| Tiyatro Kursu  | Şirket Tiyatrosu
Tiyatro Dünyası
Tiyatro Dünyası Bu Sahnede...
 
Ana Sayfa  |  Hakkımızda  |  Yazılar  |  Haberler  |  Yazarlar  |  Tiyatro Oyunları  |  Tiyatro Grupları  |  Sanatçılar  |  Kaynak  |  Duyuru Panosu  |
Ali Rıza Soydan'dan Basın Açıklaması (1/14/2010)



BASIN AÇIKLAMASI
Ali Rıza SOYDAN

 
Ben kral çıplak demedim yanlış anladınız. Kral zaten çıplaktı. Ben Kral üşüyor dedim.

Bir süre önce Başbakanlığa mail yoluyla yazdığım aşağıdaki dilekçemle vatandaşlıktan çıkarılmak ve “mümkünse” Afrika ülkelerinden birine sürgün edilmemi talep ettim. Çünkü zaten bu zamana kadar hiç vatandaş sayılmadığım ve almam gereken hiçbir şeyi almadığım (sosyal siyasal ve ekonomik) için daha önce yazdığım bir yazımda (12 yıl kadar önce) artık vatandaşlık görevlerimi yerine getirmeyeceğimi vergi ödemeyeceğimi oy vermeyeceğimi beyan etmiştim ve o tarihten bu yana da oy kullanmış değilim.
Kendi ülkemde mülteci gibi değil mülteciden beter koşullarda yaşadım. Bu ülkede bir sanatçı olarak yaşa(yama)ma nedenlerimi genel sebepler ve yaşadıklarım şeklinde sıralayacağım.

Söylediklerim ve yazdıklarım, söyle(ye)mediklerim ve yaz(a)madıklarımın kareköküdür.

Gazeteler ne yazık ki böylesine hayati önemli bir konuyu bile magazinleştirmeden veremiyorlar. Bu bile başlı başına bir olaydır. Bir sanat olayının ya da sanatçının haberi ancak magazinleştiği zaman yayınlanabiliyor. Marka olmak ünlü olmak değil işimi yapabilmek ve sanatçı olarak kendimi ifade edebilmek istedim. Bu aşağıda sıralayacağım nedenlerle çok mümkün olmadı. Açlık konusuna gelince evet yaşadığım süre boyunca hep açlık çektim. Ama benim açlığım başkalarının sandığı gibi bir açlık değil. Benim birinci açlığım ve en öncelikli talebim demokrasi talebiydi. Sonra bilgi açlığı ve arkasındanda sevgi açlığı olarak tanımlayacağım şekilde ifade edebileceğim bir açlıktır.
Demokrasi konusunda devamlı sınıfta kalmış bir ülkenin çocuğuyum. Büyük travmalar yaşatılmış bir kuşağın temsilcisiyim.Başkılar ve yasaklarla mücadele ederek geçti yaşamız. Bilgi üzerinde bile her dönemde bir kısıtlama ve yasaklama oldu. Bu ülkede üzülerek ifade ettiğim kitap toplatmaları yasaklamaları ve yakılmaları yaşandı çok uzak olmayan bir dönemde. Filmler yakılıyor tiyatro  oyunları yasaklanıyor.Bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu bir çağda bile hala bilgi üzerinde sansür uygulanabiliyordu. Sistem adeta insanlara toplu bir şekilde aynı düşünmesini ve aynı şeye inanmasını dayatmaktadır. Böyle olmayanları ötekileştirmektedir. Kabile toplumu gibi kabileler halinde yaşanmaktadır. Değer yargılarının değişmesiyle birlikte de toplum sevgisiz bir toplum olma yolundadır ve her şey “para” ya endekslenmiştir. Sevgi açlığı da buradan doğmaktadır.
2010 Avrupa kültür başkenti projesini her yerde sabote edeceğim… Bu kentin sokaklarında sanatçılar sefalet içinde yüzdüler… Kentin arka sokaklarındaki ucuz otellerde ve bekar odalarında sefalet içinde ölen arkadaşlarımız oldu. Huzur evlerinde ölenler belki biraz daha şanslıydı.. Başkenti başınıza yıkarım… Bu ülkede sanat adamlarının kültür insanlarının sorunları çözülmeden bu kent Avrupa’nın kültür başkenti filan olamaz…

DİLEKÇE METNİ

BAŞBAKANLIK YÜKSEK MAKAMINA

35 yıldır tiyatro ve sinema sanatına emek vermiş bir vatandaş olarak bütün bu sürede kendi ülkemde mülteci gibi yaşamak zorunda bırakıldım.Sosyal güvencem olmadı. Sanatımı ve mesleğimi özgürce yapamadım..Anayasada da belirtilen"Devlet sanatı ve sanatçıyı korur" ve "Devlet sanatın ve sanatçının gelişmesinin önündeki ekonomik-sosyal ve siyasal engelleri kaldırmakla mükelleftir" maddelerinin hayata geçmediğini gördüm.Bu süreç içerisinde uğramadığım haksızlık ve zulüm kalmadı.Daha da sıralayacağım bir dolu nedenden ötürü Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bana ver(me)diklerini iade ederek vatandaşlıktan çıkarılmam ve mümkünse Afrika ülkelerinden birine sürgün edilmem konusunda gereğinin yapılmasını arz ederim.
Saygılarımla...
Ali Rıza SOYDAN
DİLEKÇEYE VERİLEN CEVAP
İlgi : a) 08/12/2009 tarihli dilekçeniz. b) 14/12/2009 tarihli yazımız. c) 15/12/2009 tarihli dilekçeniz. İlgi (a)’da kayıtlı Türk vatandaşlığınızın kaybettirilmesine ilişkin dilekçenizde belirtmiş olduğunuz sebep, 5901 Sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun 29.maddesi hükümlerine göre Türk vatandaşlığını kaybettirme nedeni olmadığından talebiniz ile ilgili yapılacak herhangi bir işlem bulunmadığı ilgi (b)’de kayıtlı yazımız ile “Bimer” yolu ile bilgi verilmiştir. Dilekçenize cevaben duyurulur.
5901 SAYILI YASANIN İLGİLİ MADDELERİ
Türk vatandaşlığından çıkma
             MADDE 25 – (1) Türk vatandaşlığından çıkmak için izin isteyen kişilere aşağıdaki şartları taşımaları halinde Bakanlıkça çıkma izni veya çıkma belgesi verilebilir.
             a) Ergin ve ayırt etme gücüne sahip olmak.
             b) Yabancı bir devlet vatandaşlığını kazanmış olmak veya kazanacağına ilişkin inandırıcı belirtiler bulunmak.
             c) Herhangi bir suç veya askerlik hizmeti nedeniyle aranan kişilerden olmamak.
             ç) Hakkında herhangi bir mali ve cezai tahdit bulunmamak.
YAZIDA BELİRTİLEN 29.MADDE
Türk vatandaşlığını kaybettirme
             MADDE 29 – (1) Aşağıda belirtilen eylemlerde bulundukları resmi makamlarca tespit edilen kişilerin Türk vatandaşlığı Bakanlığın teklifi ve Bakanlar Kurulu kararı ile kaybettirilebilir.
             a) Yabancı bir devletin, Türkiye'nin menfaatlerine uymayan herhangi bir hizmetinde bulunup da bu görevi bırakmaları kendilerine yurt dışında dış temsilcilikler, yurt içinde ise mülki idare amirleri tarafından bildirilmesine rağmen, üç aydan az olmamak üzere verilecek uygun bir süre içerisinde kendi istekleri ile bu görevi bırakmayanlar.
             b) Türkiye ile savaş halinde bulunan bir devletin her türlü hizmetinde Bakanlar Kurulunun izni olmaksızın kendi istekleriyle çalışmaya devam edenler.
             c) İzin almaksızın yabancı bir devlet hizmetinde gönüllü olarak askerlik yapanlar.

ANAYASANIN DEĞİŞTİRİLEMEYECEK MADDESİ

V. Devletin temel amaç ve görevleri
Madde 5 – Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.
GENEL HÜKÜMLER

VII. Düşünce ve kanaat hürriyeti
Madde 25 – Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.
Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.
VIII. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti
Madde 26 – Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yol¬larla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
IX. Bilim ve sanat hürriyeti
Madde 27 – Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.
Yayma hakkı, Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü mad¬deleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz.
Bu madde hükmü yabancı yayınların ülkeye girmesi ve dağıtımının kanunla düzenlenmesine engel de¬ğildir.
IV. Çalışma ve sözleşme hürriyeti
Madde 48 – Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kur¬mak serbesttir.
Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gerek¬le¬rine ve sosyal amaçlarına uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.
A. Çalışma hakkı ve ödevi
Madde 49 – Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir.
Devlet, çalışan¬ların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma ha¬yatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli eko¬nomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.
XII. Sanatın ve sanatçının korunması
Madde 64 – Devlet, sanat faaliyetlerini ve sa¬nat¬çıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi ve sanat sevgisinin yayılması için ge¬reken tedbirleri alır.

İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİNDE YER ALAN HAKLAR  (bir kısmı)

Madde 3 Herkesin yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır.
Madde 4 Hiç kimse, kölelik ya da kulluk altında tutulamaz; her türden kölelik ve köle ticareti yasaktır.
Madde 5 Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulanamaz.
Madde 6 Herkesin, nerede olursa olsun, yasa önünde bir kişi olarak tanınma hakkı vardır.
Madde 8 Herkesin anayasa ya da yasayla tanınmış temel haklarını ihlal eden eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yolundan yararlanma hakkı vardır.
Madde 9 Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez.
Madde111-1 Kendisine cezai bir suç yüklenen herkesin, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı, kamuya açık bir yargılanma sonucunda suçluluğu yasaya göre kanıtlanıncaya kadar suçsuz sayılma hakkı vardır.
111-2- Hiç kimse, işlendiği sırada ulusal ya da uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan herhangi bir fiil yapmak ya da yapmamaktan dolayı suçlu sayılamaz. Kimseye, suçun işlendiği sırada yasalarda öngörülen cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Madde 131. Herkesin, her Devletin sınırları içinde seyahat ve oturma özgürlüğüne hakkı vardır.2. Herkes, kendi ülkesi de dahil, herhangi bir ülkeden ayrılma ve o ülkeye dönme hakkına sahiptir.
Madde 141. Herkesin, sürekli baskı altında tutulduğunda, başka ülkelere sığınma ve kabul edilme hakkı vardır.2. Gerçekten siyasal nitelik taşımayan suçlardan kaynaklanan ya da Birleşmiş Milletlerin amaç ve ilkelerine aykırı fiillerden kaynaklanan kovuşturma durumunda, bu hak ileri sürülemez.
Madde 151. Herkesin bir ülkenin yurttaşı olmaya hakkı vardır.2. Hiç kimse keyfi olarak uyrukluğundan yoksun bırakılamaz, kimsenin uyrukluğunu değiştirme hakkı yadsınamaz.
Madde 18Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, din veya inancını değiştirme özgürlüğünü ve din veya inancını, tek başına veya topluca ve kamuya açık veya özel olarak öğretme, uygulama, ibadet ve uyma yoluyla açıklama serbestliğini de kapsar.
Madde 19Herkesin kanaat ve ifade özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, müdahale olmaksızın kanaat taşıma ve herhangi bir yoldan ve ülke sınırlarını gözetmeksizin bilgi ve fikirlere ulaşmaya çalışma, onları edinme ve yayma serbestliğini de kapsar.
Madde 231. Herkesin çalışma, işini özgürce seçme, adil ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.2. Herkesin, herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır.3. Çalışan herkesin, kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır bir yaşam sağlayacak düzeyde, adil ve elverişli ücretlendirilmeye hakkı vardır; bu, gerekirse, başka toplumsal korunma yollarıyla desteklenmelidir.4. Herkesin, çıkarını korumak için sendika kurma ya da sendikaya üye olma hakkı vardır.
Madde 24Herkesin, dinlenme ve boş zamana hakkı vardır; bu, iş saatlerinin makul ölçüde sınırlandırılması ve belirli aralıklarla ücretli tatil yapma hakkını da kapsar.
Madde 271. Herkes, topluluğun kültürel yaşamına özgürce katılma, sanattan yararlanma ve bilimsel gelişmeye katılarak onun yararlarını paylaşma hakkına sahiptir.2. Herkesin kendi yaratısı olan bilim, yazın ve sanat ürünlerinden doğan manevi ve maddi çıkarlarının korunmasına hakkı vardır.
Madde 28Herkesin bu Bildirgede ileri sürülen hak ve özgürlüklerin tam olarak gerçekleşebileceği bir toplumsal ve uluslararası düzene hakkı vardır.

YAŞA(YAMA)MA NEDENLERİM

Yukarda sıraladığım maddelerde belirtildiği şekilde Türkiye’de yaşayamama nedenlerimi 1-GENEL SEBEPLER 2-YAŞADIKLARIM VE BANA DAYATILAN şeklinde anlatacağım. Siz de takdir edersiniz ki 35 yılda yaşananları iki sayfalık bir bültene sığdırmak mümkün değil benim burada geniş şekilde anlattıklarımdan bir özet çıkarabilirsiniz.

GENEL SEBEPLER

1- DEMOKRASİ VE SANAT

Demokrasinin bütün kurumlarıyla tesis edilmediği düşünce ve ifade özgürlüğünün olmadığı bir ülkede sanat ve estetik üretiminden bahsedilemez. Çünkü sanat özgür ortamda gelişir. Özgürlüklerin sınırlandığı karşı fikirlere izin verilmediği yasakçı ve sansürcü baskıcı uygulamaların yapıldığı bir ülkede sanatın ve sanatçının gelişmesi mümkün değildir.
Bir ülkede özgürce sanat yapılamıyorsa orada demokrasi yoktur. Demokrasi yoksa sanatta yoktur. Anadolu’nun her yerindeki onlarca tiyatro harabesine bakıp ta utanmak lazım on binlerce yıl önce nasıl ileri bir medeniyet yaşamış. On bin beş bin kişilik anfi tiyatrolar bir ihtiyaçtan ortaya çıkmış. Biz kendimizi uygar ve ileri medeniyet sayıyoruz. Oysaki on bin yıl önceki medeniyetin bile on bin yıl gerisindeyiz.

