masada on üçüncü kişi olarak reddedip, oyunun sonunda Werle’nin oğlu Gregers’in, sofrada onüçüncü kişi olmaktan yakınması gibi.

Gregers (Murat Sarı);
Yeni, gerçek bir hayatı istiyor,sorguluyor ve bunun için kirli mirasını reddediyor. Bir işçi olarak çalışmak istiyor.
“Doğruluk hummasına” yakalandığından “iyilik yapmak” arzusuyla yanıp tutuşur, gerçek yaşamla ilgisi bulunmayan “ideallerini” hayata geçirir. Gelgelelim herkese hayat dersi veren Gregers güncel hayatta en basit sorunun dahi üstesinden gelemez. Hiçbir girişiminin dayanağı yoktur, “çabalarının” sonucunda Ekdal ailesi dağılma noktasına gelecek, Hedwig kendini vuracaktır.
Gregers’in bir ailenin karşılıklı güven üzerine kurulması düşüncesi yadsınamaz kuşkusuz. Ancak “ideal” olarak nitelendirdiği düşünceleri, sonuçlarını düşünmeden hayata geçirmeye kalkışması İbsen’in alay konusudur. Gregers, kendi doğrularını uygulayarak çevresindeki insanların kurulu düzenini bozup, onları mutsuz eder.
Ve tüm bunların sonucunda da Hjalmar’a ‘Ben sadece sen gerçeği bil ve yalanlar üzerine kurulmuş bir hayat yaşama diye tüm bunları sana söyledim, ama güzel bir ailen var ve onları terk etmen için bir sebep değil bu…’ der.

Gregers bir köpek olmayı hayal eder;
Gregers: Seçme olanağım olsaydı, bir av köpeği.. Ayağına çevik bir av köpeği olmak isterdim, yaban ördekleri çamurlar,yosunlar arasında dişleriyle sımsıkı dibe tutundukları zaman onların ardından suya dalan türden..
Gregers - Sizin yaban ördeği yukarı çıkmış ama teğmenim.
Ekdal - Babanızın çok yaman bir köpeği vardı, o köpek suya dalıp yaban ördeğini yine dışarı, yukarı çıkardı.

Dibe batmış, çamurlar arasında yaşam savaşı veren bir yaban ördeği..Ve bir köpek geliyor, onu kurtarıyor. Bu da Gregers oluyor..Bunun hayalini kuran bir insan, bu düşünce Gregers’in diğer eylemleriyle ne kadar da çok benzeşiyor. İnsanları sadece kendisinin kurtarabileceğine inandırmış bir yapı çıkıyor karşımıza. Dediğimiz gibi Gregers amacına ulaşıyor fakat bu, yerini olumsuz koşullara bırakıyor. Bu durumu şu anki içinde bulunduğumuz toplumla,yaşayışla benzeştirebilir miyiz acaba?

Ayrıca psikolojik çözümlemeler yapan S. Freud (1856-1939)’un 1905 yılında kaleme almış olduğu ‘Sahne Üzerindeki Psikopatik Karakterler’ adlı yapıtından yola çıkılarak Gregers’in oturuşlarında, duruşlarında S.Freud, F. Nietzsche’nin şekilsel davranışlarını ve bize kalan fotoğraflarını görebiliriz. Çünkü o dönemler psikolojik çalkantılar ve arayışlar dönemiydi, Murat Sarı’nın da içselleştirdiği bu durumu; yani psikopatik bir karakteri ve arayışları yansıtması gereğini başarı ile gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz.
Uzun yıllar görmediği Hjalmar ile ilk karşılaşması, ona olan özlemi, babasının eski sevgilisinin Gina ve Hedwig’in aslında üvey kardeşi olduğunu çözme süreci, Gregers’i isyana getiren kilit noktalar ve birinin bir şeyler yapması, insanları uyandırması gerektiğini koltuğuna oturup düşünmesi, diğer karakterlerin içinde bulundukları durumu incelemesi Murat Sarı’yı, oyunculuğunun gerçekliğinin yansıması anlamında; bu etkiye önce kendisinin girdiğini daha sonra bunu seyirciye yansıttığını düşünüyorum.