2- YASAL DÜZENLEMELER

Ne yazık ki Türkiye’de ben bu mesleği icra etmeğe başladığım günden bu yana ve benden öncesinde de olmak üzere ne sinemanın ne de tiyatronun bir “iş” yasası olamamıştır. Berber dükkanı açmak için bile bir berberler federasyonu vardır çıraklık ve ustalık belgesi alamamış kimsenin eline ustura verilmez ama ne yazık ki tiyatro yada sinema yapmak için böyle bir şeye gerek yoktur çünkü yasayla düzenlenmiş bir yasası olmamış olduğundan her kes bekli de usturadan daha keskin bir sanat olan ve bu keskinliği yüzünden sürekli baskı altında tutulan oyunculuk sanatını serbestçe yapabilmektedir. İş kolu olarak ta zaten “torba” diye tanımladığımız bir torba iş kolunda (17. iş kolu) olduğundan meslek örgütleri ve sendikalarda işlevsiz kalmaktadır. Neredeyse 20 000 kişinin çalıştığı bir endüstri haline dönüşmüş olan bu sektör yasası olmadığı ve tek başına bir iş kolu olarak ayrılamadığı içinde zor durumdadır. Böyle bir yasal düzenlemeye ihtiyaç duyulmaması bir ihmalden çok bilinçli bir tercih ve sanatın gelişmesinin önünü tıkamak sanat ve sanatçıyı her zaman devletin kontrolünde tutabilmek ve özgürleşmesine engel olmak içindir. İş yasasının olmayışı yüzenden bu gün oyuncuların dünyanın bir çok ülkesinde olduğu gibi “oyuncular sendikası” olarak örgütlenememektedir. Böyle olması da b alanda daha çok hak kaybına adaletsizliğe ve hukuksuzluğa seyirci kalmak demektir.

3- SANAT VE SANATÇI KAVRAMI

Estetik önceleri felsefenin bir dalıydı ama yüzyılın son çeyreğinde bilim olarak kabul edildi ve sanatta estetik biliminin alanına giren bir iştir. Sanat estetik nesnedir ve sanatçı da estetik nesne üreten kişidir. Estetik nesne olmayı belirleyen en önemli kurallardan biri de “öz biçim” dengesidir yani ne öz uğruna biçim nede biçim uğruna öz reddedilebilir. Özellikle de 1980 sonrasın da toplumsal değer yargılarının değişmesiyle sanatın içi boşaltılmış salt görselliği ön plana çıkmış içi boş bir eğlence aracı haline dönüştürülme çabası vardır. Popüler kültür bir magazinleşme yaratmış sanat haberlerinden çok magazin haberleri. Sanatçının ürettiği şeylerden çok sanatçı diye lanse edilip marka yapılanların sosyal yaşamları kiminle evlendiği kiminle yaşadığı gibi şeylerle ön plana çıkmaya başladılar. Sanat ve sanatçı kavramının içi boşaltıldı.

4- SANAT EĞİTİMİ VE EĞİTİM SİSTEMİ

Sanat eğitimi ne yazık ki 1960 lı ve 70 li yıllarda bu kadar yaygın değildi. O nedenle bu mesleğe o zamanlarda başlayanların çok iyi bir eğitim hizmeti aldığı söylenemez. Bir devlet konservatuarı vardı oda 10 yada 20 kişi alır ondanda daha çok devlet tiyatrolarında çalışanların çocukları istifade ederdi. Zaten konservatuarda sanat camiasına sanatçı yetiştirmekten çok devlet tiyatrosuna “sanatçı” personel yetiştirmek içindi. 80 sonrasında ne olduysa neredeyse her fakültenin güzel sanatlar kürsüsü ve oyunculuk bölümleri açıldı. Konservatuar meslek okulu statüsünden çıkarılıp üniversite bünyesine alındı. Gençliğin sanata yönelimini keşfeden yetkililer daha çok insanın bu “eğitimi” almasını sağladılar belki ama sistem bilgi donanımı sağlamak bilgi edindirmek değil diploma edindirmek karşı taraf içinde diploma sahibi olmak amacı taşıdığından, diplomalı işsizler yetiştirmekten öte gidemedi. Belki ödenekli tiyatrolarda iş bulacaklar için diploma ya da akademik kariyer önemliydi ama sektörde durum öyle değildi. Yetenek ya da ilişkiler ön plandaydı. Hiçbir yapımcı ya da yönetmen kendi işinde kullanmayı düşündüğü insan malzemesinin diploması yada kariyeriyle ilgilenmiyordu. Önemli olan yeteneğiydi çünkü bir yerlerde kendini oyuncu olarak kanıtlamış olması yetiyordu. O nedenle hep içimde uhdedir imkânım olup ta eğitim almak için yurt dışına gidemedim. Çünkü o tarihlerde kaliteli bir eğitim hizmeti alabilmek ancak bazı Avrupa ülkelerinde mümkündü. Örneğin kendi ülkemde bulamadığım bu imkanı Almanya’ya gidip Berlin Ansamblenin öğrencisi olarak kazanabilirdim. Bu tarzda bağımsız bir enstitü ne yazık ki Türkiye’de yoktu. Zaman zaman İstanbul Şehir Tiyatrolarının düzenlediği kurslar ve birde benimde yetiştiğim ve bir çok sanatçı yetiştiren Halkevleri vardı. Bu gün çok yaygın bir şekilde ve son derece denetimsiz özellikle de yasası olmadığı için bu alandaki örgütlerin ve kurumlarında önüne geçemediği sayıda son derece kalitesiz eğitim veren hatta kendi yanlışlarını başkalarına doğru gibi öğreten kurslar türemeye başladı. Bu gün konservatuarlarda bu amaca hizmet edememektedirler. Estetik biliminin gelişmesiyle gerçekten bağımsız sanat eğitimi veren, ideolojik bir argumanın emrinde olmayan bağımsız estetik enstitülerine ihtiyaç vardır.
5- DEVLETİN TİYATRO SANATINA ACIMASIZ REKABETİ

70 li yıllarda tiyatro altın dönemini yaşadı. Özellikle özel tiyatrolarda önemli bir artış gözlendi. O dönemde tiyatroların artmasıyla beraber yeni salonlarda yapılmaya başlandı ve salon sayısı da tiyatroya paralel olarak arttı. Daha çok oyun sergilendi ve bunlar birbirine rekabet halinde sürekli kaliteyi ve çıtayı yükseltiyorlar her yaptıkları sanat olayı öncekini aşarak yükseliş kaydediyordu. Toplumun algısı bu yönde gelişme kaydediyor ve seyirci de hem niceliksel hem de niteliksel olarak artıyordu. Yine estetik bilimi estetik üretimiyle ilgili olarak izleyici estetik üretimine katılmıyorsa orada estetik üretiminden söz edilemez der. İzleyici estetik üretimine izleyerek, eleştirerek ve sorgulayarak katılır. O zamanda çok bilinçli bir tiyatro izleyicisi oluşmaya başlamıştı. O yıllarda özel tiyatrolar Devlet Tiyatrolarının biletlerinin ucuz olmasına karşın daha çok izleniyor, oyunları ve oyuncuları daha çok tanınıyor benimseniyor ve kabul görüyordu. Çok büyük bütçeli müzikaller geniş kadrolu oyunlar sahnelenmeye başlanmıştı. 80 sonrasında bu denge tersine döndü. 80 sonrasının getirdiği baskı ortamında “özel” tiyatro yapmak zorlaşınca (özel tiyatro ne demekse) yapanlarda astronomik salon kiralarını karşılayabilmek için bilet fiyatlarını belli bir seviyede tutmak zorundaydı. Bu dönemde ödenekli tiyatrolar çok ucuz olan bilet fiyatları ve devlet imkânlarını da kullanarak dengesiz bir rekabete başladılar. Bunun karşısında tiyatro yapımcıları yaptıkları işi daha az maliyete düşürmek adına az kadrolu ve düşük bütçeli işler yapmaya başladılar. Bu da sektörde bir çok oyuncunun işsiz kalması demekti. Bu durum özel tiyatro yapmayı zorlaştırdı. Tiyatroda kalite öncesine göre düşmeye ve amatörleşmeye başladı. Devlet tiyatro yapmaya soyunmuştu bir kere tiyatro ihtiyacını karşılayacaktı. Devletin tiyatrosu vardı ya.. Ayakta kalan tiyatroları da devlet yardımı adı altında ulufeye bağlayınca bir anlamda sorunu çözmüş oldu. Ben burada devlet tiyatrosu özel tiyatro meselesini tartışmayacağım çünkü bu ayrıca bir tartışma konusu ve burada gündeme getirerek uzatmak istemiyorum. Ama mutlaka tartışılmalı. Özellikle tiyatro gibi bir sanat devlet güdümünde olmalı mı? Ya da devlet sanatı olur mu? Vb.
Birde Devlet Tiyatrosu oyuncuların ucuz iş gücü anlamında nasılsa maaş alıyoruz şeklinde kaşeleri düşürme sorunu var ki buda ciddi bir haksız rekabeti doğurmaktadır.

6- KÜLTÜR BAKANLIĞI VE DEVLET YARDIMI

1974 yılına kadar Türkiye’de bir üst yapı kurumu olan kültürün bakanlığı da yoktu başbakanlığa bağlı bir kültür müsteşarlığı bakıyordu bu işlere, o da sanattan çok müzelerin bekçiliğini yapmak amaçlıydı. Çünkü devletin kültür ve sanat derdi olmadığı gibi böyle bir şeye ihtiyacı da yoktu. 1946 lara kadar halk evleri ve halk odaları vasıtasıyla köylere kadar kültürün taşınmasına öncülük etmiş köy enstitüleri gibi önemli kültürel kurumlar bile yıllarca baskı altında tutulmuş ve sonunda da kapanmıştı. Sanat topluma bilinç taşıyacağı ve yaşamı sebep sonuç ilişkileriyle sorgulayacağı için sakıncalıydı. 1974 yılından sonra bu günkü gibi Turizm bakanlığına eklenerek bir kültür bakanlığı kuruldu. Ama hiçbir zaman devletin kültür sanat diye bir derdi olmadığı gibi sanatın gelişmesinin üzerinde her zaman baskı ve sansür uygulandı. Bu işi sadece devletin ödenekli tiyatroları özgürce yapabilirdi. Elbette orada çalışan arkadaşlarımı da tenzih ediyor ve onların sorunlarını da paylaşıyorum. Özerk olması bağımsız olması gereken bu kurum her iktidarın ayrı ayrı baskısına muhatap oldu. Orada da bir çok gelişme yaşandı bu anlamda özerkliği ve bağımsızlığı için çabalar ve mücadeleler oldu ama devletin sahibi ve işvereni olduğu bir tiyatroda ne kadar özgür olunabilirse o kadar olabildiler. Devlet sonunda tiyatroyu yardıma muhtaç hale getirince anayasadaki devlet sanatı ve sanatçıyı korur maddesini de hatırlayarak yardıma bağladı. Devlet yardımı ise özel tiyatroları geliştirmekten çok bitirmeye yaradı. Yardımın dağılış biçimi yöntemi ne kadar doğruydu tartışılır. Ben daha öncesinde iki ayrı bakanla bu konuda görüştüklerimi bir mektupla üçüncü bir bakana anlattım. Olması gerekeni de orada ifade ettim. O mektupta bu bültenin ekindedir.

7- KÜLTÜR VE SANAT ÜZERİNDE SİYASAL BASKILAR

Kültür ve sanat üzerinde siyasal baskılar her dönemde artarak sürdü. Özellikle özel tiyatrolar üzerinde çok yoğun baskılar geliştirildi ve adeta işlerini yapmaları zorlaştırıldı hatta bazı durumlarda imkânsız hale getirildi. Aynı şey sinema içinde geçerli oldu. Bu ülkede yasaklanan onlarca oyun. Yasaklanan filmler hatta yakılan filmler oldu. Bazen oyunlar içerde seyirci varken bile yasaklanabiliyordu. Bizler bu süreçleri yaşadık. Neredeyse polis gözetiminde oyun sergiliyorduk. Salonda bazen izleyici kadar polis oluyordu. Önceleri teyp getirir oyunu teybe kaydederlerdi daha sonra kamera kullanmaya kadar vardırdılar bu işi. Kamera kullanılması seyirciyi de rahatsız eden ve adeta fişleyen bir durumdu. Bu nedenle de seyirci tiyatroya gelmekten ürker hale gelmişti. İzin almak gibi bir keyfiyet olduğundan bazen izin başvuruları reddediliyor gerekçe olarak ta polis vazife ve salahiyetler kanunu maddesi gösteriliyordu. Polis vazife ve salahiyetler kanununda yakın zamana kadar değişip değişmediğini bilmediğim son derece onur kırıcı bir madde vardı ve şöyle deniyordu. “bar pavyon genelev ve tiyatrolarda çalışanlar süfli işler yapmakta olduklarından bayanlarının çalışma karnesi taşıma zorunluluğu vardır” yani vesikadan söz ediyordu. Bu madde varken trajik komik bir durum devlet tiyatroları vardı. Onlarında bayan oyuncuları vardı. Bununla ilgili en çok ta devlet tiyatrosu çalışanlarından bir tepki gelmeliydi ama 657 sayılı yasaya tabi olduklarından ve fikir beyan etmelerinin bile yasak olduğundan tepki göstermediler. Bu maddeye göre Devlet konservatuarlarının tiyatro bölümleri fahişe yetiştiriyordu. Ben polis çocuğuyum babam bu maddeyi iyi bildiğinden tiyatrocu olacağım dediğimde kaşlarını çatmış ve bana bizim sülalemizde pezevenk yok sen nereden çıktın demişti. Haklıydı da… Çünkü yasasında öyle yazıyor öyle tanımlanıyordu. Tiyatrocunun erkeği pezevenk kadını orospu olarak düşünülüyordu bir dönem ve biz bu süreçlerden geçerek Türkiye’de tiyatronun var olma mücadelesini verdik. Her türlü zora ve baskıya rağmen en küçük ilçelere hatta köylere kadar tiyatronun yaygınlaşmasına katkıda bulunduk.
8- FIRSAT EŞİTSİZLİĞİ

Başka alanlarda da olduğu gibi Tiyatro ve sinema alanında da ciddi bir fırsat eşitsizliği yaratılmıştı. Sanatla uğraşabilmek ya da sanatçı olabilmek imkânları geniş insanlara sunulmuş işçi memur ve dar gelirli ailelerin çocukları ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar onlara lüks sayılmıştı. Böylelikle de özellikle tiyatronun belli bir zümrenin eğlence aracı olması sağlanmıştı. Belki bu koşullar bu gün biraz değişti gibi görünse de pratikte yine muazzam bir fırsat eşitsizliği söz konusu.

9- KORSANLIK

Yasanın olmayışı yüzünden TODER gibi meslek örgütlerinin de mücadele edemediği yada önüne geçemediği bir korsanlık yıllardır sürmektedir. Korsan sadece CD ve Kitap konusunda yoktur. Tiyatronun korsanı oyuncunun korsanı yönetmenin korsanı hatta yapımcının bile korsanı vardır. Özellikle korsan tiyatroların durumu en vahimidir. Okullarda ödenekler kesilince okul müdürleri çareyi tiyatro düzenlemekte bulunca. Özellikle okulları arpalık çocukları banknot gibi gören bir takım bezirganlar üçer beşer kişilik metni bile olmayan oyunlarla okullara gitmeye ve okul salonlarında oyunlar oynamaya başlamışlardır. Bunların içinde on tane gerçekten tiyatroyu bilerek ve bilinçli yapan vardır belki . Sadece İstanbul’da 300 çocuk tiyatrosu var. Bunu Milli Eğitimin izin verdiği okullar listesinde görebilirsiniz. Oyuncunun korsanı da şu şekilde doğmakta.. Yapımcılar özellikle son dönemlerde daralan bütçeler nedeniyle, ortalama 30 bin liradan 120 bin lirayı dört markaya verince, geriye bütçeden ayıracak para olmadığı için normal şartlarda sendikanın da tespit ettiği oyuncu ücreti olan asgari 1500 lirayı oyuncuya vermek yerine ajanslara hiçbir mesleki kuruluşa kayıtlı olmayan, amatör ya da bu işi yeni yapacak olan insanlara deneme filmi çekerek 300 liraya aynı işi yapacak adamlar aratmakta. Böylelikle de bir çok oyuncu iş bulamama nokrasına gelmektedir. 10 bin liranın üstünde ücret alan çok çok 40 oyuncu vardır bu mutlu azınlığın dışında kalanlar çok ciddi sıkıntılar içindedirler. Oyuncu yılda en çok 60 gün yada 90 gün çalışabilir oda iş bulabilirse. Bir Avrupa ülkesinde sosyal güvence nezdinde oyuncunun bir günlük çalışması 6 gün sayılmaktadır.

10- MARKALAŞMA VE METALAŞMA

1980 sonrasının değişen değer yargıları sanatı metalaştırdığından özellikle görsel medya kendi markalarını üretmekte ve yıllarını tiyatro ya da oyunculuk sanatına vermiş insanlar kendilerini ifade edecek alan bulamazken. Medyanın bir anda markalaştırıp star yaptığı mutlu azınlık çok iyi koşullarda çalıştığından kendileriyle aynı statüde olan ama markalaşmadığı için “noname” diye adlandırılan kesimi adeta aşağılamakta ve onların sorunlarına uzak durmaktadırlar. Oysaki isteseler kendilerinin de işlerini kolaylaştıracak ve kendi lehlerine olan sendikal mücadelenin yada meslek örgütlerinin içinde yer alır. Sinema sektöründeki ağır çalışma koşullarının iyileşmesi konusunda diğer çalışanlarla birlikte davranabilirler. Bir zamanlar kendileri de noname olan bu insanlar marka olduktan sonra geldikleri yerleri ve çektikleri sıkıntıları da bir çırpıda unutuveriyorlar.. Yada hak etmedikleri bir yere birden bir bire gelmiş olduklarından çile çekmemiş bedel ödememiş oldukları için çok fazla etrafında olan uygunsuzluk haksızlık ve zulmü göremiyorlar.. Her ağacın kurdu özündendir sözünde olduğu gibi bizim kurdumuzda kendi içimizden çıkıyor..

11- SOSYAL GÜVENCE SORUNU

Devlet genel anlamda da sosyal güvenlik sorununu tam olarak çözmüş olmadığından bu gün bir çok sanatçı sosyal güvenceden yoksundur. 1984 yılında çıkan bir yasayla sanatçılara geriye doğru borçlanma yoluyla emekli olmaları sağlandıysa da o zaman muhatap bir kurum olmadığından o yetki bir vakfa verilmiş. Oradan da o dönemde sanatçıların dışında kapıcısından büfecisine kadar bir çok insan istifade edebilmiş. Borçlanmayı yatıracak gücü olmayan sanatçılar istifade edememişlerdir. Bu günde oyuncunun sigortalı olabilmesi teknik olarak mümkün değil ayrıca statüsü bile netleşmiş değildir. Maliye bakanlığı mükellef sayıp bağ-kurlu olmasını istemekte çalışma bakanlığı işçi saymaktadır. İşveren açısından da çalıştığı gün sayısı yılda azami 60 yada 70 gün olan birini bir yıl çalışmış gibi göstermek mümkün değildir. Bu nedenle sosyal güvenlikten mahrum kalınmıştır. Yıllardır da tekrar bir yasanın çıkmasını beklemektedirler.

12- UNVAN GASPI VE MESLEK ÖRGÜTLERİ

Türk ceza kanununda unvan gaspı suçtur. Durup dururken ben mimarım diyemezsiniz. Doktorum diyemezsiniz. Ama sanatçıyım, oyuncuyum, yönetmenim vb unvanları serbestçe kullanabilirsiniz. Buda yasayla olacak bir şeydir ve bir yasal düzenleme zorunluluğu vardır. Yasası olduğunda meslek örgütlerine yetki verecek ve meslek örgütlerine kayıtlı olmayanların bu unvanları kullanmaması sağlanacak aksini yapanlara yasal yaptırım uygulanabilecektir.



13- ÇALIŞMA KOŞULLARI VE ZORLUKLARI

Bu gün setlerde 90 dakika dizi dayatması yüzünden zor şartlar altında 18 saati aşan sürelerle çalışılmaktadır. Çalışanlar 10 sayfayı bulan kölelik sözleşmeleriyle bağlanmakta. Ücretlerinin güvencesi olamamakta bazen çok uzun gecikmelerle alabilmektedirler. Çünkü Türkiye’de yukarıda da ifade ettiğim gibi çakma yapımcılar olduğundan iş bitiminde bazen şirketi yerinde bulamamak bile mümkündür. Belli başlı kurumlaşmış yapım şirketlerinin dışında kalanların bir çoğu taşerondur ve asıl işveren kanaldır. O yüzden kendi öz sermayeleri olmadığından alacaklarıyla çalışanların ücretlerini ödeyebileceklerinden kanallardan sanki mal alıp satar gibi çekle aldıklarından çok uzun zaman sonra ödeme yapabilmektedirler. Bu durumda bu alanda çalışan insanların mağduriyet sebebidir. Bütün bu sorunların çözümü yine yasal düzenlemelere bağlıdır. Yasal düzenlemeler ise tepeden inme yapılmamalı “her alana ilişkin politikayı o alanın çalışanı belirleyeceğinden” bu alandaki mesleki dernek ve sendikalarla işbirliği halinde yapılmalıdır. Yoksa tepeden inme yapıldığında çözüm yerine çözümsüzlük getirecektir. Ben bu ülkede bu koşullarla çalışmak ve mücadele etmekten yoruldum doğrusu çok fazla umudumda kalmadı. Gitmek istiyorum ama umarım bu yazdıklarımın bir kısmı hiç değilse dikkate alınırda benden sonra bu sektörde çalışanlar bu acıları çekmez bu “zulmü” yaşamazlar.

14- ARACI KURUMLAR VE AJANSLAR

Aracı kurumlar ve ajanslar konusunda da mutlaka bir düzenleme yapılmalı ve sektörde çalışan binlerce figüranla beraber yardımcı oyuncu ve oyuncularında hakları güvence altına alınmalı. Menajerlik yada ajans sistemi de meslek örgütlerinin denetiminde ve güvencesinde olabilmelidir.

15- DEĞER YARGILARININ DEĞİŞMESİ VE 80 DARBESİ

1980 darbesinin sanat üzerindeki olumsuz etkileri sayılamayacak kadar çoktur. Ben 1980 öncesinde kendime turne tiyatroculuğunu meslek edinmiştim. 1980 den sonra derneklerin kapanmasıyla işimi yapamaz hale geldim. Birisinin meslekten men edilmesi önemli bir cezadır ve bu ancak bir mahkeme kararıyla olabilir. Ama biz bir darbeyle mesleğimizden men edildik ve işimizi yapamaz hale geldik. İstanbul Şehir Tiyatrolarından 1402 lik diye adlandırılıp mesleğinden edilenler 12 eylül sonrası tekrardan işlerine dönebildiler ama bizim men edilişimiz bir mahkeme kararıyla olmadığından tekrar işimizi yapabilmemiz zor oldu hatta tiyatro yapmamız mümkün olmadığı için kendimizi dizi setlerinde buluverdik. Özellikle de bizim kuşağımız tiyatronun en şanssız kuşağıdır. Tam olgunlaşıp meyve vereceğimiz bir zamanda tepemize bir darbe yiyerek işimizi yapamaz hale geldik. Ben geldiğim bu noktaya ilişkin sadece AKP hükümetini sorumlu tutmuyorum 35 yıllık süreci anlatıyorum. Yani gelmiş geçmiş bütün yönetimler adına AKP hükümetinden davacıyım. 12 eylül en çok sanata kültüre ve değer yargılarına yapılmış bir darbedir ve 12 eylülden sonra toplumsal değer yargıları tamamen değişmiş para yada şöhret genel değer olmuştur.


16- ANLAYIŞ DURUŞ VE ESTETİK KAYGISI

Eskiden en azından onurumuzu koruyorduk. Bir dünya görüşümüz bir sanat anlayışımız vardı ve buna uymayan işlerin içinde olmama lüksümüz vardı. Şimdi bu değişti artık sanatçı filan değiliz “ameleyiz” nerden çağırılırsa gidip oynayacak durumdayız çünkü yaşamımızı idame ettirmek asgari yaşam düzeyinde yaşayabilmek ve ayakta kalma mücadelesi vermek zorunda bırakıldık. İnsanın iki üretimi var biri teknoloji diğeri ideolojidir. Bizler ideolojik üretim yani düşünce üretimi yapan insanlarız o nedenle de hayata baktığımız bir penceremiz olmalı. 80 sonrasında gerek devlet yardımı yoluyla gerekse popüler kültürün tırmanışıyla bizim beyinlerimizi oydular onurlu yaşama hakkımızı da kullanamadık ve artık sanatı karın doyurma aracı olarak yapmaya yeteneğimizi satarak pazarlayarak ayakta durma kavgası vermeye başladık. Bu bile son derece onur kırıcı bir durumdur.

17- EKONOMİK KRİZLER VE HER FIRSATTA SANATA VURULAN DARBELER

Zaten sürekli bir kriz halinde olan kötü yönetilme sebebiyle bu güne kadar her global krizden etkilenen ülkemizde böyle bir durumdan en çok etkilenen ve mağdur olan sanat olur. Hemen sanatla ilgili harcamalar durur yada kesilir. En basit örnekle bir domuz gribi olayında bile Sağlık bakanının yaptığı açıklamada “tiyatroya sinemaya gitmeyin” demesi bunun en çarpıcı örneğidir ama arkasından ekonomiye can verin ciklet alın diye de reklam yapmayı ihmal etmezler.

18- SALON SORUNU VE KÜLTÜREL ALTYAPI MESELESİ

Kültür ve sanat alt yapısı olsa kendiliğinden gelişebilecektir. Geçmiş medeniyetlerin Anadolu’nun her köşesinde bıraktığı 5000 – 10000 kişilik tiyatro harabelerine bakıp ta utanmak lazım mı diye düşünüyorum. Ne kadar büyük bir medeniyet yaşamış o yıllarda. (Üstelik devlet tiyatrosu olmadan).Böyle bir talep böyle bir ihtiyaç varmış ki o kadar çok sayıda insanı alabilecek anfi tiyatrolar yapılabilmiş. Bu gün spora yapılan yatırımın onda biri kültüre sanata yapılabilse en küçük bir ilçede bir kapalı bir açık spor salonunun olduğu gibi en küçük ilçelerde bile bir tiyatro salonu olabilse sanatta gelişecek sanatçıda yöreselden ulusala ulusaldan evrensele kendini ve sanatını taşıyabilecekti. Devlet kendi tekelinde tutmaya çalıştığı tiyatroculuk yapma sevdasından vaz geçebilse ve Devlet tiyatrolarını ulusal sanat kurumu adıyla özerkleştirebilse, tiyatronun önünden tiyatroyla bağdaşmayacak “devlet” kelimesini kaldırabilse. Her şeyi özelleştirdiği gibi tiyatroyu da (özeli olamayacağı için) özerkleştirse özel tiyatro ve devlet tiyatrosu ibareleri de tarihe gömülürdü. Tiyatrolara verdiği trilyonlarca ödeneği salon yapmakta kullansa alt yapı sorunu kendiliğinden çözülmüş olacaktı.