Gina (Esen Özman);
Yerleri silen bir kadın kahraman; sürekli temizlik yapıyor, erkeklere hizmet ediyor ve evi düzene sokmaya çalışıyor. Bu arada zor olan geçmişinin izlerini unutmaya çalışıyor. Hjalmar ile karşılaştırıldığında daha yumuşak çizgilerle betimlendiği görülür.
Aslında Gina da bir kurban, hem de toplumun aile yapısı doğrultusunda kendisine biçilen rolü oynamak zorunda, hepimizde olabildiği gibi..
Kendini bir yalana inandırıyor, Dr Relling’in dediği gibi; Werle ile olan geçmişini bir kenara atma çabası içerisinde ama eşine ve yuvasına sadık bir kadın. Ve bir yalana inanarak mutlu olduğunu sanıyor ve her an gözünün önünde olan bir yalanla yani Hedwig ile yaşama tutunmak zorunda.Bir gün geliyor ve ‘kendini inandırdığı yalan’ elinden alınıyor; mutluluğunu yitiriyor.
Öyle bir kölelik hakim olmuş ki Gina’da, Hedwig öldükten sonra Hjalmar’ın tanrıya isyanına bile, ‘başkaldırma, belki yanımızda alıkoymak istemedi’ der.
Kocasına, Gregers’e ve Hedwig’e karşı o kadar iyi oynamak zorundaydı ki Gina, kurulu düzeni bozulmamalıydı ve hiçbirşey olmamış gibi davranmalıydı, denge unsuru olmalıydı. Doğrusu Esen Özman, gözlerini o kadar iyi yönlendiriyordu ki ve o kadar iyi gözlemliyordu ki çevresindeki aleyhine gelişmeleri, bir sonraki sahneyi görebiliyorduk. Özellikle ‘yıkım’ öncesi ve ‘yıkım’ anı net bir biçimde seyirciye geçiyordu.
Her şey açığa çıkıp, Hjalmar eve geç geldiği noktada Hedwig ağlıyor,üzülüyor ve kendini suçluyor.Annesi Gina’da kızını yatıştırmaya çalışıyor ve bir anda Gina’nın karşısına tüm oyunu bozan Gregers çıkıyor. Gina’nın tüm nefretini,çaresizliğini Gregers’e bakışlarından net bir biçimde görebiliyoruz.
Ayrıca diğer karakterlerde olduğu gibi Gina’da da içsel aksiyonun doruk noktada olduğunu tarif edebiliriz.

Hjalmar (Reha Özcan);
Hjalmar - Amacımı gerçekleştireceğimi söyledim. Gün gelecek ben...
Bu yüzden odayı kiraya verdiğimiz iyi oldu, çünkü böylece daha bağımsız bir duruma geldim. Yaşamında bir amacı olan adam bağımsız olmalı. Zavallı, ak saçlı, yaşlı babacığım benim. Şu Hjalmar'ının haline bak. Geniş omuzları var, güçlü omuzları...

Der, fakat; içinden çıkamadığı (belki de bildiği fakat bilmemezlikten geldiği) durumdan psikolojik olarak zayıf kalmıştır, körleşmiştir, doğru ve gerçek kavramları zayıflamıştır, kendisini kandırdığı halde güçsüzlükten ne yaptığını bilmez durumdadır. Boş zamanlarında (tüm gün gibi) fülüt çalmakta ya da sudan sebeplerden evde nedenler yaratıp ilgi görmek istemektedir, kendisine acınmasını ister. Ailesinden başka gerçek yaşamı yoktur.
Entelektüel, azimli biri gibi görünmeye çalışır, fakat öylesine biridir.
Gina’nın kendisinden önce Bay Werle ile birliktelik yaşadığını ve Hedwig’in de onun kızı olduğunu öğrendiği andan itibaren gitmek ister Hjalmar. Ama ne var ki onu tutan bir şeyler vardır, bir türlü ayrılamaz evden,bahaneler uydurur; bu tam anlamıyla bir alışkanlıktır. Gerçeği artık bilir,fakat belki de kendini bir yalana inandırmaya devam eder. Çünkü o da biliyor ki, inandığı yalan elinden alınırsa mutsuz olacaktır, oynamaya devam eder; gerçeği öğrendiği zaman bile kararlı olmaya çalışır Hjalmar fakat başaramaz.
Oyundaki karakterlerin en gülüncü diyebiliriz Hjalmar için, karikatürize bir yapıdaydı.
İlk perdede karısı Gina ve kızı bildiği Hedwig’e karşı tutumu, sevgi dolu bakışları ve ikinci perdede gerçeği öğrendiği andaki haykırışları,evi bir türlü terk edemeyişini, İbsen’in de üzerinde durduğu ironik bir yapı olarak karşımıza çıkarmış Reha Özcan. Kendini yalana inandırmış bir karakter gerçekle nasıl yüzleşir?
Oyunculuğundaki başarı çizgisinden ödün vermeyen Reha Özcan’ın Hjalmar’ı çok iyi algılayıp yansıttığını düşünüyorum.