19- YAŞAMSAL ZORLUKLAR VE TELİF HAKLARI

Sanatçılar sosyal güvence yoksunlukları bir yana bu güne kadar telif haklarından da yoksun olduklarından yaşlandıklarında yaşamsal zorluklar içinde hatta bir çoğu huzur evlerinde yaşamlarını sonlandırmak yada yakın zamanda Yaman Tarcan örneğinde olduğu gibi bunalım sonucu yaşamına son vermek zorunda kalmış. Bir kısmı da zayıf irade sonucunda alkole teslim olup alkolik olmuşlardır. Bir an önce telif sorununun da çözüme kavuşması gerekmektedir. Demokratik açılım demokrasi tesis edildikten sonra mümkündür. Sanatçısı bile antidemokratik koşullarla boğuşan bir ülkede demokratik açılımdan söz edilemez. Ben kendi adıma umutlarımı yitirdim ve demokratik bir ülkede yaşamak istiyorum. Bu güne kadar kendi ülkemin demokratikleşmesi konusunda canhıraş mücadele etmiş ve buna ilişkin bir çok dönemde ekte yazdığım yazılarda belirttiğim biçimde mücadele ettim ve artık yoruldum. Bu ülkede yaşamak demiyorum ama bu ülkede ölmek istemiyorum. Dayatıldığı biçimde “ya sev ya terk et” dayatmasına uygun biçimde sevmediğimi ve terk edeceğimi söylüyorum. Buna da hakkım var sanıyorum. Zulüm altında yaşadım ve zulüm altında başka bir ülkeye iltica etme hakkımı kullanıyorum.

YAŞADIKLARIM VE BANA DAYATILAN
1-YASAKLAR SALDIRILAR VE SİYASAL BASKILAR
Tiyatroya başladığım 70 li yılların başından itibaren 35 yıl yasaklar ve baskılarla karşılaştım ve bunlarla mücadele ettim. Bunların belgelerini o tarihlerde çıkan Cumhuriyet,Politika ve Milliyet gazetelerinin arşivlerinden çıkarabilirim. 1974 yılında Cumhuriyet gazetesinin sanat sayfasında çıkmış küçük bir haberin içeriği şöyleydi; “İstanbul Halk Oyuncuları kendilerine yöneltilen baskıları kınadılar. Ayrıca oyunun yazarı ve tiyatro gurup yönetmeni Ali Rıza Soydan hakkında açılan davaları da kınamaktadırlar.” Şeklindeydi.  Yani o zaman bir de oyun oynadıktan sonra arkamızdan davalar açılıyor bir de dava turnesi yapmak durumunda kalıyorduk. O davalarda isnat edilen suçta “anayasayı tağgir devleti ilgaya teşebbüs etmek suçuydu” Sonra birileri bu suçu işledi anayasayı tağgir etti Devleti ilga etti, meclisi fesh etti, Demokratik kitle örgütlerini,sendikaları,dernekleri kapattı. Bizleri de işimizden etti. Tiyatronun devleti nasıl ilga edeceğini hep merak ederdim. Oyun oynadığımız salonlarda seyirci kadarda polis olurdu. Neredeyse o kasabanın bütün polisleri tiyatroda görevlendirilmiş olurdu. Oyunlar her gittiğimiz yerde ayrı ayrı sahneye konan bir teybe kaydedilirdi. Çok yerde oyundan önce bütün oyuncuları karakola alırlar orada bayanlara çalışma karnesi sorulur. Parmak izlerimize kadar alınırdı. Bir de oyundan önce izin alma keyfiyeti vardı. Bazen salt beğenmediği için bir karakol amiri oyuna izin vermediğini söyleyebiliyordu. Bunu Manisa Somada bana söylemişti neden izin vermediniz dediğimde ben bişi anlamadım oyun daldan dala konuyor beğenmedim diyebilmişti. O yıllarda yasaklanmış ve oynanamamış bir çok oyun vardır. Oyunların oynanamayışı yasaklanması tiyatroda çalışanları ciddi anlamda mağdur ediyordu. 80 sonrasında da yasaklanan oynatılmayan oyunlar oldu ama bunların bir çoğu bölge idare mahkemelerinin yürütmeyi durdurma kararıyla yeniden sergilenebildi. Bünyan’da birde saldırı olayıyla karşılaşmıştık. Buna rağmen bir gün bu koşulların değişeceğine inancım vardı ve bunların üstesinden gelineceğini. Bu ülkenin hak ettiği demokrasiyi yaşayacağını düşünüyordum. Zorlamayla da olsa 80 e kadar işimi sürdürebildim.


2-1980 DARBESİNİN SONUÇLARI MESLEĞİMDEN MEN
1980 darbesinin ardından nasıl 1402 olan  işçi ve memurlar işinden oldularsa özellikle turne tiyatrosunu kendime meslek seçtiğim ve misyon edindiğim için ben mesleğimden hiçbir yargı kararına gerek duyulmaksızın men edildim. Çünkü bizi Anadolu’ya dernekler taşıyorlardı. 80 darbesiyle beraber dernekler kapatılınca işimizi yapmamızda mümkün olamadı.
35 yıllık sanat yaşamım boyunca kendi işim dışında her işi yaptım bir kendi işimi yapamadım. 80 sonrasında tiyatroyu “resmileştirmek” adına bir “yardım” olayı başlatıldı. Bu da aşağıda iki ayrı kültür bakanıyla yaptığım konuşmayı da içeren “uykunuzu bölüyorum sayın bakanım” başlıklı yazımda uzun uzun anlattığım sakıncaları doğurdu. Zaten bu yardıma ben başvurduğumda da alamayacaktım. Devlet tiyatroculuğu sadece kendisi yapmak yada kontrolünde tutmak istiyordu. Zaten derdi sanatın gelişmesi değil kontrolünde olmasıydı. Özellikle tiyatro sistem için çok tehlikeli bir araç olarak görünüyordu. Devlet o aracı kendi elinde tutmak için yan yana gelemeyecek iki kelimeyi birlikte kullanıyor, Devlet Tiyatroları bir başka deyişle “resmi tiyatro” Devlet tiyatrosu belediye tiyatrosu yetmiyor gibi. Bir de 80 sonrasında yardım adıyla bir kısım tiyatroyu da resmileştirerek tiyatro olayını topyekün bitirdiler. Devlet tiyatrosunda serbestçe oynanan bir oyun bile (tabii sansür ve kesintilere uğrayarak)  aynı oyunu “özel” bir tiyatro (özel tiyatro diye bir kavramda olamaz ama devlet tiyatrosu olunca karşılığı böyle oluyor.) sergilemeye kalktığında başına gelmeyen kalmıyordu. Örneğin daha önce devlet tiyatrolarında serbestçe oynanmış olan “Bir anarşistin kaza sonucu ölümü” nü sergileyen tiyatronun oyunları yasaklanmış ve bir dolu baskıya maruz kalmıştı.
3-KÜLTÜR BAKANLIĞI YARDIM BAŞVURUM
İlk kez yardım başvurusunda bulunacağım zaman randevu alıp zamanın Kültür Bakanı Fikri Sağlar’la görüştüm. Yardım konusundaki muhalif görüşlerimi de anlattıktan sonra madem böyle bir hak var bundan bizde yararlanmak istiyoruz dedim. Ama başvuru yapmadan görüşmek ve alacaksak başvurmak istediğimi söyledim. Çünkü başvuru yapmak için bile yerine getirilecek koşullar bana ciddi bir külfet yüklüyordu. Yardım yapılacağına ilişkin söz aldıktan sonra koşullarını da yerine getirerek başvurumuzu yaptık. Ancak sonuç olumlu olmadı. Yardım almak şöyle dursun birde üstüne üstlük borçlandırılmıştım. İki yıl sonra iktidar değişti bu defa İstemihan Talay’dan randevu alıp ziyaret ettim. Oda aynı şeyleri söyleyerek söz verdi. Kendisine daha önce Fikri Sağlar’ında aynı şekilde konuştuğunu söylediğimde bana sitemkar bir tonda benim adım Fikri Sağlar değil. Benim adım İstemihan Talay dedi. Hemen Bakanlık memurlarından birini çağırttı, oracıkta bakanlığın bilgisayarında evraklarımızı tamamlayarak baş vurumu yapmış oldum. Yardım açıklandığında listede yine bizim adımız yoktu. Yine borçlanmış ve tiyatro yapamaz hale gelmiştik. Başvurmasak daha karlıydık hiç değilse borçlanmamış olacaktık.. Arkasından bir de vergi borcu çıkartmıştı devlet bize. Sonunda dekor ve malzemelerimi kartal Hasan Ali yücel salonunda bir oyun sonrasında terk ederek bu işin artık Türkiye koşullarında yapılamayacağını tiyatro yapmanın artık koşullarnın olmadığını söyleyerek tiyatro yaşamıma ara verdim. Hayatın bana dayattığı şekilde ayakta durabilmek ve ekmeğimi kazanmak için bir dolu iş yaptım. Ne yaparsam yapayım hep işimi sürdürmenin yollarını aradım ve bir çok arkadaşım gibi dizilerde oynamaya başladım. Burada da durum vahimdi. Oynuyorsunuz ücretinizi aylar sonra alabiliyor yada alamıyordunuz. Bir de 80 sonrasında uzun süre işimizi yapamaz hale geldiğimiz için artık noname oyuncu sayılıyorduk piyasaya yeni giren insanlar bizi tanımıyorlardı. Yeniden sıfırdan başlamak zorunda kalmıştım ve öncesinde verdiğim emeklerim boşa gitmişti. Değer yargıları topyekün değiştiği için kendimizi ifade edecek alan bulmakta zorlanıyorduk.
4-FARKLI İŞLER YAPMAK ZORUNDA BIRAKILMAK  VE MEKANSIZ YAŞAMAK
80 sonrasında daha da ağır biçimde sansür uygulamaları yasaklar ve siyasal baskılar arttı tiyatro sanatı üzerinde. Artık Türkiye’de kültür bakanlığından yardım almadan tiyatronun yaşama şansı yok sayılıyordu. Son derece birikimli insanlar kendilerine başka alanlarda iş aramaya başladılar. Uzun zaman reklam sektöründe çalıştım. Pazarlamadan tutunda ticarete kadar bir çok iş yaptım. Yine bir ticari faaliyetim esnasında dolandırıldım ve battım. Piyasaya hayli yüksek meblağlarda borçlanmıştım. Piyasada çok sayıda karşılıksız çekim vardı. Konser organizasyonları yaparak çeklerimi piyasadan topladım ama başka bazı çeklerde cironto olduğuğum için önüme çıkan davalara yetişemiyordum. Bir çoğundan beraat ettim ve aklandım ama bir tanesinden aldığım ceza bile kesinleşmeden cezaevine konuldum. O sıralarda yapımcılığa soyunmuş ve iki film çekmiştim, filmler bu olaydan dolayı elimde kaldı satamadım. Kendime zar zor bir yerleşik düzen kurmuştum. 1998 yılından beri bimekan durumundaydım nihayet bir düzene kavuşuyordum işlerimi de tekrar bir yoluna koymak ve ayağa kalkmak üzereydim. Suadiye’de suadiye lisesinin karşısında bir daire tutmuş ve döşemiştim. Altımda bir arabam vardı. Cezam kesinleşmeden usulsüz bir şekilde Erdek cezaevine konulunca her şeyimi hatta o sıralarda kurduğum bütün bağlantılarımı da kaybettim. Maddi zararım 500 binlerin üstündeydi. Halen o davayı sürdürmekteyim iki kez temyizden bozulup geldi üçüncüye gönderdim. Türkiye’deki süreci bitirdikten sonra AHİM e götüreceğim. Ceza evinden çıkmadan önce yine sitemde de yayınladığım gibi savcılığa dilekçe yazarak tahliye edilmek istemediğimi çünkü çıktıktan sonra gidecek bir yerimin bile olmadığını yazdım. Oradan bir cevap geldi Denetimli Serbestlik Kanununda bazı haklar vardı işi olup ta devam ettirecek olanlara kredi verilebiliyordu. Yazıyla bildirdiler Denetimli serbestlik bürosundan gelip beni ziyaret ettiler derdimi anlattım. Daha sonra denetimli serbestlik kurulu yaptığı toplantıdan çıkan Adalet Bakanlığı Denetimli Serbestlik Bürosu Kurul kararı başlıklı kararını bana tebliğ etti. Bu karara göre devlet bana sahip çıkıyordu işte. Tahliye olurken koğuştakiler yinede sen devlete güvenme aramızda para toplayalım dedilerse de reddettim. Bana  Denetimli Serbestlik Kurulunun yardım yapacağını söyleyerek çıktım. Doğru Bandırmaya denetimli serbestlik müdürlüğüne gittim tamam sen bankaya git banka müdürü seni bekliyor dediler. Bankaya gittim. Banka müdürü böyle bir şeyin olamayacağını yasa var fon var ama para yok biz size nerden bu parayı vereceğiz normal kredi prosüdürü uygularız dedi ona da benim koşullarım uymuyordu. Kendimi İstanbul’ a zor attım. Bir arkadaşımı aradım o beni Kadıköy de bir otele yatırdı.. Zaten zorlukla İstanbul’a gelebilmiştim çok yorgundum odama çıktım ve derin bir uykuya dalmışım ki sabaha karşı odamın kapısı çalındı.. Kim o dediğimde “polis aç” dediler kapıyı açtım bana arandığımı söylediler. Suçum ne dedim “valla bilmiyorum burada diğer kanunlara muhalefet yazıyor” dediler. Ertesi gün hakim karşısına çıktık bana 200 lira para cezam olduğunu ödemezsem iki gün yatmam gerektiğini söyledi ve beni tekrar Bayrampaşa cezaevine götürdüler. Yani bırakın yardım almayı üstüne üstlük mağdur edilmiştim. Oradan çıktıktan sonra tekrar bu defa İstanbul Beyoğlu denetimli serbestlik bürosuna baş vurdum. Neticede hiç bişi olamadı. Beyoğlu kaymakamlığı beni Beyoğlu “evsizler evi”ne yerleştirdi. Orada hemen bir hafta sonra yemeklerin iyi çıkmadığını gördüm. Kendim için yapamadığım şeyi sosyal sorumluluk projeleri için yapabilecek durumdaydım sodeksoyu aradım ve bir yıl üç öğün yemek getirilmesini sağladım. Bir faydam olduğunu düşünüyordum ve kendimi toparlayana kadar burada kalacağımı düşünüyordum. Sosyal yardımlaşma vakıf müdürü de bana aynısını söylemişti. Ama kısa zaman sonra kaymakamın yeri değişti vakıf müdürü görevden alındı yerine gelen kaymakam benimle görüşmeyi bile reddetti ve beni zamanım dolduğu gerekçesiyle oradan da çıkarttılar yine sokaklardaydım. Ayrıca yine o tarihlerde sosyal yardımlaşma vakfının faizsiz ve 4 yılda geri ödenen bir kredisi olduğunu söyleyip ona başvurmam halinde bundan istifade ettireceklerine söz verdiler ama kaymakam mal müdürü ve sosyal yardımlaşma müdürlerinin yerleri değişince yardımcısı müdür oldu oda bana bir yıl sonra cevap verdi. Cevap olumsuzdu. Sonra biraz çalışıp bir imkan buldum bu arada belediyeden yardım almayı denedim. Adlımda ama aşağılayarak verilen bir paraydı buda. Neticede bir ev tutabildim biraz çalışmaya başlamıştım ve kendime bir düzen kurmuştum işlerim iyileşiyordu ki arkasından kriz patladı piyasa zora girdi bunu fırsat bilen yapımcılar ve kanallar ödemeleri geciktirmeye başladılar. Koşullar giderek ağırlaştı. Arkasından ev sahibimde “oğlum oturacak evden çık” deyince kurduğum düzende bozuldu. Bütün mücadele ve çabalarıma rağmen yeniden bir düzen kurabilmem mümkün olmadı. Durum benim için giderek ağırlaşmaya başladı adeta en temel hakkım olan yaşama ve barınma hakkım elimden alındı.
5-SAHİPLENME MÜRİTLİK VE MÜRŞİTLİK KÜLTÜRÜ
Tiyatroya başladığım yıllarda oyun çıkarabilmek için yardım istediğimiz ve bize mekan ve yer sunan herkes sahip çıkma gayreti içindeydi. Örneğin bir siyasi partinin binasında prova yapıp bir oyun çıkartmıştık oyunu sergilemek üzere köylere gitmiş köy kahvesinde masaları birleştirerek yaptığımız sahnede oyun sergiliyorduk ki. Parti heyeti arkamızdan gelip bunlar bizim gençlerimiz diye propaganda yapmaya kalkmışlar bende buna ağır şekilde tepki göstermiştim. İdeolojik argumanlar Devlette içinde olmak üzere özellikle tiyatro sanatına müdahale ediyor onu kendi uhdesine geçirmeye çalışıyor özgür bırakmıyordu. Ben her zaman ve her dönemde kendi anladığım biçimde sanat yapmaya çalıştım ve kimsenin müridi olmadım. Müritlik sadece muhafazakar kesimde değil inanç toplumu özelliğinden kaynaklı her kesimde vardı. Kendisinden olmayanı ötekileştiren bu anlayışlara ödün vermediğim içinde ayrık otu gibi yalnız kaldım. Kimseye yalakalık yada yaranmacılık yapmadım.