Dr. Relling (Mustafa Doğan Ayhan);
Mustafa Doğan Ayhan karşımızda entellektüel,herşeyi doğallığı içinde değerlendiren, vurdumduymaz bir duruş sergiliyor ve bunu gerçek bir doktor edasıyla yapıyor.
Konservatif bir yapıya sahip, onun için her şey böyle olmalıdır ve olacaktır.
‘İblisçe idealleriyle biz acınası insanların kapılarından içeri dalan ukala dümbelekleri, rahat bıraksalar hayat yine de çok güzel olabilirdi.’ diyerek de isyanını dile getirir.
‘İdeal’ kelimesinin karşılığının ‘yalan’ olduğunu düşünür.
İnsanları yaşama bağlamak içinse ‘şeytan’lık yapmanın önemini vurgular. Ona göre şeytanlık belki de, mutlu olmak için atılmış bir adım, bir kandırmacadır.
Ve her şeyi şu cümleyle özetler: ‘Bir insanın inandığı yalanı elinden çekip alın, o insanın mutluluğunu yok edersiniz.’
Ayrıca ‘Ama çevrenizde uçuştuklarını gördüğünüzü sandığınız o harika sinekler sizi kötü bir biçimde yanıltıyor.’ cümlesi de Dr. Relling’i algılamamızda da bize yardımcı olur diye düşünüyorum.
Ekdal ailesinin gerçekleri öğrenmemesi için elinden geleni yapar, o ailenin öyle mutlu olduğunu savunur; fakat Gregers’i durduramaz.

Hedwig (Aslı Arslan):
Eğer ölmeseydi belki de, annesinin benzeri olacaktı ilerideki yaşamında, çünkü o da annesi gibi bir ailenin kurbanıdır.
Sahnedeki fotoğraf makinesinin neyi ifade ettiği, neden dekor beyaz iken sadece fotoğraf makinesinin kırmızı-siyah kaplama olduğu ve Hedwig’in izleyicilerin fotoğrafını çekmesi ne anlama gelebilir acaba?
Bu bir medya eleştirisi olabilir mi? Ya da medya eleştirisinden yola çıkarsak dolaylı yollardan, dışarıdaki yaşamın fotoğraflanması, karşımızdaki kişilerin gerçek ya da sahte duruşlarının ortaya çıkmasında bize yardımcı olabilir mi?
Çevresinde yaşanan olaylar, Hjalmar’ın onu inkar edişi Hedwig’i çok üzer; o daha on dört yaşında bir genç kızdır. Gregers’in Hedwig’e ‘yaban ördeği’ni vurması gerektiğini artık buna bir son verilmesi gerektiğini ve böylece her şeye yeni bir başlangıç yapılabileceğini aktarması üzerine Hedwig, elindeki silahla ‘yaban ördeği’ni değil kendini vurur.Buna rağmen Molvik’e göre Hedwig ölmemiştir, uyuyordur. Ne büyük bir kandırmaca değil mi?
Kendini vurmadan önce, sahnenin mutfak olarak kullanılan bölümünde tüm konuşulan gerçekleri duyar. Ve o anda elleriyle kulaklarını kapatır; bu bir isyandır, içsel bir fırtına. Ve Hedwig’in kaderini belirleyen tek noktadır. İsyan ve beraberinde gelen yıkım ancak bu kadar iyi ve sadece beden kullanılarak anlatılabilir. Ayrıca bu görsel durumda Norveçli ressam Edward Munch’un tablolarından izler görmek de mümkündür.

Yaşlı Ekdal (Cenap Aydınoğlu):
İçler acısı bir durumdadır; evinde tavuk, kuş,tavşan vb. hayvanlar besler. Hatta onları tabanca ile vurup yer.
Oğlu Hjalmar ve Ekdal’ın sahnedeki dönüşleri, tavırları hemen hemen aynıdır. Bunu da babadan oğla geçen psiko-sosyal hastalıklar olarak değerlendirmek mümkündür.
Bay Werle’nin ofisindeki yazı işlerine bakar, geçimini bu şekilde kazanır; sürekli bir şeylerle uğraşır; belki de uğraştığını sanır.
Geçmişte Bay Werle ve işletmedeki sorunlar sebebiyle hapse girer ve askerlik rütbesi alınır. Ve onun için yeni bir düzen başlar.
O da mutlu, umursamaz görünmeye çalışır. Fakat karşıdan bakıldığı zaman kendini kandırdığı ortadadır.