6-SONUÇ OLARAK HAYATIMI GERİ İSTİYORUM
Bütün bu yaşadıklarımın sonucunda iki kez yuvam dağıldı. Evliliğim sona erdi ve çocuklarımı göremediğim gibi onlara babalıkta yapamadım ve sahiplenemedim. Aile birliğimi bile koruyamadım. Onların eğitimine ve yetişmesine katkım olamadı. Benim işimin olumsuz yansımalarının bedelini çocuklarım ödediler. Yani bu sadece benim yaşamıma mal olmadı. Bunun bedelini benim dışımda çocuklarım ve eşlerimde ödemiş oldular.  
Bütün bu saydıklarım  yaşadıklarımın sadece bir kısmıdır.Ben bu ülkede benim hak ettiğim değil bana dayatılanı yaşamak zorunda kaldım . Ve bu benim için çok ağır bir zulümdür. Ben bu zulmü hak ettiğimi düşünmüyorum. Bu güne kadar bu ülkeyi kötü yöneten ve özellikle kültür sanat konusunda sığ davranan bütün yöneticileri temsilen TC Devletine dava açmak üzere hukuki süreci başlatmış bulunuyorum.


TALEBİM
Ben yaşamım boyunca bütün bunlarla mücadele etmekten yoruldum. Açıkçası çok fazla umudum da kalmadı. Bu saatten sonra ben ağzımla kuş tutsam Türkiye’de ve bu koşullarda sanat adına yapacağım çok şeyde kalmadı. Zaten sosyal güvencemde yok yaşamımın kalan kısmını daha demokratik bir ülkede yaşamak istiyorum. Kendi adıma bir talebim yok sanatçı olarak yaşadığım zulmü başkalarının yaşamasını istemiyorum. O yüzden daha çok demokrasi sanata ve özellikle de tiyatroya özgürlük ve tiyatro içinde sinema için de bir an önce ve hiç zaman kaybetmeden gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasını. Devletin sanat üretiminden vaz geçmesini mümkünse tamamen elini çekmesini sadece üstüne düşeni yani kültürel alt yapı hizmetini yerine getirmesini istiyor diliyor ve umud ediyorum. Vatandaşlıktan çıkarılma talebimi yineliyorum. Artık bu ülkede mülteciden beter koşullarda yaşamak istemiyorum. Başka bir adam gibi ülkede mülteci olmak istiyorum.

SANATÇI MANİFESTOSU 2010

2010 AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİNDE KÜLTÜR SANAT ADAMLARIN YAŞA(MA)DIKLARINDAN ÖRNEKLEMELER
(BUNUN İÇİNDE GAZETECİLER YAZARLAR EDEBİYATÇİLAR ŞAİRLER RESSAMLAR VB. YOK)

Yeni bir yıla taze umutlarla girerken, yoksulluğun kucağında sönen ve hâlâ bunu acılar içinde yaşayan yıldızlardan bazılarını size hatırlatmak istiyoruz. İster ibret vesikası olarak saklayın, ister hayattakilere yardım etmek için harekete geçin, kollarınızı sıvayın...

OKTAY GÜZELOĞLU’NUN TURNE TİYATROCULARI KİTABINDAN ALINTI

“'Kofti Nusret', İzmit'te bir belediye otobüsünün altında kalarak öldü.
İstanbul'da kaldığı huzurevinden tiyatro yapmak uğruna kaçmıştı. Öldüğünde 87 yaşındaydı. Cenazede beş sanatçı dostundan başka kimse yoktu.Cenazesinin kaldırılışını görseydi bir kez daha ölürdü!"
İ. Hakkı Karadayı, İzmir'deki Gürçeşme Huzurevi'nde ölmüştü. Mezarını bilen yoktu. Mezarlıklar Müdürlüğünden Karşıyaka'daki Kimsesizler Mezarlığı'na “atıldığını'” öğrendik. "Atıldı, diyorum çünkü, memleketin ilk meddahlarından biri, huzurevinde ölüyor ve kimsesizler mezarlığına gömülüyor."
Feza Zerengil ve Nabi Atay'ın cenazelerine yetişememiş Oktay. Üç-beş kişiyle kaldırılmış cenazeleri. Türkiye'nin çadır tiyatrolarına klasik eserleri taşıyan ilk tiyatrocu Cambaz Şevket de Bahçelievler Huzurevi'nde ölmüş.
Hepsinin sonları aynı
Yaşamlarını yazamadığı tiyatro sanatçısı dostlarının da sonları benzer olmuş: "Özdemir Yücel, Beyoğlu'nda bir otel odasında rehin öldüğünde 70 yaşındaydı. Orhan Pişkin 76 yaşında sokaklarda yaşamını yitirdi. Son yıllarında akli dengesini de kaybetmişti. İsmail Rona, Bolu'da otel köşelerinde öldü, otel parası için hayatının son deminde tiyatrolarda oynadı.
Aziz Nesin'in ölümsüz eseri 'Bir Tiyatrocunun Anıları' kitabının kahramanı Hasan Kol, Eskişehir'de Kimsesizler Mezarlığı'na gömüldü, tabutu İstanbul'a parasızlıktan getirilemedi.
Yine büyük ustalardan Muzaffer Hepgüler hastaydı. İlaçlarını alabilmek için hasta haliyle tiyatrolarda çalıştı. Bu tiyatrolar onu hasta haliyle Anadolu'ya turneye götürdüler. Yollarda hastalığı artınca da kaldığı yerde bıraktılar. İstanbul'a dönüp emeklilik işlemleriyle uğraştı, ilk maaşını alamadan pansiyonlarda borçlu öldü. İsmail Cavcı, kukla tiyatrosunun ustalarındandı. Bakırköy'de huzurevinde öldü."




HABERLERDEN
Yeşilçam`dan Huzurevine
27.08.2009 19:52
Türk sinemasında ’Şişko Nuri’ olarak tanınan ve yaklaşık 300 sinema filminde rol alan 59 yaşındaki Sıtkı Sezgin, hayatının geri kalan bölümünü huzurevinde geçiriyor.

Aliye RONA

Aliye RONA’yı belki çoğunuz ismini duyduğunda hatırlamaya bilir ama eminim ki resmini gördüğünüzde onu hatırlamamak mümkün değildir... İşte Aliye RONA;

Yıllarını Türk sinemasına vermiş ve yüzlerce filmde oynamış Aliye RONA 1996 yılında bir huzurevinde sefalet içerisinde hayata veda etmiştir.

ALİ EYÜBOĞLU / MİLLİYET
Hadi Çaman’ın dramı
Anlatması zor bir fotoğraf bu... Açlık deyince akıllara gelen Afrikalı insanların fotoğraflarını düşünün... “Bir deri bir kemik kalmış” denir ya, aynen öyle...
Yemek yiyemiyor, su içemiyor, konuşuyor ama sesi çıkmıyor... Meramını ifade edemediği için de haliyle öfkeleniyor, üzülüyor...
Bebekler gibi mamayla besleniyor...
Bebekler mamasını kaşıkla yiyor, ama o çiğneme refleksi yok olduğu için delinen gırtlaktan mideye salınan hortumlardan gelen sıvılarla...
Vücudun tüm kasları eridiği için ayağa kalkamıyor, o nedenle o da çocuklar gibi bezleniyor.
Yüreğim el vermediği için fotoğrafını çekemeyip, durumunu yazarak gözler önüne sermeye çalıştığım bu insan, tiyatro oyuncusu Hadi Çaman...
2007’nin son günlerinde ALS hastalığına yakalanan Çaman, 2008’in mayıs ayından bu yana Kızıltoprak’taki Doğa Huzurevi’nde.
Önceki gün Huzurevi’nin sahibi Levent Cebir aracılığıyla randevu alıp gittim ziyaretine...
Yıllarca tiyatro dünyasının haberlerini yapan gazeteci Bülent Kınay, dostu Çaman’ın son halini ağlayarak anlatırken beynimde hayali bir fotoğraf oluşmuştu, ama o fotoğrafın, gerçeğiyle uzak yakın alakası yoktu.
Zaman zaman bilinci konusunda da sorun yaşayan Çaman, beni görünce hemen tanıdı. Gözleri ışıl ışıl oldu, bir şeyler söylemeye başladı. Huzurevi çalışanları, Çaman’ın söylemeye çalıştıklarını bana aktardı.
Fotoğraflarla teselli
İlk gösterdiği şey, yatağının dibindeki demire astığı fotoğraflar oldu...
Fotoğrafların biri; Hadi Çaman’ın Kocaeli Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan oğlu Efe ile sağlıklı ve mutlu günlerinden bir kareydi, diğeri de gelini ve torunuyla birlikte Hadi Çaman...
Üstteki fotoğrafı gösterip, “Benim torunum” derken gözleri doldu. Sonra cebimdeki bloknotu çıkarıp verdim kendisine, bir de kalem, meramını daha rahat anlatması için...
Parmakları kalemi tutup, düzgün şekilde yazı yazmasına imkân vermiyordu ama ona rağmen bir hayli çabaladı bir şeyler yazmak için.
“Sesim yok... İnanılmaz zayıfladım. Evde yaşamama imkân yok. Münir Özkul’la Vehbi Koç’un kızı da benim gibi... 40 yıldan sonra bu hale gelmem beni mahvetti. Ölmek istiyorum” deyip, altını imzalayıp, bloknotu bana uzattı...
Yazdıklarını okuyunca içim burkuldu.
Düzenli olarak kullandığım şeker ve tansiyon ilaçlarımı saatlerinde almış olmama rağmen kendimi iyi hissetmediğimi anlayınca mecburen elini sıkıp, acil şifalar diledikten sonra çıktım odasından...
Yanından ayrılmadan önce son kez göz göze geldiğimizde birkaç dakika önce torununun fotoğrafını gösterince dolan gözlerinin nemlenmesi ise bir hançer gibi saplandı yüreğime...
Baykal Kent:

Baykal Kent, ömrünün elli yılını tiyatro ve sinemaya adamış bir emekçi. 65 yaşında. Figüranlık yaparak Yeşilçam'a adım atmış. Sayısız filmde rol almış. Maddi zorluk çekmiş. "Çok kötüydüm. Ne yapacaksınız? Denize düşen yılana sarılmaz, huzurevine sarılır. Ben geldim, sarıldım. Beni kabul ettiler. " diye konuşuyor.

Meral Zeren'in dramı

http://www.hurriyet.com.tr/_np/0189/7180189.jpg
 Salako, Hanzo, Salak Milyoner, Şaşkın Damat, Banker Bilo gibi gişe rekorları kırmış ve halen beğeniyle izlenen bir çok filmde oynamış, Yeşilçam’ın en güzel kadınlarından biri olan Meral Zeren inanılmaz dramıyla canlı yayındaydı…
Yıllarca şöhretini kaybetmeye başladıktan sonra maddi yönden de zayıflayan Meral Zeren’in kedi ve köpekleriyle yaşadığı evinden görüntüler ilk kez ekrana geldi…
Borç batağında yaşayan, kaloriferi kesik olan ve bakımsızlıktan duvarları örümcek bağlayan evinde tek başına yaşayan Meral Zeren, çalışmak istediğini ve yapımcılardan iş istediğini söyledi…Borçlarını ödediği takdirde yeniden eski günlerine döneceğine inandığını söyleyen Meral Zeren, “İş istiyorum. İş gelirse hayatımı düzene sokup, hayatımda ilk kez evlenmeyi bile düşünüyorum” dedi…


CAHİDE SONKU
Hayatı fırtınalarla geçen, figüranlıktan zirveye ulaşan Cahide Sonku, bastığı yerlere halı serilen, ayakkabısından şampanya içilen sinemamızın ilk starıydı. Sonku, tiyatro ve sinema dünyamızın en güzel ama en kötü kaderli yıldızı oldu. Parasının kıymetini bilmedi, har vurup harman savurdu. Ve buna alkol tutkusu da eklenince sonunda sokaklarda kalacak kadar göz yaşartan bir yoksulluğun pençesine düştü. Cahide, 18 Mart 1981’de, bugün Pera Palas’ın karşısında olan ve yıllar sonra onun anısına açılan ‘Cahide’s Restoran’ın bulunduğu yerde kör kütük sarhoş hayata veda etti. Öldüğünde 65 yaşındaydı.


DENİZ AKBULUT
Tiyatro ve sinema oyuncusu, şarkıcı Deniz Akbulut, oyunculuğa Nejat Uygur Tiyatrosu’nda başladı. 50’nin üzerinde film çeviren ve sesiyle de halkın sevgisini kazanan İstanbullu sanatçı, film setinde geçirdiği bir kaza sonunda 1996’da gözlerini kaybetti. Dört yıl önce kocası tarafından terk edildi. Akbulut, şimdi kaderiyle baş başa, köşesinde ilgi bekliyor.


MESUT ENGİN
1953 Söke doğumlu Mesut Engin, 1973’de Ses Dergisi’nin düzenlediği Artist Yarışması’nda ‘Kral’ seçildi; ardından da fotomodellik, mankenlik, oyunculuk yaptı. Kadir İnanır, Zeynep Değirmencioğlu, Ayhan Işık, Perihan Savaş gibi sanatçılarla kamera karşısına geçti, çok sayıda filmde rol aldı. 1976’da geçirdiği bir trafik kazası, onun hayatını altüst etti. Sağ el bileğinin sinirleri kesilen genç aktör, hayata küstü ve alkole başladı. Şimdi hâlâ köşesinde ve sinemadan hiçbir dostu onun yanında değil.


SAMİ HAZİNSES
1925’de Diyarbakır’da doğan Sami Hazinses, ilkokuldan sonra çalışmak için İstanbul’a geldi. 1953’de Mahir Canova’nın yönettiği ‘Kara Davut’ filmindeki rolle sinemaya başladı. Sonraki yıllarda çevirdiği filmlerle rolleri büyüyen Hazinses, Türk sinemasının unutulmaz komedi sanatçıları arasına girmeyi başardı. Hazinses, oyunculuğunun yanı sıra güfte ve beste çalışmaları da yaptı. Son yıllarında sefaletin kucağında olan sanatçı, Göztepe Semiha Şakir Huzurevi’ndeydi. 2002’nin ağustos ayında hayata gözlerini yalnızlık içinde yumdu.


SEVİM ŞENGÜL
Tıpkı Belkıs Özener gibi, Yeşilçam’da birçok filme sesini veren ses sanatçısı Sevim Şengül, 1938’de İstanbul’da doğdu. Özellikle 60’lı yıllarda İstanbul sahnelerinde fırtına gibi esti. Türk müziği ve fantezi türü şarkılarla çok sevildi. ‘Bar Kızı’, ‘Sürtük’, ‘Bana Derler Fosforlu’, ‘Veda Busesi’ gibi filmlerde Türkan Şoray’ın okuduğu şarkılara sesini verdi. O da diğer yoksulluk uçurumuna düşen ünlüler gibi, önce işini, sonra sağlığını yitirdi. Son günlerini hayranlarından birinin evine sığınarak geçirdi. En son Bursa Devlet Hastanesi morgunda yapayalnız kaldı. 1999’un ağustos ayında birkaç yakını tarafından toprağa verildi.


SUPHİ KANER
1950’lerde ve 60’ların başında Türk sinemasında fırtına gibi esen komedyen karakter oyuncusu Suphi Kaner, çeşitli sorunlarla iç içe yaşarken, aşırı duyarlı kişiliği nedeniyle alkole bağımlı oldu. Alkol yüzünden dönemin Prodüktör Cemiyeti ortak karar alarak ona kimsenin iş vermemesini sağladı. Düştüğü yoksulluk ve bunalım çukurunda daha fazla duramadı ve 1963 Ağustos’unda intihar ederek hayata veda etti. Öldüğünde cebinde 15 lirası vardı. Daktilo makinesi de 50 liraya rehindeydi.

Sanatçı Yaman Tarcan intihar etti

Tiyatro ve sinema oyuncusu Selahattin Yaman Tarcan (50), Kadıköy'deki evinde, babasından miras kalan tabancayla kafasına sıktığı tek kurşunla intihar etti. Geçim sıkıntısı ve işsizlik sonucunda bunalıma girip hayatına son verdi.

Münir Özkul çok hasta

Türk sinemasının emektar oyuncusu iki aydan beri yatağa bağlı yaşıyor. Yardımsız yürüyemiyor.
Türk sinemasının usta oyuncusu Münir Özkul’un kızı Güner Özkul babasının sağlığının iyi olmadığını belirterek, yaşadığı sıkıntıları anlattı.


YILDIRIM ÖNAL
Tiyatro ve sinema oyuncusu, yönetmen Yıldırım Önal, 11 Ekim 1982’de İzmir’de beyin kanamasından ölürken yoksulluğun pençesindeydi. 1931’de İzmir’de doğan, Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nü bitirdikten sonra uzun yıllar Devlet Tiyatroları’nda çalışan Önal, bir dönem televizyon dizilerinde oynadı. ‘Karanlığı Gören Gözler’, ‘Güneşi Görüyorum’ ve ‘Fotoğraftakiler’ adlı televizyon çalışmaları yankılar yarattı. Ne var ki, gece hayatı ve alkol yüzünden ekonomik durumu bozuldu ve son yılları yoksulluk içinde geçti.

http://www.internethaber.com/images/news/97091.jpg
Yeşilçam'dan bir yıldız daha kaydı!
15 Temmuz 2009 Çarşamba 10:35
Yeşilçam'da oyunculuğu ve yönetmenliğiyle iz bırakan 65 yaşındaki Birol Işın, kaldığı Beyoğlu Yaşam Evi'nde ölü bulundu.Işın'ın cenazesine oğlu, kızı ve Darülaceze görevlileri dışında katılan olmadı
Yeşilçam'da oyunculuğu ve yönetmenliğiyle iz bırakan 65 yaşındaki Birol Işın, kaldığı Beyoğlu Yaşam Evi'nde ölü bulundu. Kalp krizi sonucu yaşamını yitirdiği anlaşılan Işın'ın cenazesine oğlu, kızı ve Darülaceze görevlileri dışında katılan olmadı. Yıllar önce oğlu Finlandiya'ya, kızı da Almanya'ya yerleşen yönetmen Birol Işın, eşinden de ayrılınca bunalıma girdi.
Ekonomik durumu bozulunca sokaklara düştü. 2005 kışında sokakta donmak üzereyken bulunan Işın'a, Kayışdağı Darülaceze Müdürlüğü sahip çıktı. Bu dönemde 6 senaryo kaleme alan Işın, 2007'de "Yaşam Evleri" projesi kapsamında Beyoğlu Sururi Mahallesi'nde bir apartmanın giriş katındaki eve yerleştirildi. Yanında da 68 yaşında bir ev arkadaşı vardı. Bu evde de senaryo yazmaya devam eden Işın, kendi hayatını kaleme aldığı "Ramazanda Gözyaşları" adlı yapıtını sinemaya çekti ve başrolünü üstlendi. ancak film gösterime girmedi.


MÜJDAT GEZEN SANATÇI EVİNDE KALANLARIN ADINI VERMİYOR

ECE PİRİM: Sevginin paylaştıkça büyüdüğüne inanan birisiniz. Bir de huzurevi açtınız. Oradan bahseder misiniz?
MÜJDAT GEZEN: Evet, açtım. 7. yıla girdi. İlke olarak ben orada fotoğraf çektirmiyorum. Haber yapılmasında önayak olmak istemiyorum. Onların özel hayatı olduğunu düşünüyorum. İsmini de huzur evi yerine "Sanatçı evi" koydum. Çünkü orada eski, yaşlı sanatçılar kalıyorlar.

Muhtaç sanatçılara huzurevi
 Sinemaya yıllarca emek veren, ancak sosyal güvenlikleri olmadığı için ilerleyen yaşlarda yoksulluk içine düşen sinema emekçilerinin sosyal güvenlik talepleri görmezden gelinirken, bakanlık 'muhtaç sanatçılar' için huzurevi açıyor. Devlet Bakanı Yüksel Yalova, İstanbul'da Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait bir arsaya muhtaç sanatçılar için sosyal tesis ve huzurevi yaptırılmasına ilişkin bir hazırlık içinde olduğunu belirtti.

Sinemanın bir 'Kötü adam'ı daha öldü.

Türk sinemasının emektar oyuncularından 82 yaşındaki Yılmaz Kurt İzmir'de hayatını kaybetti.

Bugüne kadar, Cüneyt Arkın ile olanlar başta olmak üzere çok sayıda filmde rol alan Yılmaz Kurt, 16 yıldan bu yana oyuncu olarak görev aldığı İsmail Gülnar Tiyatrosu ile çıktıkları turnede, Muğla'nın Fethiye İlçesi'nde oyunda rahatsızlandı.

Fethiye Devlet Hastanesi'ne kaldırılan Yılmaz Kurt daha sonra İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne getirildi. Kanser olan Kurt, 3 günden bu yana tedavi gördüğü İzmir'deki hastanede bu sabah öldü.

Laz Ziya'nın dramı..

Kurtlar Vadisi'nin unutulmaz oyuncularından İstemi Betil zor günler geçiriyor.

Kurtlar Vadisi dizisinin unutulmaz karakteri İstemi Betil (Laz Ziya),
diziden ayrıldıktan sonra ekonomik durumunu bir türlü düzeltemeyince
İstanbul'da kirada oturduğu daireyi olaylı bir şekilde boşaltmıştı.

Çok yakın bir dostundan borç para bekleyen ancak para zamanında gelmeyince komşularına karşı mahçup olan 62 yaşındaki İstemi Betil, yaşadığı zor günlerin ardından huzuru Yalova'da oturan 92 yaşındaki annesi Fatma Hanım ve 95 yaşındaki babası Nazif Bey'in yanlarına yerleşerek buldu. 'Mega Magazin'in ailesinin yanında görüntülediği İstemi Betil, "Düşenin dostu
olmaz, düşmeyeceksin ama bazen düşürebiliyorlar' diyerek bir yerlere mesaj
gönderdi. Başarılı oyuncu babası Nazif Amca için, 'babam 95 yaşında ve
yaşayan en eski Beşiktaşlı'dır' diyerek şaşırttı.

Oyuncu Erdinç Bora bir süredir kaldığı huzurevinde fenalaşarak Göztepe hastanesine kaldırılmıştı. Doktorların bakımsızlık nedeniyle kanının tükendiğini söyledikleri Erdinç Bora yaşama veda etti.