Bayan Soerby (Gül Tunççekiç):
Diğer oyuncuların karakterlerle uyuştuğu gibi Gül Tunççekiç kendi adına, kendine güvenen, ne istediğini bilen, hoş, alımlı bir kadın imajına ulaşmıştır diyebiliriz.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi ona göre, ‘bir kadın istediğine dürüstlüğü ile ulaşmalıdır’ diye düşünür ve bu noktada Gina’ya birtakım göndermeler yapar. Çünkü Gina gerçeği gizlemiştir, o bunu yapmamaktadır; Bay Werle ile evlenmeye karar verdikleri an tüm geçmişini anlatmıştır ona. Dolayısıyla yalan üzerine kurulu bir yaşamları da olmayacaktır.


Bay Werle (Oğuz Tunç):
Büyük bir işletmenin sahibidir ve Oğuz Tunç’un, güçlü görünmeye çalışan ama yorgun,geçmişi silmeye çalışan Bay Werle’yi,asil görünen bu adamı çok iyi yansıttığını düşünüyorum.
Gina’nın geçmişte birliktelik yaşadığı kişi; Hedwig ve Gregers’in babasıdır.
Yıllar öncesinde, Yaşlı Ekdal’in teğmen olduğu zamanlarda orman arazilerini birlikte satın alırlar:

Gregers - Ormanlık arazileri birlikte satın almıştınız.
Werle - Ama yüzey ölçümlerini Ekdal yaptı, arazi haritasını o çıkardı. Çıkardığı harita düzmeceydi, yasa dışı yollardan kamu topraklarının üstündeki ağaçları o kestirdi. Yukardaki işletmeden o sorumluydu. Teğmen Ekdal'in çevirdiği işlerden benim haberim yoktu.
Gregers - Teğmen Ekdal ne yaptığını hiç bilmiyordu herhalde.
Werle - Olabilir. Ama o hüküm giydi, ben aklandım.
Gregers - Biliyorum. Kanıt yetersizliğinden ötürü.
Werle - Aklanma aklanmadır.

Tüm bu olanlara rağmen Ekdallere fazlasıyla yardım ettiğini dile getirir. Hjalmar’a bir fotoğraf stüdyosu açmıştır, her ay sürekli para gönderdiğine göre büyük ihtimal Hedwig’in kendi kızı olduğunu biliyordu.
Gregers’in her şeyi açıklayacağını söylemesine rağmen yapacak bir şeyi kalmaz.
Bayan Soerby ile nişanlanır.

Dekor tavandaki yaban ördeği yuvaları, arka fonda denizin derinliklerini ifade eden maviden oluşuyordu ve sahne üzeri önceden de belirttiğimiz gibi fotoğraf makinesi hariç beyazdı. Halbuki sahnede sadece beyaz kullanmak zaman zaman risklidir. Bu ışığın doğru kullanımını gerektirir, öyle olmuş olmalı ki beyaz görüntü rahatsızlık bir kenara inanılmaz bir hafiflik yaratıyordu. Hjalmar ve Gregers’in ilk görüştüğü sahne ve özellikle Gregers’in koltuğuna oturup düşüncelere daldığı sahneler, Gregers ve Dr. Relling’in Hedwig öldükten sonra yaptığı konuşma sahnesinde lokal aydınlatma kullanılmış.

Ayrıca oyun davetin gerçekleştiği Bay Werle’nin evinde başlıyor daha sonra oyunun sonuna kadar devam eden Hjalmar’ın evinde son buluyordu; iki mekan üzerinden çalışıldığını düşünebiliriz.
Oyunda kostüm bizi, o dönemin giyim şekillerine götürüyor ve o dönemin kostümlerinin ayrıntılı incelendiğini gösteriyor.

Sonuç

İbsen Maurice, Maeterlinck ve Gerhart Hauptmann’ın simgeci dramını ve diğer sanat türlerindeki benzer deneyimleri sapıkçasına zor bulur. Sanatın işi, bir şeyleri bulanıklaştırmak değildir; tersine ‘akıl yürütme biçiminde kaldığı zaman anlaşılmaz ve erişilmez olabilecek şeyi anlaşılır ve erişilir kılmaktır.’