YILDIZ KENTER’İN ROPORTAJINDA SÖYLEDİĞİ ANLAMLI SÖZLER

Yıldız Kenter’i 55 yıllık başarılı tiyatro kariyerine taşıyan özellikler...
Mesleğini kendinden çok sevmek. Mesleğe saygı duymak. Yüce bir şeyin karşısında eğilir gibi onun karşısında eğilebilmek. Her şeyini onun için harcayabilmek. Güzelliğini , bedenini , zamanını , her şeyini ona vermek.
Hepimizde aynı duygular var. Hepimiz zorlandık. Hepimiz acı çektik. Hepimiz mutlu olduk. Hepimiz aynıyız. Hepimiz bir
tuhafız yani...
Tiyatronun sorunlarına dair..
Özel bir tiyatroyu belli bir seviyenin altında düşürmeden ayakta tutmak çok zor. Düşünün , o kadar çok yönden bir haksız rekabet altında eziliyoruz ki. Ödenekli tiyatroların inanılmaz kadroları var ve üretken olmayan bir güce de maaş ödeyebiliyorlar. Ben ödenekli tiyatrolar olmasın demiyorum asla. Tabii ki şehir ve devlet tiyatroları olmalı. Ama , halihazır sistemin değişmesi gerekli. "Bu sistemi kim değiştirecek?" O önemli. Tarafsız , sanata aşkla bağlı olan , sanatı ve sanatçıyı ön planda tutarak değerlendirecek bir zihniyet. Bu da maalesef bu ara biraz uzak bir olasılık gibi. Belli de olmaz tabii.
Hayatını idame ettirebilmek için özel ders verdiğini söyleyen Kenter sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu ülkede yaşlı insanlara bakış açısı üzücü. Türkiye'de 'Yeter yahu, artık öl' gibi bir tavır sergileniyor. Şimdi ben aynı tavrı yaşıyor ve hissediyorum."
Bunları okurken az önce neden birşeyler kenara koymazlar diye düşünüverdim, biriktirmezler
Yılarını adamış bir sanatcıya, hic mi arka cıkan olmaz
Sigortaları olmaz mı
Kimi zaman bi bakıyorum, yine yıllarını adamış bir sanatcı, huzur evinde vefat ettiğini duyoruz
Onca sorular yine başlıyor kafama takılmaya
Ayleleri yokmudur, onca sene nasıl yaşadılar, nerede yaşadılar, evleri yokmu...
Kazancları ne kadar dı.... ki şimdiki sanatcılarla tabi ki karşılaşırılamaz gelirleri, bunun bilincindeyim
Şimdikleri kıymet biliyormu
Bu gibi olabilecek durumları göz önüne alabiliyormu
Gelecek günleri için birşeyler önceden yapıyorlar mı
Şimdi tabi ki sana mı kaldı bunları düşünmek denilebilinir...
Fakat ara ara yansıyan bu tarz yazılar media da, üzücü oluyor ve elimde olmadan bi bakıyorum, sorular icersinde kaldığımı görüyorum.


   Tiyatrocular İlgi bekliyor
( Adnan Tönel )

Gerçek Tiyatro İnsanları, son dönemde türeyen dizi film ya da sinema oyuncularının çalışma tempolarını ve para kazanmak için içine düştükleri kısır döngüyü nasıl değerlendiriyorlar bilinmez? Ama son dönemde yaşananlardan sonra, Tiyatro Sanatçılarının, dizi film ya da sinema oyuncusu gibi “iyi şartlarda yaşama hakkından” mahrum olarak mesleklerini sürdürdükleri de bir gerçek. Onlar için hayatın zorluklarla dolu olduğu gerçeğini, her gün gazetelerde okuyor, daha da acısı onların güvencesiz geçen yıllarının sonunda, ne büyük ekonomik sıkıntılar atlattıklarını da yaptıkları açıklamalarından öğreniyoruz. Tiyatrolarının kapısına kilit vuranından tutun da vergi borcunu ödeyebilmek için kredi peşinde koşanına kadar pek çoğunun sıkıntısı aynı: “Tiyatrocular üvey evlat muamelesi görüyor”

Şükran Güngör, Savaş Dinçel, Hadi Çaman, Gazanfer Özcan son yıllarda yitirdiğimiz usta oyuncularımızdan bazıları. Hastalık onların yakasına yapışmış , ama onlar her akşam sahneye çıkmaya devam ediyorlardı. Belki şu anda yaşları 65-70’i geçmiş pek çok oyuncu bu şartlarda sahne almaya devam ediyorlar , belki de hastalıklarının farkında olmadan ya da son ana kadar sahnede kalma arzusuyla…

Geçtiğimiz günlerde kalbimizde buruk acı bırakacak Gazanfer Özcan’ın vefatından sonra, bu yazı daha bir anlam ifade edecektir diye düşünüyorum. Şöyle ki; uzun yıllar Ferhan Şensoy'un Tiyatrosu’nda oyunlarını izlediğimiz Baykal Kent, rahatsızlığı nüksedince bir süre tedavi gördükten sonra kararını verdi ve meslek hayatının 50. yılında Bursa'da bir huzurevine yerleşti. Kendi adına bir tiyatrosu yoktu ama mesleğinden edindiği alçak gönüllülükle kimseye sorun olmadan usta tiyatro oyuncusu Baykal Kent, İstanbul'dan uzakta, Uludağ'ın eteklerinde bir huzurevini seçti. Orada mutluluk vardı ya da kendi deyimiyle kimsenin dır dırı yoktu ona göre.

Sanatçı bir süredir maddi sıkıntı içinde olmalıydı ki bu yolu seçmişti. Bursa Büyükşehir Belediyesi Fethiye Dörtçelik Huzurevi'ne yerleşen Baykal Kent ,duyduğumuza göre oradaki arkadaşlarına şunları söylüyormuş. "Kimse tarafından buraya gönderilmedim. Buraya kendi isteğimle geldim. Buradan da kısmet olursa da güzel bir yere gömülüp temiz havada yatmak istiyorum. Artık buradan sonrası güzel bir selvi gölgesi. Buraya huzuru bulmaya geldim, huzurlu ölmek istiyorum. Görmediğim yer kalmadı. En son göreceğim yer burasıymış. Bileti alıp sinemaya geldik, İkinci sıradan bir yer verdiler. Oturup bekliyoruz"

Tiyatro Sanatçısı Semih Sergen, Bazı Sanatçıların Sefil Bir Hayat Sürdüğünü Belirterek, Bu İnsanlara Devletin Sahip Çıkmasını İstedi.

Fıstık Festivali kapsamında Gaziantep'e gelen Sergen, bir gazetecinin, "Bazı sanatçılar sefil bir hayat yaşıyor, bu insanlara sahip çıkılmıyor mu?" şeklindeki sorusuna, sanatçıların, daha iyi koşullarda yaşayabilmeleri için bütün sanatçılara devlet himayesi getirilmesi gerektiğini söyledi. Sergen, "Arkadaşlarımız bazen darülaceze köşelerinde bazen oraları da bulamadan sefalet içinde göçüp gidiyorlar. Bu konuda sadece film şirketlerinin, sanatçıların kendi aralarında toplanarak bir şeyler yapması mümkün değil. Bir avuç sanatçı için bir devlet himayesi, bir devlet şemsiyesi getirilmeli.'' dedi. Ezilen kadınlar ve sokak çocukları için yurtlar yapıldığını anlatan Sergen, fakir sanatçılara (SANATÇI NEDEN FAKİR OLUR) da el uzatılması gerektiğini kaydetti.

Ve diğerleri:

ERDOĞAN SEREN NİLGÜN SEREN
Son dönemlerinde yoksulluk ve sefalet yüzünden evsiz barksız kalmışlar ve Beyoğlu Belediyesinin yardımıyla bir otelde kalmışlar çocuklarının eğitimine ve sefalet içinde katkıda bulunamamışlar  önce Erdoğan Seren arkasındanda geçtiğimiz günlerde Nilgün Seren hayatlarını kaybettiler

MEHMET ÖZEKİT
Ağır hastaydı ve yoksuldu son dönemleri sefalet içinde geçmişti. Bir zamanların ses operetinin yıldızı Mehmet Özekit sefalet içinde hayata gözlerini yumdu.

MİMİ SERTOĞLU (KLEANİTİS SUGURU)
Sosyal güvencesi yoktu şeker hastasıydı yaşamı otel odalarında sefalet içinde geçmişti 1980 sonrasında rum asıllıydı neler olduğunu çokta anlayamıyordu. Hep umutları ardı bir gün düzeleceğine ilişkin bir bekar odasında hastalığı nedeniyle yenik düştü yaşama..




AJLAN AKTUĞ
ŞİNASİ ÖZONUK
GÜNER ÖZONUK
BİLGE OLGAÇ
SAVAŞ TANER (KIRGUŞ)
SEVİM ÇALIŞGİR
ZEKİ GÖKER
NECDET YAKIN
ORÇUN SONAT
TUNCER NECMİOĞLU
ORHAN BAŞARAN
VALA ÖNENGÜT
AHMET ŞEFİK KIRAN (İNTİHAR ETTİ)
ARHAN ERÇİN
YÜKSEL GÖZEN
ASUMAN ARSAN
BELKIS BERGÜZAR DİLLİGİL
İSMAİL HAKKI ŞEN
EROL DURAK
KEREM YILMAZER (ŞEHİT OLDU)
DUYGU ANKARA
AYTON SERT
YAMAN OKAY
İBRAHİM ALBEN
DİLAVER UYANIK


Bu saydığımız sanatçı dostlarımızın da büyük sıkıntılarla geçen hayatları layık olmadıkları şekilde son bulmuştur.
Yukarda sayılanların tümü yitirdiklerimizden aklımıza gelenlerdir. Bunun dışında 80 ihtilalinden sonra çok sevdiği mesleğini ekonomik nedenlerle dayanma güçleri olmadığı için bırakanlar ve İstanbul dışında başka yerlere yerleşerek hayatını sürdürenlerin sayısı da yabana atılmayacak kadar çoktur. 80 darbesiyle beraber sanat dünyamız çok sayıda yetişmiş tiyatro ve sinema sanatçısını kaybetmiş onları çok seven izleyicilerinden mahrum bırakmıştır. Pazartesi günleri TRT 2 de yayınlanan “kaybedenler” adlı belgesel programda da bu konu anlatılmaktadır.

ONLAR KAYBEDENLER OLDULAR

Çok sayıda arkadaşımızın huzurevlerinde bekar odalarında ve ucuz otellerde sefalet içinde öldüğünü yukarıdaki örneklerden anlıyoruz.  Bunun dışında halihazırda huzur evlerinde olan ve kendisine yakışmayacak yerlerde hatta bazıları bimekan durumunda yaşamlarını sürdürmek zorunda kalan arkadaşlarımızda vardır.
Tüm bunların sorumlusu sadece kendileri ve sanat camiası değil gerekli yasalar, mevcut yasaların düzenlemelerini ve uygulamadaki aksaklıkları gidermeyen onların “kayıt dışı” başta olmak üzere sosyal güvencesiz,telifsiz yaşamaya mecbur edenlerdir.
YANİ HIRSIZ DA SUÇLUDUR.
Bunu söylerken kendi hatalarımızı görmezden gelmiyoruz. Çünkü yeterince örgütlenmedik ve mücadele edip üretimden ve yaratımdan gelen gücümüzü yeterince kullanamadık.
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk “sanatsız kalan bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” Derken acaba bu günleri ve yukarıdaki tabloyu mu kastetmişti.
Sanatçı kolay mı yetişiyor ki bu kadar kolay harcanabiliyor bu ülkede.
Nazım Hikmet’ten ten Yılmaz Güney’e Ahmet Kaya Cem Karaca Fakir Baykurt’a kadar bir çok sanatçı doğduğu toprakları terk edip yaşayabilmek için başka ülkeleri tercih etmedi mi.

TANRILAR HALA MI KURBAN İSTİYORLAR

YETMEDİ Mİ…..
















İtü sözlük bakın Türkiye’de sanatçı olmayı nasıl tanımlamış

türkiye de sanatçı olmak  
1.    kimlerdir?;su götürmez bir gerçek olarak kendini böyle tanıtan herkes
ne iş yaparlar?;"durgun suya taş atmak"eylemini gerçekleştirirler,hem de sektirmeli,cuplatmalı,kaydırmalı her türlüsünden
yaptıkları işi nasıl tanımlarlar?;"suya yazı yazmak" gibi bizim işimiz,ehe öhö.. gibi kıvrım kıvrım kıvranıp ağızlarını büke büke

not: bu giride bana su yardımcı olmuştur kalan son bir kaşık suda boğmak için kullanılacaktır
(abece, 23.07.2006 23:12 ~ 23:19)
2.    ortalıktaki magazin sanatçılar yani sanat katlediciler yüzünden; belki de ingiltere'de ya da amerika'da doğsa bütün dünyanın tanıyıp saygı duyacağı, önemli insanlar arasında gireceği ihtimali olan gerçek sanatçıların kenarda köşede sefalet içinde öldüğünü gördüğümüz sanatçılıktır.
(hell guardian, 16.08.2006 00:11 ~ 00:11)
3.    sanatçı olmak için güzel bir ses gerekir, fakat türkiye'de sanatçı olmak için güzel bir sese gerek yoktur. gerekenler güzel bir vücut, güzel kıyafet ve bol para dır.
(bonjurkes, 16.08.2006 00:25 ~ 02:32)
4.    nitelikli ve aydınlatıcı eserler üretebilmektir sanatçı olmak.ne güzel bir fiziğe, ne de güzel bir sese gerek duyar sanatçı...
toplumdan kendisini soyutlamayan, insanlara karşı taşıdığı sorumluluğun farkında olan ve gerektiğinde kötü gidişata karşı tavır alan bilgi sahibi, aydın insanlardır sanatçılar.maddiyata ve populizme önem vermeyip eserlerini maneviyatla temellendiren topluma yararlı insanlardır.insanları yozlaşmaya değil, akıl yolu ile ileri seviyelere taşımayı hedeflemiştir.

ne yazıktır ki, ülkemizde tamamen farklı bir anlamı vardır "sanatçı"nın. televizyona çıkan ya da şarkı söyleyebilen herkes sanatçıdır bizler için. petek dinçöz'ün kendisine sanatçı diye hitab ettiği bir ülkede sanattan bahsediyoruz ve hatta büyük çoğunluğumuz bu tip insanların sanatçı olduğuna yürekten inanıyoruz. belli ki hiçbirimiz bu kültürel yozlaşmadan rahatsız olmuyoruz.bir çoğu düzgün konuşmayı bile beceremezken bizler onlar için "ne büyük insan, çok değerli bir sanatçı" diyebiliyoruz.

türkiye de sanatçı kimdir diye soracak olursam sokaktaki bir çok insan için cevap çok basit nihat doğan, mehmet ali erbil.....vs.
yukarıda yazmış olduğum tanıma göre soruyorum lütfen eliniz vicdanınızda yanıtlayın
türkiye'de, sanatçı dediğiniz insanlardan hangileri bizim yararımıza bir iş yapıyor?? kaçının sosyal problemler konusunda toplum bilinci oluşturmaya yönelik çabası oluyor?? hangileri samimi, hangileri yol gösteriyor.gereksiz programına konuk ettiği insanları reyting uğruna kavga ettiren mi ? yoksa altı yaşındaki bir çocuğun zekası ile yazılabilecek şarkıyı söyleyen mi?

asıl sorun bizlerin de samimi olmayıp, yanlış insanlara değer verişimizdir.
(ihtiyacım yok, 04.11.2007 01:32)
5.    sanatçının toplumsal kaygı güdeni günümüzde makbul olduğu halde,aslında sanatçı bakış açısı,icra ettiği işte amaçladıkları,ve dünya görüşüyle alakalı olarak toplumsal olaylara zerre duyarlılığa sahip olmayabilir,olmak zorunda da değildir.önemli olan yeteneğiyle,yaratıcılığıyla,verimiyle,amacı bu olmasa bile parçası olduğu topluma bir şeyler kazandırıp kazandırmadığıdır.
tabi burdan sanatçı toplumsal duyarlılığa sahip olmamalıdır şeklinde bir yargı çıkaranlar olursa diye açıklayalım:
(bkz: sanat sanat içindir)
(bkz: sanat toplum içindir)
(bkz: sanat ne içindir)

peki türkiyede sanat ne içindir??
piyasada fink atan,iktidara,hakim ideolojiye göre açılan kapanan,söylevler veren,daha doğrusu ellerine tutuşturulan söylevleri kekeleyen insanlar sanatçı mıdır?bence hayır.yetenek,başarı falan yoktur bence pek çoğunda.başarıyı tiraj,rating ve en acısı maddi kazanç olarak algılayan zihniyet sanata dahil olamaz zaten.ama ne yazık ki türkiyede,sanatçı olmak magazinciyi dövmek,rejisöre sövmek,badigardla boğuşmak,rol arkadaşınla sevişmek,çıstakçıstak şarkıların kliplerinde pleybek yapmak ve yarıçıplak boy göstermek,dergilere kapak olmak,beşinci sınıf sabah programları sunmak,o olmadı bu programlarda boy göstermek,toplumun hassas duyguları üzerinden ajitasyon yapmaktır.ama ne diyoruz;
sanata saygı,sanatçıya saygı.onları bizler yarattık.en çok izlenen,en çok rağbet gören bu olduğu için amip kadar hızla bu kokuşmuş düzende çoğalıyorlar.
(liselle, 04.11.2007 02:20)
6.    çok basit şekilde "sanatçı" sıfatını kazanmaktır.

sezen aksu bile, "ben sanatçı değilim, pop müziğin sanatçısı olmaz" derken, bir taraflarını açıp meşhur olan mankenden bozma şarkıcılar "sanatçıyım" deyip ortalarda dolanmaktadırlar.
(paleface, 04.11.2007 09:30)
7.    (bkz: türkiye'de bilim adamı olmak)
(poppy, 04.11.2007 23:28 ~ 23:28)
8.    daha aşağılara çekilmesi gereken genellemedir. türkiye de insan olmak. insan insanlığından utanır kimi zaman.
(idiot, 15.03.2009 14:11)
9.    bilgili olun olmayın, istediğiniz konuda sonsuz ahkam kesme hürriyetine sahip olmanıza yarayan süper hadisedir. iki tane kıytırık dizide mi rol aldınız, üç tane şarkı mı patlattınız, bir enstrümanı güzel mi çalıyorsunuz? tamamdır. artık türkiye hakkında her konuda konuşabilir, sanatçılar aydındır, toplumun önderleridir şeklinde beyanatlar verebilir, sonsuz özgüveninizle üç kuruşluk tespitler yapıp toplumun kendi fikirleri olmayan zavallı kesiminin beynini yıkayabilirsiniz.

neticede çakma filan da olsa aydın aydındır değil mi sözlük?
(nvr ws a crnflk grl, 19.05.2009 02:16 ~ 02:17)
10.    türkiyede yapılabilecek en kolay işlerden biridir.cıbıl cıbıl bir klip çekmek, 5-6 akorla bir şarkı yapmak ve sabah programlarına katılmak kafidir.
(uzaydayetisencarlistonbiber, 19.05.2009 14:21)
11.    belki de dünyada en çok saygı duyulması gereken insanların nasıl da değersizmiş gibi gösterildiğini görmektir. herkesten daha çok fırsat tanınması gereken, ayrıcalıklı tutulmayı herkesten daha çok hak eden insanların daha gencecikken bile yok edildiğine şahit olmaktır. işlerini kolaylaştırmak, onlar sanatlarını icra edebilsin diye elden gelen her şeyi, her elden yapmak gerekirken, saçma sapan insanların yükseldiği, adam olduğu ülkede sahipsiz, umutsuz olmak, yaşamaya çalışmaktır.

yetenekli insanların önünde eğilmek gerekirken bu anlayışsızlığı görmek nasıl da acı verici. sanat icra etmekle ilgim yok. çünkü yeteneğim yok. belki de geliştirilebilirdi ama bunu keşfetme şansım olmadı. ama türkiye'nin en önemli okullarından birinin güzel sanatlar bölümüne birincilikle girmiş bir tanıdığım var. hem öss'den yüksek bir puan alınması gereken, hem yetenek sınavı isteyen bölüme 8'de 8 burslu olarak giren bir kız. mükemmel resimler çizen, hayranlık uyandıran fotoğraflar çeken, muhteşem tasarımlar yapan biri. daha 20 yaşına gelmeden, daha hazırlığı bitirip bölüme geçmeden önce bile harika işler yapan kız. ingilizce eğitim verilen okulda, hazırlığı 2 yılda geçemediği için şu an okuldan atılmış olan kız. türkiye'nin belki de en önemli sanatçılarından biri olacakken belki bundan sonra bu fırsatı yakalayamacak olan kız. şart mıydı peki? hiçbir kolaylık sağlanamaz mıydı? okulu birincilikle kazanan bu kız için yapılabilecek hiçbir şey mi yoktu? şimdi hangisine üzülmek gerek? bu kızın ziyan olan 2 senesine mi? aynı şartlarda başka bir üniversite bulamayacak olmasına mı? bir yerde okuma şansı bulsa da belki de burada olacağı kadar başarılı olamayacak olmasına mı? aylardır yaptığı strese, üzüntüye değmeyişine mi? kaybedilen bir değere mi?

sanatçısına dahi sahip çıkmayan toplumun aslında hiçbir şeyi hak etmediği gerçeğine vakıf olmaya mı?
(ilyiştaykovski, 29.06.2009 13:34)
12.    sanatçı taklidi yapmaktan vahimdir. gerçek sanatçılar ya açtır, ya damgalanmış, anlaşılmamıştır. her devrin adamı olmazsa türkiye'de ne sanatçı olarak ne sporcu olarak barınabilir insan.
(emir cool u, 29.06.2009 13:38)
13.    televole medyası yüzünden gayet zor iş

(bkz: şevval sam)
(bkz: kazım koyuncu)
(bkz: haluk bilginer)
(bkz: çetin tekindor)
(bkz: barış manço)
(bkz: fikret kuşkan)

şimdilik aklıma gelenler bunlar
hepsinin ortak bir yönleri var farkettiniz değil mi
sadece işlerini yapmaya çalışıyorlar
medya maymunluğu yapmıyorlar
keşke her sanatçı geçinen bunlar gibi olmaya çalışsa

ha bir de medyatik olup da sanatçı olanlar var

(bkz: orhan gencebay)
(bkz: nejat işler)

allah bizi sanatçıyım diye geçinenlerden korusun ...

Ali Rıza Soydan



Paylaş      
Yorumlar

Bu Haber Hakkındaki Görüşlerinizi Paylaşın !

İsim
Mail (Yayınlanmayacak)
Yorum
Güvenlik Kodu= 952
Lütfen bu kodu yandaki kutuya yazınız
 


    Güncel Haberler     En Çok Okunan Haberler
Tiyatro Maydanoz, Nazım’ın Kadınları ile Sahnede
Hangisi Karısı, 5. Sezonunda!
    Tüm Haberler

    Bu Tarihte Yayınlanan Diğer Haberler
    Bu haberin yayınlandığı tarihte gündemdeki diğer haberler aşağıda listelenmiştir...

  • Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin Tarihi Açılışı (1/14/2010)
  • Yeni Tiyatro Dergisi'nin Ocak 2010 sayısı bayilerde (1/14/2010)
  • Fransız Kültür Merkezi'nde Tiyatro: Bay Hiç (1/14/2010)
  • Adana Devlet Tiyatrosu'nda Okuma Tiyatrosu: King Kong'un Kızları (1/14/2010)
  • Marx'ın Dönüşü İzmir'de (1/14/2010)
  • Nazim Hikmet'e saygi gecesi - 18 Ocak'ta Akatlar KM'de (1/14/2010)
  • Bab-ı Tiyatro'dan Koltuk Takımı  (1/14/2010)
  • Sahne Tozu Tiyatrosu'ndan; Yıl 2033 (1/14/2010)
  • Nesin Vakfı dayanışma etkinlikleri şimdilik sona erdi (1/14/2010)
  • Bahariye Sanat Merkezi CKM'de (1/14/2010)
  • Ali Rıza Soydan'dan Basın Açıklaması (1/14/2010)
  • Tiyatro Agora'dan Yen Oyun: Rumuz Goncagül (1/14/2010)
  • İÜ Devlet Konservatuvarı Pantomim Sanat Dalı'ndan Pantomim Gösterisi! (1/14/2010)
  • Kültürel Meselelerimiz - 13: Kültür ve devlet (İskender Pala) (1/13/2010)
  • Hülya Karakaş, Eleştirmenler Birliği'ni göreve çağırdı (1/11/2010)
  • İstanbul Devlet Tiyatrosu 2010'a 3 Yeni Oyunla Başlıyor (1/8/2010)
  • İstanbul Halk Tiyatrosu'ndan Alevli Günler (1/8/2010)
  • Seni Seviyorum Diyecek Kadar Sarhoş musunuz?  (1/8/2010)
  • Şehir Tiyatroları'nın Yeni Oyunu: Düşüş (1/8/2010)
  • Oyuncu Tamer Özceviz Yaşamını Yitirdi (1/8/2010)
  • Molière Efendi, 15 Ocak'ta Şişli Haldun Dormen Sahnesi'nde (1/8/2010)
  • Sokaklar Bazılarına Neden Kapalı? (1/7/2010)
  • Şehir Tiyatroları, En Yaşlı Sanatçısı İhsan Devrim'i Yitirdi… (1/7/2010)
  • Hergelekon, 8 Ocak'ta Akatlar Kültür Merkezi'nde (1/6/2010)
  • İhsan Devrim Vefat Etti (1/7/2010)
  • Seyyar Sahne, sizi Pierre Rivière’in hikâyesine tanıklık etmeye davet ediyor (1/6/2010)
  • Kabare Dev Aynası'nın İlk Duygusal Oyunu: Küçük Ama Önemli Bir Rol (1/6/2010)
  • İskender Pala: Devlet Tiyatrosu kapatılsın! - Bakan cesur davransın! (1/5/2010)
  • Başkanı Burnundan Yakala, İzmir ve Antalya’da (1/5/2010)
  • Tiyatro Z YENİ 1. Etap Oyunculuk Atölyesi Başlıyor (1/5/2010)
  • Performans Sanatı Egitim Programı (1/5/2010)
  • Şehir Tiyatroları'nda Ocak Ayında 3'ü Yeni 33 Oyun (1/5/2010)
  • Aşk Sözleri - Ocak 2010 Programı (1/5/2010)
  • İstanbul 2010 - Avrupa Üniversiteleri Tiyatro Şenliği (1/5/2010)
  • Araf, Rengahenk Sanat Evi'nde (1/5/2010)
  • Mask-Kara Tiyatrosu Tiyatro Atölyesi Başlıyor ! (1/5/2010)
  • Semaver Kumpanya'da Ocak! (1/5/2010)
  • Evil Dead: The Musical (1/5/2010)
  • BU DÜNYA HEPİMİZİN isimli Müzikli Danslı Çocuk Oyunu'nun gösterimi başladı (1/5/2010)
  • Tiyatro yarışmalarının kaldırılması için imza kampanyası başlatıldı (1/7/2010)
  • 100 Sahnede! Seyretmeye Hazır Mısınız? (1/3/2010)


  • Tiyatro Kursu Başlıyor!
    1 Mayıs'tan itibaren her ÇARŞAMBA Kadıköy'de!
    Çalışanlara yönelik hobi sınıfı!



    Duyuru Panosu!



    Son Eklenen Tiyatro Oyunları

         Güncel Yazılar

    Yazar olmak ister misiniz?
    Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...

    Mail Listemize Üye Olun

         Güncel Haberler
    Tiyatro Maydanoz, Nazım’ın Kadınları ile Sahnede
    Tekin Deniz: Dümbüllü kavuğunu kimseye devretmedi

    Tiyatro Dünyası'nı takip Edin
     
     |  ..