İzlediğimiz bu oyunda yapı, aksiyonun içselleştirilmesi, modern dekor ve hatta tema-manevi insanın materyalist toplum tarafından boğulması- gözle görülür bir biçimde yansıtılmıştır.

İbsen, büyük bir öncü; trajikomediyi tragedyadan çok daha derin ve acımasız bir gösteri olarak sağlam bir şekilde kuran dramatik şair..

‘Ibsen’den Beckett’e: Yıkım Öncesi Ve Sonrası’ – Prof. Dr.Ayşegül Yüksel
‘Ibsen Ve Çehov Tiyatrosunda Komik Ve Trajik’ – Türkan Olcay’
‘Ibsen’den Beckett’e Belleğin Temsili’ – Yard. Doç. Dr. Beliz Güçbilmez
‘Yaban Ördeği’ – Henrik Ibsen – Çeviri: Faruk Ersöz
‘Beckett’ten Önce İbsen’ – Jon Nygaard – Çeviri: Yard. Doç.Dr Beliz Güçbilmez
‘Tiyatro Teorileri’ – Marvin Carlson – Çeviri: Eren Buğlalılar, Barış Yıldırım

Sevgili Soner Çimen’e teşekkürlerimle….

Öznur Çetin


Yazarın Tüm Yazıları


Paylaş      
Yorumlar

nadir kocakır - ( 4/30/2009 )
teşekkürler öznur. çok başarılı bir çalışma olmuş bence. keşke oyunu da izleyebilseydim.

Öznur Çetin - ( 3/29/2009 )
Antalya Devlet Tiyatrosu’nda ’Yaban Ördeği’ bölümünde karakterlerin isimlerinin kullanımı ile ilgili bir yanlışlık sözkonusudur.
’’Hedwig Hjalmar’ın değil Bay Gregers’in kızıdır çünkü Gina, Hjalmar ile evlenmeden önce Bay Gregers ile birlikte olmuştur ve Hjalmar’a yalan söylemiştir.’’ cümlesindeki Bay Gregers kısımları, Bay Werle olacaktır. Yani Gina, Hjalmar ile evlenmeden önce Bay Werle ile bir birliktelik yaşamıştır ve kızları Hedwig’tir.
Yanlışlıktan ötürü özür diliyorum..
Teşekkürler..


sinem - ( 6/7/2009 )
bu paylaşım için çok teşekkürler.çok güzel bir çalışma olmuşş

Bu Oyun Hakkındaki Görüşlerinizi Paylaşın !

İsim
Mail  (Yayınlanmayacak)
Yorum
Güvenlik Kodu= 224
Lütfen bu kodu yandaki kutuya yazınız
 

    Son Eklenen Yazılar     En Çok Okunan Güncel Yazılar
27 MART… UMUDUNU ARAYAN BİR GÜN (Ahmet Yapar)
YOKLAMA LİSTESİ (Skeç)
    Tüm Tiyatro Yazıları

    Bu Tarihte Yayınlanan Diğer Yazılar
    Bu yazının yayınlandığı tarihte gündemdeki diğer yazılar aşağıda listelenmiştir...

  • Adana Devlet Tiyatrosu'nda Modern Pygmalion Öyküsü: Rita (Üstün Akmen) - 4/3/2009
  • Zaten Aktör Dediğin Nedir Ki? (Fatih Ermiş) - 4/3/2009
  • Padişahın Dadısı Korku Olunca Başına Neler Gelir: Deli İbrahim (Üstün Akmen) - 4/1/2009
  • Kırmızı Pazartesi (Fatih Ermiş) - 4/1/2009
  • Yaşamın Sesi (Tuncay Özinel) - 3/31/2009
  • Nazım Hikmet'in Sırtından Para Kazanılır Mı, Oy Mu Çalınır? (Üstün Akmen) - 3/30/2009
  • Geç Kalmış Değilsiniz (Mehmet Çetinkaya) - 3/30/2009
  • 6. Koğuş - Adana Devlet Tiyatrosu (Ahmet Olcay) - 3/30/2009
  • Yalancılar Koğuşu (4-7 kişilik oyun) (Abdurkadir Bal ) - 3/30/2009
  • Tiyatro Cef'in İlk Oyunu, İlerisi İçin Umut Vermiyor: Letafet (Üstün Akmen) - 3/29/2009
  • Yaban Ördeği ve İbsen Üzerine Kısa Bir İnceleme (Öznur Çetin) - 3/28/2009
  • Marx’ın Dönüşü – Dostlar Tiyatrosu (Selin Seyhan/Funda Sancar) - 3/28/2009
  • Dünya Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu Uluslararası Bildirisi (Roberto Frabetti) - 3/28/2009
  • 27 Mart 2009 - AKM Önündeki Konuşma Metni (Nedim Saban) - 3/28/2009
  • Dünya Tiyatro Günü (Yurdagül Yurtseven) - 3/27/2009
  • Tiyatroyu da Tiyatrocuları da Seviyorum (Nuran Becerikli) - 3/27/2009
  • Yakın Doğu Üniversitesi, 27 Mart Dünya Tiyatro Bildirisi (Hilmi ÖZEN) - 3/27/2009
  • 27 Mart 2009 Dünya Tiyatro Günü Bildirisi - Augusto Boal (Augusto Boal) - 3/26/2009
  • 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde HADİ ÇAMAN'A MEKTUP (Rengin Uz) - 3/26/2009
  • Yeşim Özsoy Gülan'ın Sessizleştirilen Topluma Tepkisi: Noter (Üstün Akmen) - 3/25/2009
  • Böyle Sansür Görülmedi! - 2009 Sansür Yılı (Kemal Oruç) - 3/25/2009
  • Eskişehir Günlükleri - Kendi Gök Kubbemiz (Rıfkı Demirelli) - 3/24/2009
  • Yeni Bir 27 Mart... (Orhan Aydın) - 3/24/2009
  • Marx’ın Dönüşü – Dostlar Tiyatrosu (İsmail Can Törtop) - 3/23/2009
  • Bursa Şehir Tiyatrosu'nda Deli İbrahim Oyunu (Özlem Günal) - 3/23/2009
  • Trabzon Devlet Tiyatrosu'ndan Beklenen Oyun: Rumuz Goncagül (Fatma Babuşçu) - 3/23/2009
  • Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi (Nedret Güvenç) (Nedret Güvenç) - 3/22/2009
  • Aşkı Yaşamak İçin Zaman Asla Geç Değildir: Bana Bunu Yapma (Üstün Akmen) - 3/21/2009
  • 27 Mart Dünya Tiyatro Günü Bildirisi (Yılmaz Onay - Nâzım Hikmet Kültür Merkezi) (Yılmaz Onay) - 3/20/2009
  • Kabaret - İstanbul Şehir Tiyatroları (Ayşe Müge Gerdan) - 3/20/2009
  • Türkiye Tiyatrolar Birliği Dünya Tiyatro Günü Bildirisi (Temel Demirer) - 3/20/2009
  • Azerbaycan -Oyun- Çocuk Tiyatrosu Dünya Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Günü Kutlaması (Rasim Aşın) - 3/20/2009
  • İletişimsizlik Düşanının Bilinmez ve Görünmez Rengi: Bayrak (Üstün Akmen) - 3/18/2009
  • Şafak Türküsü (Yurdagül Yurtseven) - 3/18/2009
  • Finansman Canavarı (Mehmet Çetinkaya) - 3/17/2009
  • Susmayın... (Orhan Aydın) - 3/17/2009
  • Tek Kişilik Şehir - Ankara Devlet Tiyatrosu (Ahmet Olcay) - 3/17/2009
  • Sıradışı Yazarın Sıradanlığı: Troyalı Kadınlar ve Dünyalar Savaşı (Üstün Akmen) - 3/15/2009
  • Gençlerin Tiyatro İhtiyacı ve Mücadelesi (Kerem Kıtay) - 3/15/2009
  • Azerbaycan Üç Nokta Gazetesi Köşe Yazarı Prod. Dr. Vagıf İbrahimoğlu'ndan Türk Dünyasına Sesleniş (Vagıf İbrahimoğlu) - 3/15/2009
  • Tiyatro Neden Güzeldir? (Ulaş Tuzak) - 3/15/2009


  • Tiyatro Kursu Başlıyor!
    12 Şubat'tan itibaren her PAZARTESİ Kadıköy'de!
    Çalışanlara yönelik hobi sınıfı!



    Duyuru Panosu!



    Son Eklenen Tiyatro Oyunları

         Güncel Yazılar

    Yazar olmak ister misiniz?
    Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...

    Mail Listemize Üye Olun

         Güncel Haberler
    Tiyatro Maydanoz, Nazım’ın Kadınları ile Sahnede
    Tekin Deniz: Dümbüllü kavuğunu kimseye devretmedi

    Tiyatro Dünyası'nı takip Edin
     
     |  ..